Görmeyeri Tiyatro Topluluğu’nun sahnelediği ve Uğur Küçükdağ’ın yazıp yönettiği “Çekim”, Karaköy İkincikat sahnede tiyatroseverlerle buluştu.
İki perde olarak oynanan “Çekim”, Türkiye’nin ikinci uydusu 1-B’nin fırlatıldığı 10 Ağustos 1994’te başlıyor. Ardından da izleyicileri sahneye kilitleyen bir tempoda devam ediyor. Oyunu konuşmak için bir araya geldiğimiz Küçükdağ, Çekim’i “modern bir Hansel ve Gratel hikayesi” olarak tanımlıyor. Atmosferde ne kadar salınsak da elbet zemin bizi kendisine sorgusuzca çekiyor. Çekim de sert bir şekilde bunu yansıtıyor izleyicilerine…
Çekim’i sahnelemeye başladınız. Öncelikle oyunun hikayesini dinleyelim sizden…
Çekim, modern bir Hansel ve Gratel hikayesi gibi. 1990’lardan günümüze uzanan bir aile hikayesi denilebilir. Aile, o yılların karışıklığı içinde kendine var olacak bir zemin arıyor. Tabi ekonomik ve sosyolojik bakımdan sıkıntılı bir arayış. Orta direk kavramının yeniden şekillendiği dönemler. Hikaye, ailenin çocukları Ece ve Rüzgar’ın gözünden hayat buluyor sahnede. Çocuklar zihinlerinde ve benliklerinde doğan soru işaretlerini cevaplandırmak için bir yolculuğa çıkıyorlar. Çekim, bir yüzleşme gibi. Ama bu yüzleşme bilerek, isteyerek olmuyor. Oyundaki karakterleri sarsan, onları gerçekliklerinden uzaklaştıran şey de bu. Gelecek ve geçmiş arasında gidip gelen bir kurgusu var oyunun. Tamamlanamamış bir aileyi, hem geçmişte hem de gelecekte görme şansı buluyoruz. Ve tabi, iki kardeşin aralarındaki gerilimin nerede ve nasıl doğup büyüdüğüne tanıklık ediyoruz.
Oyun 90’lı yıllarla günümüz arasında salınıyor dediniz. İki zaman arasında naiflikler, saflıklar, iyimserlikler ve bunların tam tersi haller var. Yazarken nasıl düşündünüz?
Geçmiş ve gelecek arasındaki farkı ve benzerlikleri korumaya çalıştım. Oyun çok motifli ve geniş bir hikayeye sahip. Oyunun etkisinde kalmamaya gayret ettim. Karakterler o kadar gevezelerdi ki bazen susturmak zor oluyordu metinde. Oyunu dört kez tekrar tekrar yazdım. Bütünlüklü bir dünya yaratmam ve bu dünya içinde değerli olan bağları belirginleştirmem gerekiyordu. Umarım olmuştur.
E=mc2, o da eşittir sevgi
İkincikat sahnede yeni oynamaya başladınız. Sahne oyuna ne kattı?
Bu yıl ilk defa İkincikat Tiyatro’da konuk ekip olarak gösterim yapıyoruz. Burada güzel oyunlar sergilendi hep. Biz sahneyi çok sevdik. Seyirci sıcak bir ortamda ağırlanıyor. Oyun dışında da keyifli vakit geçiriliyor burada. Bu güzel enerji oyuna da çok yansıyor. Geniş ve kullanışlı bir oyun alanı var ve onu sonuna kadar kullanmaya çalışıyoruz.
Oyunun merak ettiren bir tanıtım yazısı var. O yazıda “bizi hayatta tutan şey yerçekimi” diyorsunuz. Sizi bu oyunu yazmaya çeken neydi?
Yazan&Yöneten Uğur Küçükdağ Oyuncular: Danışman (Psikoterapist) Nuray Yılmaz |
İlham mı bilmiyorum ama bu uzun zamandır üzerine düşündüğüm bir şeydi. Bu ailenin hikayesini yazarken beni en çok etkileyen şeylerden biri sevgiydi. Her şey sevgiyle birbirine bağlıydı. En büyük çatışmalar, çelişkiler, sorunlar bile sevgi bağıyla doğuyordu. Ya çok fazla ya çok az sevmekten. Ya da sevgi bağıyla düzeltilebiliyordu bütün bu sorunlar. Anne ve baba, çocuklarını çok sevdikleri için üzerlerine titriyorlardı. Bazen baskıcı birer ebeveyne dönüşüyorlardı. Çocuklar sevgi görmediklerini düşündüklerinde aile bağları kopuyor, dünyaları altüst oluyordu. Yaşadığımız dünyanın gerçekliği de bu bence. Aynı zamanda çelişkisi de. Dünya globalleşiyor ama aramızdaki bu en asli bağ kopuyor. Daha menfi idealler uğruna yaşayıp ölüyoruz. Mevlana ve Gandi de bundan bahsediyor, insanların evrene sevgiyle bağlı olduklarına inanıyorlar. Atom altı parçacıkların etkileşimini sevgi olarak tanımlıyor Einstein. Beni oyunu yazmak konusunda çeken şey bu bağ oldu. Bunu eşelemek, anlatmak istedim. Sonunda Çekim ortaya çıktı. Bizi hayatta tutan şey yer çekimi ve bu kuvvetin temelinde sevgi var. Einstein'ın dediği gibi E=mc2, o da eşittir sevgi. Buna inanıyorum.
Domates gibi bir sanat doğdu
1980’lerden itibaren baskın olarak Anglosakson kültürünü yaşıyoruz. Oyunda da bu hal bol bol karikatürize ediliyor. Bu değişimi nasıl tarif edersiniz?
Günümüz bilişim çağı olduğu için tüm dünya kültürleriyle canlı bir etkileşimimiz var. Yeni yaşam biçimlerine ve sosyal ilişkilere açık ve belki savunmasız biçimdeyiz. Cumhuriyet, Avrupa kültürünün motivasyonlarıyla kuruldu ve tabiatıyla alafranga bir eğilim yeniden şekillenen toplum üzerinde etkili oldu. 1940’lı yıllarda Avrupa kültürü sonradan edinilse de artık özümsendi ve kendi biçemini yarattı. Siyasi hareketlerin de etkisiyle daha global olan Amerikan kültürü etkisi altında kalmaya başladık. Bu değişimin altın çağı 1990’lar oldu. Çünkü Hollywood sektörel olarak dünya pazarını eline geçirmiş, kendi kültür propagandasını dünyaya satmayı başarmıştı. Yeşilçam bittiği için bu propagandadan biz de nasibimizi aldık. Aynı şey müzik dünyasında da yaşandı. Gelişen teknoloji pazarı farklı müzik türlerini ve tabii ki pop kültürünü topraklarımıza soktu. Bunları sadece olumsuzlamak için söylemiyorum, ama hızla tüketilen kültür ürünlerini tercih ettik, etmek zorunda kaldık. Son olarak bu süreci taçlandıran televizyonun aksiyonuydu. Tüm dünya televizyon gibi bir uyuşturucu ile tanıştı. Uyuşturucu dememin sebebi bugün getirildiği noktanın rastlantısal olmayışı. 2000’lere geldiğimizde dünya değişmiş ve bu değişim bazı ülkeleri yeni bir sömürü sisteminin içine çekmişti. Biz çekilenlerden biri olduk bence. Kendi kültür değerlerimizi yaratmakta ve yaşamakta çağın gerisinde kaldık, hazır olanları almak çağı yakalamak için bir gereklilikti. Gelenekçi değilimdir ama doğru olan yerel sanatımızı yaratmak ve evrensel bir çizgiye getirmek olmalı. Üretmek uzun uğraş ama dışarıdan almak kolay ve ucuz. Domates gibi bir sanat doğdu bütün bunların sonucunda. Ekemiyor, yetiştiremiyor sadece satın alabiliyor ve tüketiyoruz. Domates dediğinin şey koparınca buram buram toprak kokmalı. Şimdi kokmuyor be kardeşim.
Siz genç bir ekipsiniz. Gençlik, sahnenize nasıl yansıyor?
Sahneye enerji olarak yansıyor şüphesiz. Daha idealist bir kadro oluşuyor böyle olunca. Çabuk vazgeçmeyen, peşini bırakmayan. Oyunun kadrosu böyle oldu. Kalabalığız da. Haftanın 6 günü çalışma vardı. Üç ay günümüzü gecemize katarak çalıştık. Genç bir ekiple çalışıyor olmanın faydası bu bence. Daha uzun çalışıyor ama yorulmuyoruz. Oyunu çalışırken tüm ekip üzerine düşen görevi layıkıyla yaptı. Kendi adıma çok mutlu oldum. Güzel bir ekip oldu. Ve bu enerji devam edecek gibi.
Oyun nerelerde ne zaman oynuyor?
Prömiyerimizi İkincikat Tiyatro’da yaptık. Aralık gösterimlerinin sonuncusu 20 Aralık akşamı olacak. 24 ve 31 Ocak Salı akşamları yeniden sahnede olacağız. Şimdilik İkincikat’ta görülmeye devam edeceğiz. Burayı seviyoruz. İkincikat ailesi de bizi seviyor. Seyirci için sıcak bir yer burası. (SM/HK)