Tüm bu göstergeleri bir araya getirdiğimizde hem teorik olarak, hem de pratik olarak pek çok sorunun iletişim eğitimini parsellediği görülüyor.
Şüphesiz ki yetersiz teori, uygulamasız pratik, özgün bir dile ulaşma çabası içinde olmayan akademisyenler sadece İletişim Fakülteleri'ne özgü bir Türkiye gerçeği değildir. Muhtemelen iktisat, işletme, eğitim, fen-edebiyat, siyasal bilgiler fakültelerinde de benzer sorunlar bulunmaktadır.
İletişim özelinde bu sorunları çok önemli kılan noktalardan biri de, gerçekten iletişim sektörünün rekabet koşullarının sert olması ve pek çok farklı disiplinden gelen gençlerin burada pay kapma yarışına girmeleridir.
Disiplinlerarası bir eğilimle biçimlenen iletişim fakülteleri, diğer fakültelere kıyasla her şeyin "biraz" öğrenildiği bir görünüm sergilemektedir. Gerçekten de, teorik derslere baktığımızda ekonomiden sosyolojiye, psikolojiden siyasete, tarihten hukuka kadar uzanan geniş bir yelpazeyle karşılaşılmaktadır. Fakat temel problem tüm bu renkler birleştiğinde ortaya manalı bir bütünlük çıkmamasıdır.
Her dersten bir parça almak, öğrencileri çoğu zaman tüm bu dersleri iletişim bağlamı içinde özümsemek sonucuna ulaştırmamaktadır. Bu da doğal olarak güvensiz, uzmanlığı olmayan, sinik bir mezun prototipini kaçınılmaz kılmaktadır. Diğer sosyal bilim fakültelerinin iletişime göre en büyük artısı, hiç olmazsa bir konuda uzmanlık vaat ediyor olmalarıdır. Uzmanlığın yanı sıra, diğer fakültelerin verdiği eğitimin, daha eski ve kurumsallaşmış olmaları da, iletişime kıyasla daha güvenilir kabul edilmelerine yol açmaktadır. Sözgelimi ekonomi muhabirliği için, iktisat fakültesi mezunları, ekonomi haberciliği dersi almış olan iletişim fakültesi mezunlarına göre çok daha avantajlı oldukları bilinen bir piyasa gerçeğidir.
Diğer fakültelerin bir diğer avantajı da, iletişim fakültelerindeki eğitim bütünlüğünün olumsuz imajıdır. Özellikle 4. sınıfta okula devam eden öğrenci sayısının son derece az olduğu bilinmektedir. Pek çok öğrenci, öğrenciliği döneminde çalışmaya başlamakta ve full-time bir işte çalışmanın okulunu engellemeyeceğini, engellememesi gerektiği düşünmektedir.
Fakülte yönetimleri, bu süreci engelleme adına devam zorunluluğunu gündeme getirse de, öğrencileri mutlak ikna etme konusunda başarılı olduklarını iddia etmek zordur. Hayatlarını istihdam olacakları işe göre planlayan gençler, okulla iş arasında bir tercih yapma noktasına geldiklerinde çoğu zaman işi tercih etmekte ve buldukları bu "fırsatı" okulu uzatma uğruna heba etmek istememektedir. Dolayısıyla iletişim fakültesi mezunu olmanın, istihdama yönelik somut bir katkısı olmadığı için çoğu öğrenci için ön planda olmadığı ileri sürülebilir.
Bu olumsuzluğun ve ortamın pek çok gazete çalışanı da farkında; doğal olarak mezunların sektöre girdiklerinde çok da saygı görmedikleri, hatta diğer fakülte mezunlarına kıyasla "geri" kabul edildikleri bilinmektedir. Çünkü standartları sektör çalışanları tarafından bu denli bilinmeyen başka bir fakülteden mezun olmak, çoğu zaman hiç olmazsa bir konuda "iyi olmak" ya da "kötü olmamak" anlamına gelmektedir.
İletişim fakültelerinin "sağlam" bir disiplin eğitimi verememelerinin yanı sıra, bir diğer ciddi dezavantajı da, mezunlarına yabancı dil katkısını gereği kadar yapmamasıdır. Yabancı dil, iletişim alanı için son derece yaşamsal bir öneme sahiptir. Fakat, özellikle devlet üniversitelerinin çoğunda yabancı dil eğitimi, adeta yasak savarcasına verilmekte ve mezun öğrenciler yabancı dil konusunda güven sahibi kılınmamaktadır. Pek çok yönetici için yetkin bir yabancı dil bilgisi, tercih nedeni olurken bu noktada -fazla etkin olamayan hazırlık sınıflarından geçmiş olsalar bile- iletişim fakültesi mezunları görece geride kalabilmektedir. Özellikle İngilizce bölüm mezunlarının, mesleki pratiklerinin azlığına rağmen iletişim fakültesi mezunlarından daha fazla saygı görmesinin ardında yatan temel neden de dil bilmeleridir.
Yabancı dil bilmenin, bu denli ayırt edici olduğu bir süreçte, geçmişte alaylılarla rekabet içinde olan, fakat günümüzde artık "alaylı" rakipleri piyasadan silinen gazeteci adaylarının yeni rakipleri, sosyal ve fen bilimlerin diğer bölümlerinden mezun olan, daha vizyonlu oldukları genel kabul görmüş, İngilizceye hakim gençlerdir. Yabancı dil meselesini halledememiş fakültelerin, mezunlarına istihdam olanağı sağlama konusunda çok da şansları olmadığı ortadadır ve maalesef iletişim fakülteleri de bu yetkinliği öğrencilerine kazandırma konusunda genel olarak başarılı değildir.
Bir diğer önemli problem de, son yıllarda özellikle İstanbul merkezli daha sektörel ve esnek örgütlenmelerin iletişim eğitimi alanına girmeleri ve fakültelerin 4 yılda verdikleri eğitimden çok daha fazlasını çok daha kısa sürede vermeyi vaat etmeleridir. Televizyon gazeteciliği, spor muhabirliği, kısa film, belgesel, fotoğrafçılık, halkla ilişkiler ve reklam alanında pek çok sektörel ortaklı girişim sertifika programları düzenlemekte ve bu anlamda bazı popüler isimlere ders verdirerek iletişim fakültelerinden rol çalmaktadır.
Bu esnek girişimlerin ataklarına karşılık verebilen fakülte sayısı fazla değildir. Ağırlıklı olarak bürokratik sorunlarla boğuşan ve yaşanan değişimi takip edemeyen fakülteler, ilerleyen zamanlarda bu konudaki tekellerini ciddi ölçüde kaybetme tehlikesiyle karşı karşıyadır. "Üniversitelerin gitgide kamu alanının aktif ve etkileyici üyesi olma pozisyonunu yitirdiği (Tekeli, 2003: 140) bir ortamda, daha yalın, daha esnek ve daha girişimci örgütlerin bir zamanlar üniversitelerin egemenliği altında bulunan mekanları işgal etmesi son derece anlaşılırdır; çünkü üniversitenin iş örgütlenmesi bu yeni koşullar altında birçok alanda bu değişimle rekabet edecek durumda değildir (Greenwood ve Lewin, 2003:76). Yaşanan değişimin bu denli dışında kalan fakültelerin daha esnek ve profesyonel bir idari yapıya sahip olmadan, prestijlerini koruyabilmeleri mümkün değildir. Özellikle teknolojik değişimin bu denli yoğunlaştığı bir ortamda, fakültelerin aşağıdan pek çok yeni bilgiyle gelen gençleri tatmin edecek yeterliliğe ulaşmaları, kendi konumları açısından son derece önem taşımaktadır.
Son olarak tüm yükseköğrenim kurumlarındaki ekonomik sorunlar da iletişim eğitiminin daha yetkin olabilmesinin önündeki önemli engellerden biri olarak görülmektedir.
2006 yılında Gazi Üniversitesi'nde yapılan araştırma, öğretim elemanlarının yaşadığı sıkıntıları net bir şekilde ortaya koymaktadır. Araştırma sonuçlarına göre, öğretim elemanlarının üçte birinin her zaman ek iş yapma gereksinimi duydukları ortaya çıktı.
Öğretim elemanlarına göre, yaşadıkları en önemli sorun sırasıyla ücret düşüklüğü, çalışma koşullarının olumsuzluğu ve yükselme zorlukları. Belki de en dramatiği, Türk üniversitelerinde çalışan öğretim elemanlarının, dörtte üçünün iş doyum düzeyi orta ve düşük düzeyde olmasıdır (Özdemir, 2006: 577-578).
Bu konuda daha yakın zamanda yapılan bir diğer araştırma da Gazi Üniversitesinin verilerini doğrulamaktadır. Türk Eğitim- sen tarafından 2009 yılında yapılan araştırmanın sonuçlarına göre akademisyenlerin en önemli sorunu yüze 44.4 ile ücret seviyesinin düşüklüğü olarak ortaya çıkmıştır (Bilgin, 2010: 193).
Böyle bir atmosferde, gereği kadar motive olamayan öğretim üyesinin, doğal olarak bu olumsuzluğu öğrencilere yansıttığını ve arada sağlıklı olmayan bir iletişim biçiminin kendi kendine yeşerdiğini vurgulamak gerekir. Özelikle üniversitenin geleceğini oluşturan araştırma görevlilerinin aldıkları düşük ücretlerin onların mesleki heveslerini olumsuz etkilediği de önemli bir problem olarak göz ardı edilmemelidir. (
* Bu yazı Akdeniz Üniversitesi İletişim Fakültesi Dergisi "Akdeniz İletişim'in İletişim Eğitimi Özel Sayısı'nda (Haz. 2011) Prof. Dr. M.Bilal ARIK ve Yrd. Doç. Dr. Fatih Bayram'ın imzasıyla yayımlanan "İletişim Eğitimi ve İletişim Akademisyenleri: Verilerin Işığında Genel Bir Değerlendirme" adlı makalenin altıncı bölümüdür.
** Bu makalenin önceki bölümlerini okumak için tıklayın:
- İletişim Eğitiminin Hali
- İletişim Eğitiminde İki Farklı Model
- İletişim Eğitiminde Eğitimci Sorunu
- İletişim Eğitiminin Sektörel Karşılığı
- İletişim Fakültelerinde Kuramsal Birikiminin Yeterliliği
Kaynaklar:
* Bilgin, Vedat (2010) Türkiye'de Üniversite Sorunu ve Üniversite Çalışanları, Türk Eğitimsen Yayınları: Ankara.
* Greenwood, Daavidd J. ve Morten Levin (2003). "Üniversite Toplum İlişkilerinin Yeniden Yaratılması:Eylem - Araştırma / Akademik Taylorizm". Eğitimin Geleceği, Üniversitelerin Ve Eğitimin Değişen Paradigması. Sabancı Üniversitesi Yayınları: İstanbul.
* Tekeli, İlhan (2003). "Üniversiteye Dair Konuşmak". Toplum ve Bilim Dergisi. Güz 2003: 123-143s.
* Özdemir, Çağatay (2006). Türkiye'de Öğretim Elemanları,.Ankara: Gazi Üniversitesi Yayınları.