Çalışma yaşamını doğrudan ilgilendiren alanlar sermayenin ihtiyaçları doğrultusunda yasal garantilere kavuşturuluyor. Esnekleşmenin bütün türlerine imkân veren İş Kanunu ve Özel İstihdam Büroları Yasası'ndan sonra, sıra 2821 sayılı Sendikalar Yasası ve 2822 sayılı Toplu Sözleşme-Grev ve Lokavt Yasası'na geldi. Adımlar sermaye için tam zamanında atılıyor.
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, oluşturduğu akademik komisyon eliyle hazırlattığı Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi (TİS) yasa taslağını, İş Kanunu uyarınca oluşan üçlü danışma kurulunda sendikalara iletti.
Bakan Ömer Dinçer, başkanlığını yaptığı üçlü danışma kurulundan çıkarken, "işçi ve işveren sendikalarının taslak konusunda değerlendirmelerini alacaklarını, uzlaşmaya varılamaz ise, meclisteki tasarının yasallaşacağı konusunda" tarafları uyararak aba altından sopa gösterdi.
Bu açıklamadan anlaşılacağı gibi, ortada birbirinden çok farklı olmayan, biri mecliste, öteki üçlü danışma kurulunda işçi ve işveren sendikalarına verilen iki taslak var.
Aslında ne oluyor?
Siyasi iktidar, hem sendikalardan görüş isteyip uzlaşmadan söz ederken, hem aba altından sopa göstermekle, aslında, işçi sendikalarına "ayağınızı denk alın, taslağa taktik (yem) olarak yerleştirdiğim düzenlemeler dışında kalan yerleri kurcalamayın" diyor.
Ortaya sürülen taslakları yürürlükteki yasalarla kıyaslayıp aralarındaki farkı bulmak, iyi mi-kötü mü diye tartışmak, işçi sınıfının gerçek ihtiyaçlarını gölgeler. Esas olan, politikleşmiş bir sınıf hareketine ulaşma yolunda, sınıfın ve sendikal hareketin bu yasalarda görmek istediklerini kuvvetle talep etmesi, taslaklarla yürürlükteki yasalar arasında, hangisi ehveni şer diye gezinmek değil.
Çünkü içeriğine bakıldığında, sendikalara sunulan yasa taslağı, 12 Eylül darbesinin silah zoruyla işçi sınıfını mahrum bıraktığı hiçbir hakkı ona teslim etmiyor. 12 Eylül vesayeti taslakların içinde kol geziyor. Üstelik 12 Eylül anayasasındaki engellerin kaldırılıp kaldırılamayacağı gerekçede hatırlanmıyor bile. Öte yandan, kapitalizmin bu alandaki dünya kurumu olan İLO'nun (Uluslararası Çalışma Örgütü) 87 sayılı "sendika özgürlüğü ve örgütlenme hakkının korunmasına ilişkin sözleşme"si ile 98 sayılı "kolektif müzakere hakkı prensiplerinin uygulanmasına ilişkin sözleşme"si taslaklara hiç yansımıyor bile.
12 Eylül, örgütlenme özgürlüğünü engelleyen işkolu ve işyeri barajını dipçik zoruyla mevcut yasalara yerleştirdi. Sendika seçme özgürlüğünü (referandum), genel grev, siyasi grev, dayanışma grevi ve hak grevini yasakladı. Grev oylaması ve grev ertelemesi yolu ile kırıcılık yapmayı yasaların ruhu haline getirdi.
Siyaset yasağı, temsilci seçimi ve sayısının sınırlandırılması, kendi konu ve amaçları dışında toplantı ve gösteri yasağı gibi, 12 Eylül ürünü hükümlerin tamamı, eski veya yeni kılıklar içinde, sendikalara verilen taslakta da karşımıza çıkıyor. Taslak bununla da yetinmeyip, ileriye yönelik olarak, işçi sınıfının başına önemli belaları musallat edecek işyeri ve meslek sendikacılığının yolunu açıyor.
Yeni Sendikalar Yasası teklifine yakından bakış
2821 sayılı sendikalar yasasıyla, yeni yasa teklifi madde madde bakıp kıyaslanacak olursa, taslağın 2. Maddesindeki federatif tip sendikacılık olumlu bir yön olarak görülebilir. Buna karşılık işyeri ve meslek sendikacılığı, tam tersine, sınıf hareketini bölecek, eylem birliğini bozacak, sarı ve hatta gangster sendikacılığa yol açabilecek bir "yenilik" olarak ortaya çıkıyor. "Baraj bunu önler" savunması yersiz bir avuntudur. Yasal tanınmaya kavuşacak bu sendikalar, toplu sözleşmenin tüm hükümlerini içeren protokoller yaparak meşruluk kazanabilir ve uygulamada barajı aşabilirler. Üstelik barajdan medet ummak işçi sınıfına ve dostlarına düşmez. Tersine, hem baraja hem de işyeri ve meslek sendikacılığına yasal güvenceye kazandırılmasına karşı çıkılmalı.
Aynı şekilde, 3. Maddede işkolu sayısının 28'den 17'ye düşürülmesi olumlu, ancak; 1 No'lu işkolunun (Gıda, avcılık, balıkçılık, tarım ve ormancılık) daha önce değilken şimdi baraja tabi olması önemli bir olumsuzluk. 18. Madde üye olma ve üyelikten çekilmede noter şartını kaldırıyor. 21. Madde, işsiz kalınsa bile üyeliğin 1 yıl devam edeceğini düzenliyor. 20. Madde üyelik aidatında kaynaktan kesinti yapmayı (chek-off) kaldırıyor. 35. Maddede sendika yöneticilerinin maaşlarına sınır getirme, 34. Maddede sendikaların nakitlerinin yüzde 25'ini aşmamak üzere üyelere kredi vermeleri -bu sendikayla işçiyi akçeli konularla bağlayan sendikaları finans kuruluşlarına dönüştüren olağanüstü tehlikeli bir madde-, 37. Maddede gelir ve giderlerin denetiminin yeminli mali müşavirlerce yapılması düzenleniyor.
Yeni TİS yasası
2822 sayılı TİS (Toplu İş Sözleşmesi) yasa taslağı ise; yetki ve TİS müzakere sürecinin bıktırıcı engelleri konusunda dişe dokunur bir değişiklik getirmiyor. Taslak, mevcudu neredeyse aynen koruyor. Taslağın 9. Maddesinde TİS'le çalışanların bir bölümünü kapsam dışına çıkaran sınırlama konamayacağını kayıt altına alıyor, 11. Madde ile işkolu barajını yüzde 2'ye çekiyor, ancak, baraja tabi olmayan 1 No.'lu işkolunu da baraj kapsamına alıyor. İşkolundaki toplam çalışan sayısında artık bakanlık rakamları değil, SGK (Sosyal Güvenlik Kurumu) rakamlarının esas alınacağı özenle belirtiliyor.
Bunun sonucunda iş kolu sayısının 28'den 17'ye düşmesi, işkollarında toplam çalışan sayısını katlayacak ve hesaplamada SGK'nin esas alınması gerçek rakamlar üzerinden hesaplamayı getirecek. Bu durum eskiyle kıyaslandığında aslında işkolu barajının en az yüzde 5 olduğu iddiasına kapı aralar. Ayrıca, Özel İstihdam Büroları Yasası ile birlikte değerlendirilirse işyeri barajının da yüzde 50+1'in çok üzerine çıkacağını söylemek için kâhin olmaya gerek yok. 31. Madde ile genel, siyasi, dayanışma ve hak grevinin kanun dışı olduğu düzenleniyor. 34. Madde ile Bakanlar Kurulu'nun yetkisinde olan grev yasağı yerel mahkemeye aktarılarak, hâkime dava karara bağlanana kadar grevi durdurma yetkisi veriliyor. Bu hüküm önceki yasada yoktu.
Yasa tekliflerinde başkaca değişiklikler olmakla birlikte en göze batanları bunlar.
Sendikacılar ve sendikalar yasaya ilgisiz
Değişiklikler işçi sınıfının sendika ve örgütlenme özgürlüğü önündeki engelleri de toplu sözleşme (TİS) hakkı önündeki engelleri de kaldırmıyor. Tüm makyajlara rağmen mevcut yasaların engelleyici içeriğini de olduğu gibi koruyor. Hatta mahkemeden grev yasağı çıkmadan, hâkime hemen grevi durdurmak gibi daha ileride bir antidemokratik yetki veriliyor.
Sendikalar bu gelişmeleri üyeleriyle tartışıp bir mücadele hattı örmeyi gündemlerine almadıkları gibi, aslında ne dedikleri ve ne istedikleri de çok belli değil. Görünen o ki; sendikal hareketin başındakiler, aidatın kaynaktan kesilmesi (chek-off sistemi), sendika yöneticilerinin ücretlerinin sınırlandırılması, yüzde 2 olan işkolu barajının yüzde 1'e düşürülmesi gibi konulara takılarak, işin aslını unutacaklar. Aidatın kaynaktan kesilmesi için illa yasaya gerek de yoktur. TİS'lerin neredeyse tamamında "aidat kaynaktan kesilir" düzenlemesi zaten var. Bunlarla uğraşmak anlamsız. İşçilerin ve toplumun dikkatini bu düzenlemelerden doğacak sakıncalara çekmek işçi sınıfının ileri unsurlarına ve sosyalist harekete düşüyor.
Kamu emekçileri sendikaları da sanki gündemdeki bu yasal düzenlemeler kendi dünyalarını hiç ilgilendirmiyormuş gibi sessizlik içindeler. Oysa; tam da bu yasa taslakları tartışılırken gerçekleştirdikleri "bir günlük iş bırakma" eylemini soyut bir "grev ve toplu sözleşme hakkı" ile gerekçelendirmek yerine, 4688 sayılı Kamu Görevlileri Sendika Yasası'nın feshini isteyebilir ve kıyameti bunun için koparabilirlerdi. 2821 ve 2822 sayılı yasalara tabi olmak istediklerini haykırarak tek bir sendikalar yasası ve tek bir TİS yasası talebini yükseltmelilerdi. Bu sınıfın mücadele birliğini ve kazanım gücünü artırabilirdi.
Kaybedilen mevzileri geri almanın ve yeni mevziler kazanmanın yolu, 12 Eylül darbesinin silah zoruyla kurduğu her alandaki vesayetinden en çabuk en köklü biçimde kurtulmaktan geçiyor. 2821 sayılı Sendikalar ve 2822 sayılı Toplu İş Sözleşmesi yasa tasarısı, hiç değilse 11 Eylül 1980'deki haline dönmelidir. Olmaz mı? Daha önce nasıl olduysa yine olur.(MŞ/EÜ)
________________________________________________________________________
* Mustafa Şimşek'in yazısı Ekmek & Özgürlük dergisinin Aralık 2009 sayısında yayınlandı.