Azad Barış, Mezopotamya Platosunun üç şehri Diyarbakır, Mardin ve Urfa’nın orta yerine denk düşen ve eski bir volkanik kütle olan Karacadağ’ın Urfa eşiğinin Viranşehir ilçesinin bir Ezidî köyünde 1973 yılında doğmuş.
Sekiz kardeşin ilki ve en büyüğü. Babası 1970’li yıllarda Almanya’ya göçmüş politik kimlikli bir ailenin ikinci kuşak diaspora kimlikli ama yüzü hep coğrafyasına dönük bir şahsiyet. Avrupa’nın Freiburg şehrinin karaormanlar bölgesi yerleştiği yer. Liseden sonraki eğitimi Alman disiplini.
Önce hukuk okumuş, sonra yarı bırakıp Hamburg’da siyasal ve sosyal bilimler, sonra sosyoloji okumuş, daha sonra ikinci masterini Avusturalya Melbourne’de yapmış. Colombiya üniversitesinde kısa süreli bir eğitim sonrası tekrar Hamburg’da doktora yapmış. İletişim alanında çalışmalar yapmış.
Avrupa iç entegrasyonu ve gençlik sosyolojisi uğraşı alanları, Z kuşağı beta alfa çalışmış. Bütün aile Almanya’da. Eş durumundan dolayı İstanbul’a yerleşmiş. Bir tıp doktoru ile evli, iki kız çocuğu babası. Almanca ve İngilizce biliyor.
Ana dili Kürtçe ve Türkçe’yi de hitabet düzeyinde gayet iyi konuşuyor. Ezidilik kimliği aileden geldiğinden sürekli azınlıklar üzerine yoğunlaşan bir dünyası var.
2014'te Almanya’da Ezidi Kültür Vakfı’nı kurmuş. 2018’de de İstanbul’da Spectrum adıyla kurulu Düşünce ve Araştırma Kuruluşunun başında. Yeşiller Sol Parti Diyarbakır listesinden 10. Sıra milletvekili adayı.
Azad Barış anlatıyor.
“Politik angajmanım yazmakla başladı“
Madem sıcak gündem ve Diyarbakır’da varlık sebebin, o halde Siyasetle başlayalım. Nasıl oldu siyasetle ilişkilenmen!
Ailemle başlıyor aslında siyaset maceram. Ailede sürekli konuşulan ve doğal olarak yapılan bir şeydi siyaset. Rahmetli babam Kürt siyasetinde geçmişi olan DDKD’den gelen bir adamdı. Bedeller ödemiş, hapis yatmış ve Avrupa’da da tanınan bilinen biriydi. 12 eylül 1980’lerde hapis yattı. Annem ise Kürt modern hareketine yakın bir kadın.
Böyle bir aile yapısı içindeki siyasete ilgi dolayısıyla bana da yansıdı. Ama benim aktif olarak siyasete yönelmem Avrupa sol hareketi içinde oldu.
Şehirli sendikalist sol hareketin 68 Kuşağı‘nın devamı gençlik yapıları diyelim. Almanyada ikinci generasyon olmam nedeniyle de daha çok mülteciler içinde acaba iç entegrasyon anlamında ne yapabiliriz sorusuna cevap arayarak başladı bütün hikâye. Alman sol partide çalıştım bir ara. Yeşillerle de bir yakınlaşmam oldu ama aktif olarak öne çıkmadım.
Kürt siyasal hareketinin de ana gövdesinin her zaman çeperlerinde bulundum. Ama bütün bu işlerin içinde de en çok yazmayı sevdim. Türkçe ve Kürtçe metinleri hep orijinallerinden okudum, yani Almanca çeviri olarak değil.
Ağırlıklı olarak Almanca ve İngilizce okuduğumdan Türkçe ve Kürtçe metinleri de asıllarından okudum hep. İlk makalemi 16 yaşımda yazdım. O ilk yazımdan bu yana Almanya‘nın çeşitli basın yayın organlarında hep yazdım. Türkiye’de de kimi yayın organlarında yazdım. Politik angajmanım yazmakla başladı diyebilirim.
“Özne biziz“
Peki Türkiye’de açık alan siyasetiyle buluşman nasıl oldu?
Şengal katliamı, Şengal’de yaşananlardan dolayı ilk hafta içinde bir kaç kuzenimle birlikte oraya gittik. O kanlı vahşi tabloyu gördükten sonra Ezidilerin suskunluğunu kırmak gerektiğini düşündüm.
Çok nitelikli arkadaşlar kendi alanlarında çalışıp iyi işler yapıyorlar. Ama maalesef siyasette çok yoklar. Bunu fark ettim. 2014’tü ve ben İstanbul’a yerleşmeye karar vermiştim. O tarihlerde HDK (Halkların Demokratik Kongresi) ile tanıştım, dolayısıyla da tabii ki HDP (Halkların Demokratik Partisi).
HDP’ye bir girişim oldu ve sonra parti meclisine kadar uzandı süreç. Devamında merkez yürürtme kuruluna ve ordan da basından sorumlu eş genel başkan yardımcılığı, sonrasında da strateji kurulu işte.
Biraz hızlı bir yükseliş grafiği, bu hızlı yükselişte ezidi kimliğiniz etkili oldu mu? Hani HDK bir bileşen ya! O sebeple sorum…
Belki ama sanmıyorum. Çok enteresan bir durum oldu. Ben Hrant abiyi Ezidi kimliğim nedeniyle tanındım. İstanbul’da Celal Başlangıçların çıkardığı bir Beyoğlu Gazetesi vardı.
O zaman beni Avrupa’dan davet etmişlerdi. Ve gelmiştim. Hrant ağabeyle o zaman tanıştım. Hatta hayattan koparılmadan kısa bir süre önceydi. İstanbul’a gelince işte bir ezidi gelmiş filan dediler, duyuyordum. Sezai Sarıoğlu nehir sohbetleri yapıyordu. O zaman ezidi muhabbetleri oldu.
Bütün bu durumların öncesinde sözünü ettiğim gibi azınlık kültürleri ve mültecilik ilgi alanım dahilinde ezidilik meselesini hobi olarak çalışıyordum. Yani ezcümle ezidi kimliğim öyle çok aman aman baskın bir kimlik değildi. Biraz da İstanbul’a yerleşmem ve beni o şekilde ifade etmeleri bir anlamda şekillendirdi diyebilirim. Almanya’da daha çok akademisyen kimliğim baskındı.
Şengal Katliamının, 73. Fermanın gündemleşmesiyle bir de baktım ki herkes Ezidi Azad demeye başladı.
İlk başlarda doğrusu tuhaf olmaya başladım. Sürekli Halklar ve İnançlar çerçevesinde etkinliklere, programlara, toplantılara çağrıldım. Ve giderek Ezidi kimliğim çok baskın olarak öne çıkmaya başladı.
Bir boşluk da vardı anlaşılan o alanda! Sen sanki o boşluğu adınla doldurmuş mu oldun!
Kesinlikle öyle oldu. Çünkü kimse yoktu ve olanlarda susuyordu. Birilerinin bir takım yerlerde konuşması lazımdı. Bir ara dönüp sağıma soluma baktığımda fark ettim ki sadece ben varım, Azad ve Ezidi. Bana tuhaf gelmedi bu durum dersem yalan olmaz. Aslında bir nevi dürtülmüştüm. Birileri sanki beni dürttü.
Siyasete girince de Ezidi kimliğim daha çok öne çıkmaya başladı ve Ezidi Azad oldu(m) işte. Bir de think-tank kuruluşumuz olduğu için o da gündeme geldi. Ve iki kimlik birarada anılmaya başlandı.
Bu arada siyaset gündemi seçimler ve adaylığım ezidi kontenjanı benim duyumumdan önce basına düştü. Ben de basından duydum zaten. Almanya vatandaşıydım. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığım yoktu.
Konuştu arkadaşlar benimle, olabilir dedim ama sonra sustum. Listelerin teslim edileceği tarihe iki gün kala beni aradılar. Hiçbir belgem de yoktu.
O evrakları arkadaşlarla hızla bir araya getirdik. Ve işte tam o anlarda benim Ezidi Kontenjanından aday gösterildiğimi basından öğrendim. Kendi bireysel kimliğimle aday başvurusu yapacağımı o an düşünürken Ezidi kontenjanlığı öne çıktı.
"Hepimiz özneyiz"
Hem Ezidi olmak, hem HDP ve Yeşiller Sol Parti’de olmak, bir de Kürtler için çok önemli başat bir şehir Diyarbakır’dan milletvekili adayı olmak! Bütün bu kolaj, Azad Barış’ta nasıl bir haleti ruhiyeye dönüştü.
Benim için gerçekten çok anlamlı ve önemli bir soru olduğunu itiraf etmeliyim. Evveliyatı var tabii ki. Bu benim için sarsıcı bir soru? Her ezidi çocuğu gibi bende ezidi bir ailede doğdum, büyüdüm. Ninniler, Hikâyelerin yanısıra bir de fermanların aktarımı vardı.
Her ezidi çocuk bir şekilde tedirgindir. Fermanlar sürekli canlı ve kendini tekrarlıyor. 73. Ezidi Fermanı da yaşanınca inanılmaz bir şok efekti oluşturdu. Ezidi kimliği şöyle avantajlı hâle geldi. Özellikle Kürt siyasal hareketi içinde bir önceleme durumu oluştu sanki. Bütün Kürtler içinde böyle oldu aslında. Ben ezidiyim deyince bir sevgi seli, bir kucak açma yaşadım. Katıldığım toplantılarda şunu söyledim.
Ezidiler son 20-30 yıldır en parlak dönemlerini yaşıyorlar. İnanılmaz bir kabulle karşılanıyorlar. Buna sanki pozitif ayrımcılık da diyebiliriz.
Bu aslında hoş gelen bir şey! Birileri için kötü gibi gözükse de aslında insanlar sizi / seni seviyor. Ve siz de düşünüyorsunuz; ben hak ediyor muyum diye kendinize dönüyorsunuz. Bu bende vardı ve ben kendime soruyordum; bu kadar sevgiyi ilgiyi hak ediyor muyum diye sorguluyordum kendimi.
İşte HDP’nin beni aday göstermesi, bu vekil adaylığının Amed’den Diyarbakır’dan olması benim için inanılmaz onur verici bir şey oldu. Heyecan dorukta tabii ki. Ve üstelik bunun birinci ya da onuncu sırada olmakla bir alakası da yok.
Sordum kendime, ben Amed’e nasıl gideceğim, hak ediyor muyum? Şehre geldim ve hemen inanılmaz bir kabulle karşılaştım. Bir sevgi seli diyebilirim. Tüm arkadaşlarım içinde Ezidilik önemli bir rol oynadı.
Ayrı bir tarafı şu; onuncu sırada olmamdan dolayı da herkes sahiplendi. Ezidisiz olmayacak bu meclis denerek Azad kesinlikle meclise gidecek dedi / diyor. Bugüne kadar hiç tanımayanlar bile sanki birbirlerine bu sözü vermişler gibi. Bu beni ziyadesiyle mahçup etti.
Yanıtını verdiğin soruyu sormamın bir nedeni de şuydu: Biliyorsun Diyarbekir dışarıdan adaylara çok sıcak bakan, kabul gösteren bir şehir değil! Bu istisnayı yıllardır HDP bozdu / bozmuş oldu. Belki de olumlu anlamda bozuyor, demek ki ihtiyaç hasıl olmuş! Avrupa’dan daha önce de gelip aday olup seçilenler oldu. Vekillikleri bittikten sonra da tekrar geldikleri yerlere geri döndüler. O şahsiyettlerin performasları değil aslında bu sorunun gerekçesi! Soru şu: Azad Barış seçilip meclise vekil olarak gittikten sonra bu şehirle bağı nasıl olacak, ne yapacak, karşılığı nasıl olacak! İfade ettiğin o sıcak ilgi, kucaklanma ve kabullenmeyi taçlandıracak neyi tasarlıyor kafasında Azad Barış?
Bu çok zor bir soru tabii ki! Evet önceki arkadaşların emekleri çok büyük. Ama herkes de bağımsız bir kişiliğe sahip. İnsanlar birey kimliğiyle vardır önce. Ben okduğum akademik pozisyondan dolayı aslında siyasete çok yakın biriyim. Siyasal bilimler ve Sosyoloji, doktorayı felesefeden yaptım.
Toplumun kodlarını çok iyi biliyorum. Ben kent ve insan ilişkisine çok odaklanan biriyim. Mekân hafızası üzerine emek harcadım yıllarca. Kent ve İnsan ilişkisinden yola çıkarak edindiğim bilgi birikimimi buranın hizmetine seferber edeceğim. Ayrıca bu kentin son sekiz yıldır yaşadığı erozyon ve baskı sonucunda neredeyse birkaç ruhsal direnişçinin dışında hemen hiçbir şeyin kalmadığı bir durumda tekrar bu insanlarla biraraya gelmeyi, katılımcı bir şehir kültürüne entegre olma çabam olacak.
Buradaki hafızayı dikkate alarak hareket edeceğim. Bu hafızayı odağa almazsam, emeği çok olanlara haksızlık etmek istemem tabii ki, kendimle çalişmiş olacağım. Farkınızın olması için daha yaratıcı pozitif işler ortaya çıkaran bir pozisyon. Kürtçe diyeyim herkesten Şîret (öğüt) alacağım. Biraz da bana yol gösterecekler, rehberlik edecekler. Ben bu kentin geçmişteki Ezidi kimliğini Şemsilikle buluşturacağım.
Tabi şimdi artık kalmayan Ezidilikten söz ediyorsun. Geçmiş etnik kimliklerin izsürücülüğü gibi! Kalmayan ya da hayli az kalan Ermenilik, Süryanilik, Keldanilik gibi mi? Siz bu azlık, az kalmışlığın içinde bir yeniden varoluş felsefesini öneriyorsunuz, ya da hayata geçireceğinizi söylüyorsunuz anladığım kadarıyla!
Aynen öyle, çünkü bu kentin anbarının anahtarı mesela sizler gibi şahsiyetlerin elinde. İşte bu kültür anbarının kapısını aralamak, açmak lazım. Azıcık da olsa bir kaç mum yakmak isterim.
Bu dediğinizi fiziki olarak nasıl yapmayı tasarlıyorsunuz?
Mekânsal hafıza üzerinden yapmak istiyorum. Yıkılmış inanç mekânlarını onarmak. Mesela bir şemsi mabedini yeniden onarmak. Kırklar Meclisini tekrar burada kurmak.
Bu ancak fiziki olarak tam da bu şehirde bulunmaktan geçer. Siz, uzaktan bunu yapamazsınız! Salt ruhsal bir bağlantı ile bunu yapamazsınız! Bizzat burada bulunmak lazım.
İkincisi minority dediğimiz azınlıkların ait olduğu temel haklar var. Bu hakların anayasal güvence altına alınması gerekiyor. Bunun için var gücümle çalışırken de bunu aşan bir şeyler yapacağım.
Biraz önce sözünü ettiğim anahtarı sizlerin elinizde olan anbarın kapısını açarken az bırakılmışlık kavramını felsefik, sosyolojik olarak bağlamına oturtmak lazım. Az bırakılma kavramı muktedirin, üstün kimliğin azınlık olarak gördüğü bir eliminasyon veya minimizasyon anlamında peyderpey yok ettiği, sadece makul bir düzeye çektikten sonra etnografik bir sembolizasyon üzerinden kabul ettiği duruma karşı çıkmak gerektiğine inanıyorum.
Yani bizler hayvanat bahçesinde sergilenecek tipler olmayacağız. Ben ezidileri etnik birer varlık olarak değil, fiziki ve etkin özneler olarak toplumda yaşaması için geri dönüşlerini sağlayacağım.
Bir anlamda çokçu bir etnik aidiyet varsıllığı mı tasarlıyorsunuz
Evet tam da o.
Bir kaç haftadır sahadasınız. Çok insanla görüşüyorusnuz seçmen profili olarak. Nasıl bir karşılık görüyorsunuz çarşıda, pazarda, sokakta. Örneğin bu söyeldiklerinizi insanlarla paylaştığınızda size ne diyorlar?
Şöyle görüyorum; kendileri dışında birileri tarafından verilmiş yanlış bir kararın düzelticileri telafi edicileri ve sorumluları da kendileriymiş gibi görüyorlar. Biz bu işi düzelteceğiz, hal yoluna koyacağız der gibiler. İnanılmaz bir politik bilinç taşıyorlar.
Bir nevi özür dileme gibi mi yani! Özrün gündelik hayatta, insan ilişkilerinde vukubulma hali mi deiyelim yani!
Aynen öyle evet. Bu işin öznesi biziz, biz sadece kendi oylarımızla etrafı da etkileyerek dalga boyunu genişleterek bu işi çözeceğiz diyorlar.
Diyorsunuz ki, bu işte sizlerin bir müdahaleniz günahınız yoktu! Hayır, kollektif bir politik sorunmluluk hâli ortaya çıkmış bulunuyor. İkinci nokta da şu; ezidi dediğimizde bütün dünyaları değişiyor. Hepimiz bir şekilde suçluyuz diyorlar. Bu kadar azalmanıza adeta bizler de katkı sunduk. Bunu bir şekilde restore etmemiz lazım diyorlar.
Geri dönüşler ve sizi meclise göndererek yapalım diyorlar. Aslında bu da beklemediğimiz bir durum, insanlar buna hazır sanki. Bu da sizi mahçup ediyor. Her bulunduğum ortamda ziyadesiyle mahçubiyet yaşıyorum. En dindarların içinde yaşıyorum. Şu ana kadar kaç bin insana dokundum. Olumlu anlamda bu hissiyatı yaşıyorum.
Tam tersten bir soru sorayım o zaman; nerden çıktı bu ezidi, neye geldi bu adam diyenler de oluyor mu?
Hiç karşılaşmadım desem doğru değil ama, ezidi kimliğim üzerinden çok, yeşil sola ve kürt siyasal hareketine uzaklıklarından dolayı elimi tutmayanlar oldu tabii ki! Ben üç haftadır sahadayım yaptığım çalışmalarda dokunduğum insan sayısı yüz bini geçti. Çok aktif çalışıyoruz. Bazen geceleri bin, binbeşyüz insanın elini tutuyorum. Hemen hiç kimsede olumsuz bir şey görmedim. Enerji aldığın zaman problem olmuyor.
"Sırtımı Amed’e yaslayınca kendimi güçlü hissettim"
Karacadağ platosu üç şehrin ortası, Mardin, Urfa ve Diyarbekir eşiği. Siz bu üç şehirden Urfa eşiğine yakınsınız. Viranşehirlisiniz. Aslında bana göre yüzünüz Urfa’ya daha çok dönük olmalı. Neden tercihiniz Diyarbekir, Amed, Diyarbakır oldu! Niye Urfa’dan aday olmadınız da bu şehir sizi bu kadar mutlu kıldı.
Urfayı önermişlerdi tabii ki, kabul etmedim. Çünkü ben Karacadağın kültürel hafızasının Amed’e daha yakın olduğunu düşünüyorum. Evet yüzümüz Urfaya dönük ama biz sırtımızı Amed’e yaslamışız. Kürtçede bir söz var denir ki; Pişta te xurt be, tu nakevî erdê. Yani "Adamın göğsüne vurmuşlar, ah belim“ demiş. Sırtımız hep Amed’e yaslanmış olduğu için kendimi hep güçlü hissettim.
Urfa’dan aday olmak istemezdim. Urfalı arkadaşlarım kusura bakmasınlar, öyle bir arzum isteğim de yoktu. Bizde öteden beri bir Amed’lilik var. Siyasi haritaya göre yaşadığımız doğduğumuz şehir Urfa olmuş.
Ama bana sorarsanız Karacadağ hayli Amed’dir. Amedli olmak da çok zor ve ağır bir yükmüş meğer. Kentin kendine has aurası var. Bütün sokaklarını en iyi şekilde bilmeniz gerekiyor. Size aslında bunu niye söylüyorum ki, zaten anahtarı sizde.
"Bu kente aşığım"
Mihemed Arif Cizrawî bu şehri anlatan bir şarkısında diyor ki; Diyarbekir, Diyarbekir bir roj germe, bi şev sare. Böyle bir şehir tabii ki; Karacadağın o bazalt siyah taşlarının dokusuna en çok yakıştığı ve nüfuz ettiği şehir! Boşuna mı dedik sırlarını surlarına fısıldayan memleket. İşte sen de sırlarını burada fısıldadın bize…
Taşların elbette dile gelemeyeceğini biliyorum. Ama biliyorum o taşlar bizleri duyuyor. Ben Amed’in bütün eşik taşlarını öprerek diyorum ki; bu kentin hak ettiği kadimliği kültürü hepsini içinde barındıran bir kucağı var bu şehrin.
Bu sadece politikleşme ile ilgili bir şey değil. Politik olmamanız gereken bir yerde politik değilseniz bence daha insansınız. Bu kent böyle bir yerdir. Bu kent her şeyi biliyor olmasına rağmen sessiziliğini koruyor. Tebessümünü yitirmiyor. Ve ben de buna aşığım.
Ben aslında şimdiden kendim kazandım diyorum kendime. Meclise gidip gitmemekten bağımsız olarak kazandım. Azad Barış bu şehri kazandı. Ezidiler burayı kazandı.
Bu üç haftalık zaman dilimi içinde Avrupa’dan en az ikiyüz Ezidi geldi bu şehre ama bireysel ama heyetler olarak. Ben bu kısa sürede Amedle Ezidilerin ilişkilenmesini sağladım. Bu ilişki kopmayacak Şeyhmus Abi. Ben her hâl û kârda burada bir ev alıyorum ve yerleşiyorum. İkinci evim bu şehir olacak.
Teşekkür eder başarılar dilerim.
Ben teşekkür ediyorum sizin adınıza bir zamanlar benim de bir kaç yazım yayınlanan bianete…
(ŞD/EMK)