Filistinli yazar Adania Shibli'nin Can Yayınları tarafından yayımlanan "Küçük Bir Ayrıntı" kitabı 2023 LiBeraturpreis ödülüne layık görüldü; ancak ödülü veren kurum Litprom e. V., töreni “Hamas tarafından başlatılan savaş” nedeniyle iptal etti.
K24, Yasemin Çongar'ın yazar Shibli ile 2 Kasım 2022’de Kıraathane İstanbul Edebiyat Evi’nde gerçekleştirdiği söyleşiyi bugün yayımladı. Söyleşiden kısa bir bölümü paylaşıyoruz.
Hayatınızla başlayalım: Bize doğduğunuz evi, ortamı, çevreyi anlatır mısınız? Hatırladığınız en eski şeyler, ilk anılarınız neler?
Yazmaya başladığıma göre, içine doğduğum ortamın olabilecek en sıkıcı ortam olduğunu tahmin edebilirsiniz. Tatminkâr bir hayatınız olmayınca hayal gücünüze daha fazla sığınıyorsunuz. Filistin her zaman hayal gücünü tetikleyen bir yer olmuştur; size fantezilere özgü bir âlem sunduğu için değil, orada olmayan şeyler yüzünden, noksanlıklar yüzünden böyledir bu. Sürekli hissettiğiniz bir yokluk vardır, durmadan yarım-hikâyelerle karşılaşırsınız.
Ben Nekbe’yi tecrübe etmiş, Filistinliler tarafından “Nekbe” yani “felaket” olarak algılanan 1948 savaşını yaşamış bir anne-babanın çocuğuyum. O sırada on altı ve on sekiz yaşındalarmış.
Nekbe, yani 800 bin Filistinli’nin yurdundan edildiği, köylerinin yakıldığı, Filistinlilerin kendi topraklarında mülteci durumuna düşürüldüğü felaket…
Evet ve bu bir ulus-devletin kurulma sürecinin, İsrail’in ulus-devlet olarak kuruluşunun bir parçası. Dolayısıyla, inşa edilen bir anlatı söz konusu. Ve tabii, bu anlatı bir yerde, bir mekânda inşa ediliyor. İsrail yerleşimlerinin inşa edildiğini gözlerinizle görüyorsunuz.
1970’lerde, çocukluğunuz nerede geçti? Soyadınız Shibli, sanırım ailenizin köyünün de adı… Siz de o köyde miydiniz?
1970’leri o kadar hatırlamıyorum, daha ziyade 1980’ler… Ve köy işi biraz karışık, çünkü aslında orası bize ait değildi. Ama şimdi bunun ayrıntısına girersem çıkamayız, çocukluğumun hikâyesini anlatabilmem için 500 yıl öncesinden başlamam gerekir! Sizi buna maruz bırakmayacağım… (Gülüyor.) Ama şunu anlatayım: Bizim köyün arka tarafından bir İsrail yerleşimi görülürdü ve biz oraya “Meshe” derdik, köyün İbranice adı ise “Kfar Tavor”du. En baştan itibaren benim için böyle nerdeyse bir çift-dil durumu söz konusuydu. Bizim köyden o köye bir yol uzanırdı, insanlar iki köy arasındaki tarlalara gidip gelirlerdi. Tabii iki köy arasında bir benzemezlik de vardı. Eskiden adı “Meshe” olan bu köy şimdi ne olmuştu ve biz niye oradan İbranice adıyla söz etmiyorduk? Bu soru orta yerde duruyordu.
Bir yerleşim var, o yerleşimin İbranice bir adı var, o köyün eski Arapça adının hikâyesini ise kimse size anlatmıyor. Size de çocuk aklınızda birtakım fanteziler kurmak kalıyor. Anne babanızı bu konuda soru yağmuruna tutsanız da, onlar sessiz kalmayı tercih ediyorlar, sanki konuştukları anda o köyü terk etmeye zorlananların kaderinin sizin de kaderiniz olmasından korkuyorlarmış gibi. Bu, Şehrazad’ın hikâyesinin tam tersi bir bakıma. Şehrazad malum, hayatta kalabilmek için sürekli konuşur. Orada ise insanlar, yaşamaya devam etmelerinin ilk şartı buymuşçasına sessizliğe gömülüyorlardı. Siz de bu sessizliğin içine, anlatıların olmadığı bir ortama doğuyordunuz. Bunun benim üzerimde çok belirleyici bir etkisi olduğunu düşünüyorum.
Dilin olmadığı, ya da en azından dilin ayrıntılı anlatımlar için kullanılmadığı bir yerdesiniz, o zaman size ne kalıyor? Ben de hayal etmeye, anlatılar kurgulamaya başladım okuma-yazmayı öğrenir öğrenmez. Aslında yazı yazmayı öğrenen herkes yazar olur sanıyordum. Ahşabı kesmeyi öğrenince marangoz olmakla aynı şey gibi geliyordu bana yazmayı öğrenen birinin yazar olması. Bir bakıma, oradaki yokluğu, noksanlıkları yazarak doldurmaya çalışıyordum. Üstelik ben en küçük çocuktum, ablalarım da çok kötüydüler, benimle oynamayı hep reddediyorlardı.
Söyleşinin devamını okumak için tıklayın.
Adania Shibli kimdir?
(TY)