Bu tanımlamanın arkasında yatan politik değerlendirme önemlidir. Çünkü, ABD'nin diplomatik jargonunda "küresel terör" ile "radikal İslam" aynı anlama gelmektedir. Bu durumda, Bush ve Blair'in yeni tanımına göre Türkiye, "Radikal İslam'a karşı savaşın cephe ülkesi" olmaktadır.
İstanbul'da patlayan bombaların, Türkiye'nin küresel düzen içindeki yerinin yeniden tanımlanması için aktüel bir gerekçe oluşturduğu anlaşılıyor. Hem ABD hem de Batı Avrupa'daki amerikancı güçler, geçmişten farklı olarak Türkiye için yeni bir rol biçmeye hazırlanıyor. Türkiye'ye, "ılımlı İslam" ile radikal İslam'ın kapışacağı bir test alanı olarak bakılıyor. Çünkü Batı, Atlantik ötesi ve berisiyle kendisine yönelik küresel bir tehdit olarak algıladığı radikal İslam'a karşı çözümü, giderek artan oranda, ılımlı İslam'ı güçlendirmekte arıyor. Çevresine baktığında bu modele en uygun ülke olarak Türkiye'yi görüyor.
İstanbul zirvesinin önemi
İşte, tam da bu tarihsel dönemeçte, 28-29 Haziran 2004 tarihlerinde İstanbul'da toplanacak NATO zirvesinin önemi artıyor. Çünkü, son genişleme dalgasıyla 26 üyeli küresel bir savaş örgütüne dönüşecek olan NATO, 11 Eylül'den sonra ABD'nin yönlendirmesiyle başlattığı dönüşüm çabalarını sürdürüyor. İttifak, yeni varlık gerekçelerini belirleyerek kendisini yeniden tanımlamaya hazırlanıyor. Bu nedenle, NATO'nun İstanbul zirvesi, Ekim 2003'te Prag'da toplanan konferanstan sonra, İttifakın Soğuk Savaş sonrasındaki en önemli toplantısı olacak. Daha da önemlisi "Yeni NATO" İstanbul'da kurulacak.
Geni görev tanımı ve tehdit değerlendirmesinin de yapılacağı bu toplantıda NATO, daha önce "Akdeniz Diyalogu" ismini verdiği sınırlı yayılma siyasetini geliştirmeyi; "doğu ve güney coğrafyasını" içine alan yeni bir genişleme stratejisi oluşturmayı hedefleyecek. Başka bir anlatımla, ABD'nin Büyük Ortadoğu Projesi'ne (BOP) paralel olarak geliştirilen ve Kuzey Afrika'dan Orta Asya'ya kadar uzanan bir alanı hedefleyen "Geniş Bölgesel Diyalog" konsepti, İstanbul zirvesinde karara dönüşecek.
NATO'nun genişleme alanı olarak tarif edilen yeni bölge, büyük ölçüde bir İslam coğrafyasıdır. Dolayısıyla, bu bölgenin yeniden yapılandırılmasındaki kilit kavramın "ılımlı İslam" olacağını kestirmek güç değil.BOP'un taşıyıcısı olacağı anlaşılan "ılımlı İslam" stratejinin nasıl uygulanacağı da İstanbul zirvesinde tartışılan konular arasında yer alacak. Bu anlamda İstanbul zirvesi, ABD'nin 21. Yüzyılda küresel egemenlik stratejisini oluşturan "Yeni Amerikan Yüzyılı Projesi" nin bir alt sistemi niteliğindeki BOP'un, İttifak siyasetine dönüştürülme girişimine sahne olacak. İttifakın, 2003 Prag zirvesinde oluşturduğu Acil Müdahale Gücü'nün geliştirilmesinin de gündeme alınacağı İstanbul'da, tartışılacak bir başka önemli konu ise ABD'nin uyguladığı "önleyici saldırı doktrini" olacak.
Doğu'da yeniden büyük oyun
Görüldüğü gibi, zirvenin gündem başlıkları bile, bu savaş örgütünün yeniden yapılanmaya hazırlandığını açıkça ortaya koyuyor. Aslında, NATO'nun dönüştürülmesi ve yeniden tanımlanması girişimi yeni değil. ABD'nin NATO nezdindeki büyükelçisi Nicholas Burns, daha 19 Ekim 2003'de Prag'da toplanan konferanstaki konuşmasında şunları söylüyordu:
"Bu konferansın adının 'NATO ve Büyük Ortadoğu' şeklinde düşünülmüş olması çok isabetlidir; çünkü Bush yönetimi olarak biz, NATO'nun çabalarını Büyük Ortadoğu'ya yoğunlaştırması gerektiğini düşünüyoruz. Şöyle diyelim: NATO 54 yıldır varlığını sürdürüyor ve bu 54 yılın büyük bölümünde NATO için tek bir tehdit vardı. Bütün askeri ve diplomatik stratejimiz bu tehdide karşı odaklanmıştı. Prag zirvesi, kanımca NATO'nun tarihinde bir dönüm noktası oldu. Çünkü, önümüze yeni görevler koydu. Bize, kendimizi askeri olarak yeniden yapılandırmamız gerektiği duygusunu verdi. (...)
"Tehdit değiştiyse, bu değişen tehditle birlikte biz de değişmeliydik. Bu yüzden Başkan Bush, Dışişleri Bakanı Powell ve Savunma Bakanı Rumsfeld önderliğindeki ABD yönetimi, Prag toplantısının gündemini hayata geçirmeye çalışmaktadır. Sanıyorum ki, bir on yıl daha bu gündemi uygulayacağız. Dikkatimizi ve askeri gücümüzü doğuya ve güneye konuşlandırmalıyız. NATO'nun geleceği, inanıyoruz ki, doğuda ve güneydedir. Büyük Ortadoğu'dadır." (Tam metin için bkz.. Teori dergisi, Mayıs 2004)
Nicholas Burns aynı konuşmada; NATO'nun geleceğinin "krizlere el koymak ve yanıt vermek" olduğunu da belirterek, yeni yapılanmanın Avrupa ve Amerika için tehdit oluşturan "Orta ve Güney Asya'da, Ortadoğu ve Kuzey Afrika'da yer alan ülkelere yapılacak operasyonlara" göre şekilleneceğini vurguluyor. Burns, İstanbul zirvesinin önemi de şöyle belirtiyor:
"İstanbul zirvesine hazırlanırken -ki İstanbul zirve için uygun bir yerdir- bir adım atmamız gerektiğine inanıyoruz. NATO'nun genişlemesini sadece 'Akdeniz Diyalogu' ile değil, Kafkasya ve Orta Asya ile birlikte düşünmeliyiz."
Yeni NATO'nun merkezi İzmir olacak
Peki, eğer NATO ağırlık merkezini Batı Avrupa'dan doğu ve güneye, başka bir anlatımla Büyük Ortadoğu'ya kaydıracaksa, ittifakın yeni askeri ve politik merkezi neresi olacak? Soğuk Savaş dönemi boyunca Belçika'nın Başkenti Brüksel'de bulunan NATO Ana Karargâhı güncel ihtiyaçları karşılayabilir mi? Bu sorular önemli. Önemli çünkü, bu sorunun yanıtı Türkiye'nin ABD ve NATO'nun yeni stratejik yöneliminde oynayacağı rolün niteliği ve çapı hakkında da bir fikir verecek.
Aslında Yeni NATO karargahının nerede kurulacağını, 5 Nisan 2004 tarihinde İzmir Ege Üniversitesi'ndeki bir uluslararası panelde konuşan, İttifakın Güneydoğu Avrupa Masası yöneticilerinden Stefani Babst açıkça söylemişti:
"NATO'nun yeni güvenlik misyonu ABD'nin Büyük Ortadoğu planını içeriyor ve bu paralelde Belçika dışında, burada, Türkiye'de ikinci bir üsse ihtiyaç var. İzmir'in üs olmasını istiyoruz. NATO, Büyük Ortadoğu ile ilişkilerini düzenlemek için Türkiye'de İzmir'i merkez olarak kullanmalıdır."
Babst, Belçika'da bulunan ana karargâhla "paralel" faaliyet yürütecek, diğer bir deyişle onunla eşdeğer düzeye ve ağırlığa sahip ikinci bir "NATO üssü" kurulması gerektiğine işaret ediyor. Bu planlamayı, NATO'nun yeni görev tanımı ve tehdit algılamasıyla birlikte değerlendirdiğimizde, İzmir'in paralel bir üs olmaktan da öteye, ana karargâh olmasının tasarlandığı açıktır. Eğer, "Geniş Bölgesel Diyalog" un hedefi doğuya ve güneye doğru açılmak, bu coğrafyadaki ülkelerin -ki sayısı 22'dir- siyasal ve toplumsal bakımdan yeniden yapılandırılmasını gerçekleştirmek ise, asıl merkezin İzmir değilse bile Türkiye'de olacağı da bellidir.
Neden İzmir ya da Türkiye?
Çünkü Türkiye, ittifak içinde NATO üyesi olmanın ötesine geçen tek ülke konumunda. Türkiye, hem Akdeniz hem Ortadoğu hem Balkan hem de bir Kafkasya ülkesi olmak gibi "özel" bir konuma sahip. Dahası, kültürel ve siyasal ilişkileri Orta Asya'nın derinliklerine kadar uzanan ve en önemlisi Avrasya'nın merkez ülkesi olmak gibi bir jeo-politiğe sahip.
Ancak, Türkiye'nin önemi sadece coğrafyasından kaynaklanmıyor. Eğer öyle olsaydı ikame edebilmenin bir yolu bulunabilirdi. Türkiye'nin önemi, aynı zamanda içinde bulunduğu bölgedeki en güçlü orduya, en gelişkin ekonomiye ve en büyük tarihsel birikime (imparatorluk varisi) sahip olmasından kaynaklanıyor. Ayrıca unutmamak gerekiyor ki, Büyük Ortadoğu Projesi'nin yaşama geçirilmesinde belirleyici etabı oluşturacak "ılımlı İslam" siyasetinin "model" ülkesi de Türkiye.
Ayrıca yine bu proje kapmasında düşünülmesi gereken Adalet ve Kalkınma Partisi de (AKP) söz konusu "model" için son derece uygun özelliklere sahip. AKP yönetimi, hem kadim hedeflerine ulaşmasını sağlayarak tabanını tatmin edecek hem de ABD'nin küresel ölçekteki stratejik ihtiyaçlarını karşılayacak düşük yoğunluklu bir islamizasyon hamlesi için, "dış ve iç dinamiklerin tarihte ilk kez örtüştüğünü" düşünüyor. (MY/BB)