Okur-yazar ve de düşünür gençliğin kıyma makinesinden geçtiği darbeli yılları takiben gelen Özalizm, köşe dönmeci "benim memurum-vatandaşım işini bilir" anlayışını toplumsal yaşamımızın odağı haline getirdi.
Depolitize edilmiş gençliğin yeni uğraş alanı artık; çalışmadan, iki türkü çığırarak "İbrahim abi"leri, "Müslüm ya da Orhan abi"leri gibi olmaktı. Öyle ya; İbrahim Tatlıses bile şöhret olmadan evvel, ayağında kundurası, elinde malasıyla İbrahim Tatlı olarak 3-4 kaset çıkartmamış mıydı?
Anadolu'nun doğusundan gelen, hem sesleri, hem de bağırları yanık çoluk-çocuk, kadın-erkekler için, sınır tanımayan hayallerin son durağı İstanbul Manifaturacılar Çarşısı -diğer adıyla İ.M.Ç.- plakçılar çarşısı- oluyordu. Evet, onların İbrahim Tatlıses, Müslüm Gürses ve Orhan Gencebay'dan eksik kalan yanları neydi ki?
Şöhret fabrikatörü Hilmi Topaloğlu
Yönetmenliğini "Ezop" lakaplı (ne anlama geldiğini galada soramadım) Ezel Akay'ın yaptığı "Neredesin Firuze"yi izlerken, bir yandan bu süreci düşünüp, bir yandan da filmin başrol oyuncusu Özcan Deniz'in, menajer Hilmi Topaloğlu'yla (üzerine yıldızlar yağsın) Show TV'ye nasıl geldiğini anımsıyorum. Anımsamam kaçınılmaz, zira; Özcan Deniz bir kadirşinaslık örneği olarak filmi Hilmi Topaloğlu'nun anısına ithaf etmiş.
Müzik piyasasına "yıldız" kazandırmaktaki hüneriyle ayrı bir yere sahip olan Hilmi Topaloğlu, Özcan Deniz'den önce, Mahsun Kırmızıgül'ün de elinden tutmuş, o güne kadar 5-6 kaset, çocuk oyuncu olarak bir iki film yapmış Kırmızıgül'e, bir GS şarkısıyla şöhret kapısını açmıştı. Biraz daha anımsayayım...
Özel televizyonculuk ve Mahsun Kırmızıgül
Zamanlama ve koşullar uygundur. Televizyon tarihinde bir devrim yaşanmaktadır. TRT'nin tekeli kırılmış, Cem Uzan ile işbirliği yapan başbakan oğlu Ahmet Özal, gayri kanuni olarak Star TV'yi kurmuştur. Ayrıca, müzik ve basın piyasasındaki (!) ilişkileri zik zaklar çizen, şımaran İbrahim Tatlıses'in de tahtına yeni varisler aranmaktadır.
Türkiye'nin ilk özel televizyonu Starda, TRT'den transfer Aydoğan Ergezen, Kahraman Afyonoğlu ve Erşan Başbuğ gibi müziği bilen, müzik programı yapan yönetmenler vardır. TRT'nin katı sansüründen uzak bu kanalda, ne prozodi hataları görülmekte, ne sözün Türkçe'ye, ne de alt yapı enstrümanlarının Türk müziğine uygunluğu için bir ölçüt aranmaktadır. Erşan Başbuğ'un çektiği -ki o da adam olacak çocuğu sesinden tanır- "Cim Bom" şarkısıyla Mahsun Kırmızıgül'e "yürü ya kulum" denir.
Özcan Deniz'e ilk klip
Bir söylentiye göre pavyon fedailiğinden gelen Hilmi Topaloğlu, piyasanın içinde bulunduğu koşulları iyi kullanır. Yeni menajerdir, yetenek keşfetmekte maharetlidir. 10 yıl kadar önce elinden tuttuğu Mahsun Kırmızıgül'den sonra, Almanya'dan gelen Özcan Deniz'le de yollarını işte bu koşulları değerlendirmekteki fırsatçılığı buluşturur.
Önce "Gecenin Bir Yarısı" kaseti gelir Özcan'ın. Klip için Kahraman Afyonoğlu'nun kapısı çalınır. Gerçi Özcan, Almanya'dan paralı gelmiştir ama, İ.M.Ç.'nin kurtları tarafından "söğüşlenmiştir" ve klip için para yoktur.
Şayan işkembecisinde bir araya gelinir ve Kahraman Afyonoğlu'nun Ulus'taki evinde klibin çekilmesine karar verilir. İşin ironik yanı; bugün çevresi mankenlerle sarılı, magazin medyasında manken sevgilileriyle anılan Özcan'ın o klibinde oynaması için mankene verecek para yoktur ve Kahraman'ın kızı Yeşim, gece yarısı uyandırılarak klip de oynatılır.
Asıl patlama
Ne yazık ki İ.M.Ç.'ye gelip de ilk kasetiyle şöhreti yakalayan ancak bir iki örneğe rastlanır. Özcan Deniz ismini duyursa da umutlarının yeşermesini ikinci kasete bağlar. Bu kez tam 12'den vurulur. "Hadi Hadi Meleğim" kaseti ve bu kasete ismini veren şarkının ardından "Amanın Aman" klibiyle Özcan Deniz rüzgarı esmeye başlar.
Yine de o kadar kolay değildir şöhret ve paranın kapısını açmak. İlk kasette sağa sola borçlanılmıştır. İkinci kaset ancak o borçları ödeyecektir. Ayrıca Mahsun Kırmızıgül'ün kasetleri de yok satmaktadır ve Star'dan sonra kurulan diğer özel televizyonlar bu satışlara yukarıya doğru ivme kazandırmıştır. Hilmi Topaloğlu da "Mahsun Kırmızıgül" referansıyla, özel televizyonların kapısını Özcan Deniz'e ardına kadar açtırır.
Özel kanalların müzik-eğlence programları
Show TV'de çalıştığım, "Çarkıfelek" başta olmak üzere bir çok yarışma ve "Vur Patlasın Çal Oynasın" adlı eğlence programı çektiğimiz dönemde (yönetmenlerim Kahraman Afyonoğlu ve Ersan Başbuğ'dur) tanıdım Hilmi Topaloğlu-Mahsun Kırmızıgül ve Özcan Deniz üçlüsünü.
Müzik piyasasının görünmeyen yüzünü göstermek ve "Neredesin Firuze"ye gelebilmek için, müzik eğlencesinden, özellikle "Vur Patlasın Çal Oynasın"dan örnek vermek gerek.
Önce Kumkapı'daki Talip Restaurant, ardından da Zincirlikuyu'daki Bertan Üsküdarlı'nın mekanında yapılan çekimlere kimler katılmaz ki? Yanlarında menajerleri, yapımcıları ve basın danışmanları, ellerinde demolarıyla çekime gelenlerin yarısından fazlası davetsiz misafirdir.
Gündüz 11.00 gibi başlayan çekimler, ertesi gün sabaha karşı bittiğinde, -Kumkapı'dan Tarabya'ya kadar- eğlence mekanlarının gözdesi arabesk-fantezi şarkıcıların ve dansözlerin resmi geçidine dönmüş olurdu.
"Vur Patlasın Çal Oynasın" İ.M.Ç.'de her kaset çıkaranın son durağıyken, müzik pazarına kasetle girmek isteyenlerin de ilk duraklarıydı o zamanlar.
Özcan Deniz, Mahsun Kırmızıgül'ün ekürisi
O hercümerç içinde kaset çıkaran Özcan Deniz'se, Mahsun Kırmızıgül'ün ekürisidir adeta. Bir televizyon programına Mahsun Kırmızıgül çağrılırsa, Özcan Deniz'i de kabullenmek Allah'ın emridir. Bu durumdan şikayetçi olan var mıdır? Tabii ki hayır. Genç, yakışıklı ve sıcakkanlı Özcan Deniz, kısa sürede ekranda ve müzik prodüktörleri arasında sevilir.
Show TV'ye, Caddebostan Maksim gazinosunda, Seda Sayan-Mahsun Kırmızıgül'e özel konser programı çekerken, sete gelen Özcan Deniz'in konuk sanatçı sıfatı vardır. Gerçi çektiğimiz o programlardan ötürü, ne müzik kulağım kalmıştı, ne de iyi-kötü kavramım ama, görünen köy kılavuz istemiyordu ki.
Özcan Deniz'in sesi, Mahsun Kırmızıgül'den daha iyiydi ama, hep yedekti. Oysa müzik listelerini alt üst eden "Hadi Hadi Meleğim" ve "Amanın Aman" parçaları ona solo konser kapısını haydi haydi açtırırdı. Sonunda Hilmi Topaloğlu'na isyan ettim: "Neden Özcan'ı hep Mahsun'un altında çıkarıyorsun," diye. Rahmetli Topaloğlu, o zamanlar farkında olmadığım bir gerçeğin altını çizmişti: "Ayşe, Mahsun tek başına program götüremez. Onu sürükleyen Özcan'dır"
Uluslararası müzik yapımcıları
Arabesk ve fantezi müziğin iktidarının el değiştirmesi, pop müzikteki gelişimle olur. Bu gelişim, müzik üretim sistemini de değiştirmekte gecikmez. Hilmi Topaloğlu'nun karınca kararınca bu değişimde de izleri görülür. Prestij müzik, uluslararası şirketlere kafa tutan, onların sanatçılarını transfer eden yerli müzik şirketi olur.
Sony ve Raks gibi uluslararası müzik şirketlerinin temsilcisi büyük firmalar, küçük plak yapımcılarının yerini alır, (sinemada da aynı değişim Warner Bros, UIP gibi şirketlerle olmuştu). İ.M.Ç.'den Ulus ve Etiler'e doğru kayan bu yerli kaset yapan firmalar hiç risk almadan, küçük firmaların elinde pişen ve umut vaadeden isimleri, cüzi bir transfer ücretiyle bünyelerine katmayı uygun görürler, üstüne üstlük çok ağır sözleşmelerle.
Raks'ın tekelciliği (kaset basım ve dağıtım fabrikası var) küçük plak yapımcılarının da elini kolunu bağlar. Eskiden tarlasını-bağını satıp gelenlere kaset yapmaktan çekinmeyenler (kaybedecekleri bir şey yoktu), bu kez düşünür olurlar. Bir iddiaya göre uluslararası firmaların ya da bir iki sesle palazlanan orta ölçekli plak şirketlerinin, alttan alta destekledikleri korsan üretim, yeni seslere yatırım yapmanın önüne geçer. Onlar bu korsan üretimin dışına atılmışlardır.
Prestij Holding
Hızla büyüyen ve bir çok sanatçıyı transfer eden (Edip Akbayram'dan Yavuz Bingöl'e, Adnan Şenses'ten Ceylan'a kadar kimler yoktur ki?) Topaloğlu, Kırmızıgül'le ortak şirketine, o tarihlerde yıldızı yeni parlayan Haluk Levent'i, -tarzı olmamasına rağmen- katar. Topaloğlu'nun inandığı ve güvendiği bir isim, Özcan Deniz'den sonra Haluk Levent'tir. "Çek sahtekarlığı"ndan cezaevine düşen Levent'in koğuşuna, stüdyo kurması bunun bir göstergesi sayılabilir.
Barış Manço ve Kurtalan Ekspres, Cem Karaca ve Moğollar, Edip Akbayram, Ersen ve Dadaşlar, Erkin Koray'ın yolunu izleyen ve Anadolu Folk yapan Haluk Levent, geçmişin müzik rüzgarını bugüne ve geleceğe doğru yeni bir yorumla estiren devrimci söylemi olan isimdir.
Anadolu'nun yanık sesli insanları, "arabanı sağa çek, ağla" arabeskliğinin dışında, aşık geleneğinin yansıması olan bu isimlerle umutlarını tazeliyorken, Hilmi Topaloğlu'nun öngörüsünde ne kadar haklı olduğunu, geçen zaman gösterir.
Özcan Deniz'in müzik kariyeri televizyon ve sinemayla birlikte yeni bir ivme kazanırken, Mahsun Kırmızıgül bugün nerededir?
Hilmi Topaloğlu'nun öngöremediği gerçek bambaşkadır. Prestij Müzik ve Filmi, bir aile şirketi olarak kuran, tüm tanıtım ve kokteyleri, 15-20 sanatçısıyla gelerek görsel şölene dönüştüren Hilmi Topaloğlu, önce uluslararası müziğin tekelci temsilcilerini, en önemlisi de "sanatçı rekabeti"nin sonuçlarını hesaplayamaz.
Hızlı yürüyen çabuk yorulur
Hızlı büyüme beraberinde sorunları da getirir. Özellikle Kırmızıgül ve Deniz arasındaki çekişme su üstüne çıkar. Şirkete gelen her iyi besteyi kendisine ayıran Kırmızıgül, ortak olmanın avantajlarını sonuna kadar kullanırken, tıpkı kasetinde söylediği gibi "Alem buysa kral benim" der. Mahsun Kırmızıgül'ün pastadan en büyük payı alması, bunu da hak görmesi rahatsızlığı artırır.
Büyük paralarla transfer edilen sanatçılara verilen sözler yerine getirilemez, kaset ya da dizi çeken sanatçıların, kanallardan tahsil edilen paraları sanatçılara ödenemez olunca kopuşlar başlar. Ama asıl büyük kopuş; Mahsun Kırmızıgül'ün ortaklıktan ayrılmasıyla yaşanır. Karşılıklı alacak-verecek söz düelloları basına da yansır. Çöküş bir kere başlamıştır artık. Önüne geçebilmenin yolu yoktur. Ailesinin üyelerini bir bir yitiren Hilmi Topaloğlu'nun yanında Özcan Deniz, Alişan ve Haluk Levent vardır. Onlar da sıfırı tüketmiş, çıkış yolları aramaktadır.
İşte bu dönemde sinemaya ve televizyona soyunan Özcan Deniz, yeniden ayağa kalkar. Hilmi Topaloğlu mu? Beyninde su toplanan, Gazi Yaşargil'in ameliyat ettiği Hilmi Topaloğlu, geçtiğimiz yıl aramızdan ayrılır.
Özcan Deniz'in yükselişi: Neredesin Firuze?
Prestij müziğin iflasıyla, kaset yapmak için Almanya'dan geldiği günkü uysal, mahzun ve mazlum haline dönen Özcan Deniz'in kapısını şans ikinci kez "Asmalı Konak"la çalar.
Seymen Ağa tiplemesiyle yeniden ekranları başındaki izleyiciyi etkisi altına alan Özcan Deniz bu kez tek başınadır. Ardında bir hamisi olmadan çıktığı bu ikinci yolculukta; daha bilinçlenmiş, Bizans entrikalarına karşı bilenmiş, kendisini kültürel olarak donatmış, hedeflerini iyi belirlemiş bir Özcan Deniz portresi çıkar.
2003'teki "Asmalı Konak" dizi ve sinema filmi, Mustafa Altıoklar'la çektiği "O Şimdi Asker" filmi ve 2004'te izlediğimiz "Neredesin Firuze", müzikten sonra, oyunculuk kariyerindeki şimdilik son noktadır.
Öyküsü Özcan Deniz'in İ.M.Ç. Plakçılar Çarşısı'nda yaşadıklarına dayanan, Haluk Bilginer, Demet Akbağ, Cem Özer, Ragıp Savaş, Ruhi Sarı, Şebnem Dönmez, Zeynep Eronat gibi oyuncuların yanı sıra, müzik piyasasından bir çok ünlü ismin irili ufaklı rollerle konakladıkları "Neredesin Firuze", yönetmeni Ezel Akay'a göre bir kült film.
Kaset yapmak için yırtınanlar
Konusu; kaset yapmaya çalışan müzik prodüktörü Hayri ve Orhan'la, Almanya'dan kaset yapmak üzere getirtilen Ferhat'ın borçlar yüzünden çıkarılamayan kaseti ve Ferhat'ı televizyon şovunda izleyen Firuze adlı zengin ve gizemli bir kadın üzerine kurulu olan film; çizgi film tadındaki karakterleri, ışıltılı ve fosforlu kostümleriyle -gerçekten bu tip sahne kostümleri bir dönem vardı- dışardan oldukça renkli gözüken, içine girince ise, sırı dökülmüş bir ayna gibi, bize bizi anlatan traji-komik hallerimizin bir resmi geçidi gibi.
Müzik yapımcısından tetikçisine, yönetmeninden beş vakit namaz kılan Müslümanına kadar herkesin kaset çıkartmak telaşında olduğu "Neredesin Firuze", bugün Unkapanı'nı arşınlayan, doktor, avukat, öğretmen, öğrenci ve sıradan meslek temsilcilerinin sıraya girdiği arenadaki kıran kırana savaşı, mizahi bir dille anlatıyor. Sanki Popstar seçmelerinde, kapı pencere kıran izdihamı önceden görmüşler gibi...
Oyunculuklar ve Mustafa Preşeva
Dün yalnızca müzik pazarıyla ilgilenenlerin bildiği gördüğü, bugün ise televizyon izleyenlerin tanıklık ettiği müzik pazarının komik hallerini, Mustafa Preşeva'nın olağanüstü kurgusuyla izlediğinizde gerçekten de bir çizgi film aksiyonu çıkıyor ortaya. Zaten "kaset yapmak için yırtınırken yırtılanlar" diye filmi anlatan Haluk Bilginer de, bir çizgi film karakterine uygun yırtıcı bir oyun sergiliyor.
Öyle ki onunla yorulurken, Demet Akbağ'ın duru oyunculuğuyla dinleniyor ("Vizontele Tuba"daki rolü keşke daha uzun olsaydı. Bir de skeçlerde kullandığı konuşma şeklini daha da denetleyebilseydi), Ragıp Savaş ve Ruhi Sarı'nın doğal oyunculuklarından tad alıyoruz.
Gala seyircisi ciddiyet ve samimiyet
Tabii bir de yönetmen Ezel Akay var. Filmin başından sonuna kadar, her bir karede kendisini hissettiren Akay, seyirciyi Alfred Hithcokvari bir sonla buluşturuyor.
Akay, bir oyunculuk sirki diye tanımladığı filmini, "aksiyon ve espri ritmi oldukça yüksek, zaman zaman masalsı anlatımın kendini hissettirdiği, sahici ama realist olmayan bir havası olan, bir de alttan alta, elinde tuttuğu, hafiften aşık olduğu karakterlerle eğlenmek ve yine ikinci ve gizli bir alt eğlence dünyasının sakil ve karanlık tarafıyla gırgır geçebilmek" olarak anlatıyor.
Son dönemde gittiğim "Asmalı Konak" ve "Vizontele Tuuba"nın galalarında olmayan bir şey vardı "Neredesin Firuze"de. Gala seyircisini ciddiye almamak gerektiği söylenir ancak, öncekilerde hem filmler ciddiyetsiz ve samimiyetsizdi, hem de gala seyircisi. "Neredesin Firuze"de ise her ikisi birden vardı.
Yeni hit parçamız: Siz evde yoktunuz
Eeeee, eğer İstanbul Plakçılar Çarşısı anlatılıyorsa, filmin müziklerinin de farklılığı olması gerek. Herkesin bildiği şarkıları bozarak- kendi ifadeleri- ters yüz ederek, filmin tüm oyuncularına şarkı söyleterek farklı bir konsept oluşturan Ender Akay, Sunay Özgür, Tanju Eren, Gürkan Kurtkaya, bir hit parça çıkarıyorlar, Siz Evde Yoktunuz'la.
İstanbul'u temsil eden 18 özel yapının bulunduğu, 2 metre genişliğinde 16 metre uzunluğunda özel yapım İstanbul Pastası ve filmdeki pasta savaşı sahnesi, yağmalanan İstanbul'u, bir düğün sahnesinde komikaze ediyor.
"Neredesin Firuze"de "Yeni trend Taksim'e yapılacak caminin adı" olarak dillendirilen Türkiye'deki kültürel ve politik değişim, "gerçekler söylenince geriye ne kalıyor"la da son noktayı koyuyor.
İ.M.Ç. Plakçılar Çarşısı'nı, Perpa İş Merkezi'nde, İPÇ- İstanbul Plakçılar Çarşısı- olarak yeniden kuran Ezel Akay, Özcan Deniz'in yaşadıklarından Levent Kazak'ın senaryolaştırdığı bu çizgi masal filmde gerçekleri söylüyor ve çekiyor ama, herkesin içindeki meleğe seslenilebiliyor mu?
Ömer Kavur'un söylemiyle bir filmin bir meleği varsa, bu filmin de meleği Demet Akbağ. Tıpkı filmin girişinde çağrıştırdığı gibi. Ya şeytan nerede? O da, filmin ayrıntılarındaki gerçeklerde: Şeytan ayrıntıda saklıdır... (AD/EK)