Yalnız onlar değil Avrupalılar da bayılıyordu bu şehre. Hüsnü Mübarek'in bir malikânesi var. Tony Blair'in de ailesiyle birlikte defalarca burada tatil yaptığı biliniyor. Cuma gece yarısını geçe, barlar, kafeler güneş yorgunu turistler ve yerel halkla doluyken ilk bomba hediyelik dükkânlarının olduğu eski pazarda patladı. Daha sonraki patlamalarla birlikte ölü sayısı 100 yaklaşacaktı. Eski pazarda bir kahvede zengin otellerin, tatil köylerinin Mısırlı çalışanları işlerini bitirmiş, günün yorgunluğunu atmak için oturuyorlardı. Bombayla 17 işçi havaya uçuverdi. Neyin bedelini ödediklerini, neden tam yorgun kemiklerini dinlendirecekleri, rahat bir soluk alacakları anda kül olup havaya karıştıklarını hiçbir zaman bilemeyecekler.
Onlar yeni savaşın kurbanları. Kör bombaların, intihar komandolarının, yeni savaş düzeninin yeni kahramanlarının. Onların hayatının fazlaca bir önemi yok. Birer rakam olarak geçecekler tarihe. Iraklı çocuklar gibi. Afganistanlı siviller gibi. İspanya'da, Londra'da, New York'ta, İstanbul'da havaya uçurulanlar gibi. Dolayısıyla onların ölümü öldürenler açısından bile bir yanlışlık olarak adlandırılmayacak. Onlar, hiç ilgileri bulunmayan, zaten kurban edilmiş oldukları, kölesi bulundukları birilerine iletilecek sözün taşıyıcıları olarak gönderildiler ölüme. Sağır dilsiz ulaklar gibi.
Brezilyalı kurban
Londra'da patlayan bombaların katlettikleri de sabah mahmurluğu içinde işlerine yetişmeye çalışan insanlardı. Farklı ırklardan, farklı çevrelerden çalışan insanlar. Büyük ihtimalle çoğu Irak savaşına karşıydı. Londra nüfusunun büyük kısmının savaşa karşı olduğunu, milyonların meydanları doldurup savaş karşıtı gösterilerde bir araya geldiğini biliyoruz. Şimdi istemedikleri, engel olamadıkları bir savaşın hedefi haline geldiler.
Cuma günü Stockwell metro istasyonunda yanlışlıkla öldürülen Jean Charles de Menezes'in yasını tutuyor şimdi ailesi. Güneydoğu Brezilya'nın Minas Gerais eyaletinden Gonzaga şehrine yarım saat uzaklıkta bir çiftlikte yaşıyormuş Jean Charles. Üç yıl önce Londra'ya yerleşmiş. Elektrikçi olarak çalışıyormuş. Güney Londra'da Tulse Hill'de Scotia Road'da bir evde kalıyormuş. Tulse Hill adresi, patlamayan bomba çantalarından birinde bulunduktan sonra semt polis tarafından sıkı denetim altına alınmış. Kafasında beyzbol şapkası, üstünde mevsime göre kalınca bir ceket ve geniş kesimli pantolonuyla Jean Charles polis için uygun bir hedef olarak metro istasyonuna kadar takip edilmiş.
Silahlı bir polisin 'dur' ihtarına uymayıp kaçmaya başlayan Brezilyalı 27 yaşındaki delikanlı bilet kontrol turnikelerinin üstünden atlayıp koşarak hareket etmek üzere olan trene atlamış. Ardından atlayan polisler onu yere yatırıp etkisiz hale getirdikten sonra biri kafasına ve sırtına beş el ateş etmiş. Birkaç adım ötesindeki bir görgü tanığı şöyle anlatıyor: "Yüzüne baktım. Sağa sola bakıyordu ama kıstırılmış bir tavşan, bir tilki gibiydi bakışları. Şaşkın ve çaresizdi. Görmek, işitmek çok acı vericiydi... Bir adamı öldürüşlerine tanık oldum."
Büyükannesi Dona Zilda, kendi topraklarından sesleniyor: "İyi kalpli, iyi eğitim görmüş bir işçiydi. Terörle ne ilgisi olacak?" Scotland Yard da ertesi gün, Menezes'in bombalama olaylarıyla bir ilgisi bulunmadığını açıkladı.
Kuzeni Alex Pereira, Greenwich'deki morgda cesedini teşhis etti. "Onu neden vurdular, anlamıyorum", dedi. Terörist değildi. Dürüst bir adamdı. En acı olanın da sırtındaki ve ensesindeki mermi yaralarını görmek olduğunu söyledi.
Jean Charles, sert bir iklimden geliyordu. Yoksuldu. Bütün yoksullar gibi polis korkusuyla yetişmişti. Belki yeterince dil bilmiyordu. Kendini bir trene atarsa kurtulabileceğini sandı. Belki Brezilya'da geçen yoksul çocukluğu sırasında şehirlerde çok polisten kaçmışlığı vardı.
Sırada kim var
Britanya Müslüman Konseyi bir uyarı yayımlayarak bu gelişmelerden duydukları kaygıyı dile getirdi. 'Polisi nasıl eleştirirsiniz?' diye ağır tehditler aldıklarını belirten basın sözcüsü polisin ağır bir baskı altında olduğunu bilmelerine rağmen onları dikkatli olup bu tür yanlışlıklara mahal vermemeleri konusunda uyardı. İslami İnsan Hakları Komisyonu Başkanı Mesud Şadcareh olayı 'yargısız infaz' olarak değerlendirip, 'şüphe üstüne bir insanı nasıl vurursunuz, şüphe üstüne bir insanı hapse bile atamazsınız?" diyor, 'öldürmek için ateş et' emri yüzünden masum insanların hayatlarının tehlikede olduğunu hatırlatıyordu.
İngiliz polisi, İsrail polisinin tavsiyesiyle yeni bir talimatla intihar komandosu olduğundan kuşkulanılan kişilerin kafalarından vurulmasını emretmişti. Bu talimat, 'Daily Express'te 'Tüm bombacıları vurun' manşetiyle kutlanmıştı. Jean Charles, bu talimatın ilk kurbanı oldu. Başta Britanyalı Müslümanlar olmak üzere bütün esmer, Afrikalı, Asyalı ve Latin Amerikalılar şu an İsrail polisinden devşirme bu vahşi taktiğin gölgesinde titreşiyor. Sıra her an bir başkasına gelebilir.
Bu dünya savaşını kimler başlattı? Kimler kışkırttı? Terör hiçbir şeye çözüm olamaz, hayat tarzımızdan vazgeçmeyiz, ilkelerimizden taviz vermeyiz, diye böbürlenen Blair şimdi panik halinde bu saldırıların Irak savaşıyla hiçbir ilgisi bulunmadığını, zaten 10 yıldır terörün var olduğunu vurguluyor her fırsatta.
Oysa Britanya halkının büyük kısmının bu saldırıları Irak savaşıyla bağlantılandırdığı, bu savaşa karar verenlerin sorumlu olduğuna inandığı anlaşılıyor yapılan araştırmalardan. Pekiyi terör gerçekten sonuç alamıyor mu? Batı'nın bütün metropolleri teyakkuz halinde, seferberlik koşullarına geçmiş. Konu komşu birbirine kuşkuyla bakıyor. Bütün karakafalılar olası intihar komandosu muamelesi görüyor, itilip kakılıyor. Pusuda bekleyen ırkçılık gemi azıya almış, camilere saldırılar düzenleniyor. Dünyadaki duruşunun en afili pozunu soğukkanlılık olarak ilan etmiş Britanyalılar bile paniğin eşiğinde titreşiyor.
Bütün bunlara rağmen terörün kazanamadığını ilan etmek nereye kadar inandırıcıdır? İşçi Partisi'nden Jeremy Corbyn, 'Öldürmek için ateş et' politikasının yeni saldırıları kışkırtacağını iddia etmiş. 'Böyle bir şiddet uygulamasının şiddeti kışkırtmaktan öte bir yarar getireceğine inanmıyorum' diyor. Şimdi besbelli yeni talimat da tartışılacak.
Batı dünyasının hızla tekinsiz, tehlikeli topraklara dönüşmesiyle birlikte o dünyanın insanlarının aktif siyasete katılımı da kaçınılmaz olarak artacaktır. Savaşın sınırötesi operasyonlarla uzaktan izlenebilen, nasıl bir yaşam sürüp nelere inandığı meçhul karanlık kültürlere yönelik sert tembihler olarak uygulanan aklın yolu olmadığı anlaşıldıkça savaş karşıtlığı da güç kazanacaktır. Şimdi yegâne umut, bu korkunun bir uyanıklığa el vermesidir. (YT/TK)