Kirkpatrick, Kaliforniya valisi Schwarzenegger, eski New York valisi Giuliani gibi "ılımlılar"a da iki satırla değindikten sonra, Grover Norquist'in görüşlerine yer veriyordu. "Americans for Tax Reform'un başkanı ve Bush yönetimine yakın bir stratejist" olarak tanıttığı Norquist, seçim zaferinin heyecanıyla dolu sıcak anlarda şu değerlendirmeyi yapmıştı: "Toplumsal muhafazakârlar, tabanın çok önemli bir bölümü. Ama tek başlarına yeterli değiller."
Norquist daha sonra, "devrim"den asıl anlaşılması gerekeni ya da Bush yönetiminden beklenen icraatları sıralıyordu: "Eyalet vergisinin kaldırılması, sosyal sigorta sisteminin özelleştirilmesi, tıbbi uygulamalarla ilgili sorumluluk davalarının ve diğer sorumluluk davalarının sınırlandırılması, bazı askeri üslerin kapatılması, masrafların azaltılması için daha fazla devlet işinin ihaleye açılması, sendikaların zayıflatılması, sendikalara şeffaflaştırma amaçlı yeni kurallar dayatılması, bireysel sağlık ve yatırım tasarruflarının artırılması.."
"Toplumsal muhafazakârlar"ı da bağrına basan ama gündemi onlarınkinden biraz farklı ve çok daha uzun olan, Cumhuriyetçi tabanındaki grupların herhangi birinden -tek başına- daha etkili olduğu düşünülebilecek Grover Norquist kimdir?
Norquist'in yüzlerce yıllık bir meşruiyetin, bir vizyonun ve bir adanmışlığın bugünkü temsilcisi olduğunu, yaklaşık çeyrek yüzyıldır süren "tek kişilik maratonu"nda verdiği kararlı mücadeleye bakarak söyleyebiliriz. 10 Ocak 2003'de PBS'de Norquist'le yapacağı röportaja başlarken Bill Moyers onu şu sözlerle takdim ediyordu: "Washington'un, resmi ofisi olmayan en güçlü adamı."
Amerikan muhafazakâr politik hareketi içindeki en etkin birkaç isimden biri olan Norquist, yıllık bütçesi 7 milyon dolar olan "Americans for Tax Reform" (ATR) adlı kuruluşun başkanı olmasının dışında, "National Rifle Association of America" ve "American Conservative Union" gibi kuruluşların yönetim kurulu üyesidir. Norquist'in ABD'deki 2000 başkanlık seçimleri öncesinde Cumhuriyetçi adaylar arasında dengeyi George W. Bush lehine değiştirmede büyük rol oynadığı yaygın olarak kabul edilmektedir. Bush yönetiminin en büyük icraatlarından biri olan, yaklaşık 1.6 trilyon dolarlık vergi indirimi paketinin hazırlanması ve Amerikan Kongresi'nden geçirilmesinde Norquist ve ATR'nin stratejik bir rol oynadığı da bilinmektedir.
Devleti "küvette boğacak" kadar küçültmek
Ronald Reagan'ın başkanlık yıllarında Washington'da "College Republicans" grubunun başkanlığına getirilen, bu dönemde yeni "aktif sağcılar" kuşağının yükselen yıldızlarıyla tanışma olanağı bulan Norquist, 1986'da Beyaz Saray'ın onayıyla "Americans for Tax Reform" adlı kuruluşun başına geçirilmiştir. Reagan yönetimi içinden, "1986 vergi kanunu"nu desteklemesi için örgütlenen bu kuruluş Norquist tarafından daha sonra "özelleştirilmiş" -ya da "sivilleştirilmiş"- ve onun başkanlığında bugünlere kadar gelmiştir.
Norquist 11 yıldır da, giderek daha çok katılımcıyla, "Çarşamba toplantıları" düzenlemektedir. 1993'de Clinton'ın "sağlık hizmetleri planı"na karşı 8 - 10 kişinin katılımıyla başlayan bu toplantılara şimdi Beyaz Saray, Cumhuriyetçi Parti Ulusal Komitesi ve Temsilciler Meclisi ile Kongre gruplarının temsilcileri dahil, 100 civarında "karar önderi", aktif politikacı ve silah taşıma özgürlüğü için mücadele veren National Rifle Association gibi "sivil toplum kuruluşları"nın temsilcileri katılmaktadır. Bu toplantılarda, her hafta gündemdeki konular ele alınıp tartışılmakta, zaman zaman da politik tavır ve yöntemler belirlenmektedir.
The Nation'dan Robert Dreyfuss, "Grover Norquist: Bush Planı'nın 'Öncüsü'" başlıklı makalesinde, kendisine "devrimci" denmesinden hoşlanan Norquist açısından "Internal Revenue Service" ("İç Gelirler Servisi"), "Food and Drug Administration" (ABD'deki federal "Gıda ve İlaç İdaresi") ve "Eğitim Bakanlığı" da dahil, lağvedilmeyi hak etmeyen tek bir devlet birimi bile olmadığını yazıyor, sonra onun şu sözlerine yer veriyordu: "Hedefim devleti yirmi beş yıl içinde yarı yarıya küçültmek; onu küvette boğabileceğimiz boya getirmek.."
Norquist, 25 yıldan bu yana hiç değişmeyen, olağanüstü tutarlı çizgisinde sadece ve sadece tek bir şeyi temel almaktadır: "Birey" ve "bireyin meşruiyetleri". Ona göre bunun önüne geçebilecek, bundan daha önemli sayılabilecek tek bir şey yoktur. Bu açıdan bakıldığında, kendi meşruiyetleri için mücadele veren insanların, sadece Ohio ya da bütün bir ABD'de değil, bütün bir dünyada, Norquist'in temsil ettiği davanın ve büyük hedefin etrafında birleşmemesi için de herhalde tek bir neden bile gösterilemez.
Bireyin boğazını sıkan vergiler, inançlarını baskı altında tutanlar, aynı biçimde inançlar tarafından baskı altında tutulanlar, sendikalı olmayı çok da istemediği halde kanuni bir zorunluluk gereği maaşından sendika aidatı kesilenler, hareketlerini denetleyemediği bir devletin denetleyemediği bir emeklilik sigortasına ve sağlık sigortasına muhtaç bırakılanlar, desteklemediği askeri harcamaların "ulusal menfaat" kisvesi altında cebinden yapılmasına bozulanlar, çocuğunun devlet tarafından dayatılan bir müfredat çerçevesinde eğitilmesinden rahatsızlık duyanlar, kendini her an koruyabilmek için belinde tabancayla özgürce dolaşmak isteyenler.. Bütün bu insanların, "devleti banyo küvetinde boğacak kadar küçültme"yi gündemin tepesine oturtan "Norquist düşüncesi"nin etrafında birleşmemesi için bir neden bulunmamaktadır.
Makalesinde Dreyfuss, Norquist'in 1980'lerin ikinci yarısında uluslararası arenaya çıkışından da söz ediyordu: Afganistan'da Sovyet ordusuyla savaşan gerillalarla temasları, Nikaragua kontralarını desteklemek için yarbay Oliver North'un ekibi ile "freelance" olarak çalışması, ırkçı Güney Afrika devleti tarafından desteklenen UNITA örgütü (Angola) için çalışması (1990'ların başlarında UNITA'nın resmi temsilcisi)..
Zengine negatif ayrımcılık ya da "Holokost ahlâkı"
2003 ekimi başında Norquist, National Public Radio'da Terry Gross'un röportaj konuğu olduğunda (röportajı dinlemek için) ve konuşma sırasında "ölüm vergisi" konusu (ABD'de 2 milyon doların üstündeki mirasın vergilendirilmesi) açıldığında, bu kez "nefret politikası ve sınıf ayrımları" üzerinden politika yapanları çok özel bir benzetmeyle yerden yere vuruyordu.. "Amerika'da insanların sadece yüzde 2'si, gelecekte bu sayı daha fazla insanın zenginleşmesi ile artarsa da yüzde 5'i söz konusu vergiyi ödeyecek" demenin, "vergiden etkilenecek olan nasıl olsa sen, ben, biz değiliz, halkın sadece küçük bir yüzdesi, başka birileri" demenin "Holokost" ahlâkı olduğunu söylüyordu:
"Birilerini, bu birileri 'onlar' olduğu için, yağmalamanın kabul edilebilir olduğunu ya da bir grup insanı 'onlar' oldukları için ve az sayıda oldukları için öldürmenin kabul edilebilir olduğunu savunmanın, insanlara eşit davranan demokratik bir toplumda yeri yoktur. Hükümetin hepimize eşit davranması gerek."
Norquist, NPR'daki röportajın başlarında "biz" kelimesini de sorguluyor ve bu kelimenin kendisi açısından ne anlama geldiğini açıklıyordu:
"Bu 'biz' kelimesi de ilginç bir biçimde kullanılıyor. Siz her 'biz' dediğinizde, hükümeti kastettiniz. Ben ise 'biz' kelimesini Amerikan halkı için kullanıyorum ve hükümetten de hükümet diye söz ediyorum. Yani gelecek sene hükümet bizden bir önceki yıl aldığı kadar çok para almadığında, daha fazla paramız olacak. Hükümet vergi oranlarını düşürdüğünde, iktisadi büyüme ile bağlantılı olarak, daha çok ya da daha az parası olacak, ama bizim, halk olarak, daha çok paramız olacak. Bu nedenle, vergilerin düşük olması bizim açımızdan iyi bir şey."
Norquist, Bill Moyers'ın röportajında, Cumhuriyetçi Parti'nin geçirdiği bir evrimden de söz etmişti:
"Başkan Reagan'ın büyük [politikacı] olmasının nedeni, Cumhuriyetçi Parti'nin doğasını değiştirmiş olmasından kaynaklanıyor. Şu anda parti, etki alanı sınırlı bir hükümet hedefine adanmış durumda. Artık iş dünyası destekçisi bir parti değil, özgürlük destekçisi bir parti. Rekabet gücü olan iş dünyası bundan başka bir şey istemiyor zaten. Rekabet gücü olmayanlar ise sübvansiyon istiyorlar. Onlar bizim dostlarımız değil, düşmanlarımız."
Norquist'in dile getirdiği fikirler ve söylemi orijinal olmayabilir. Bu fikirler çok daha önceleri başkaları tarafından ortaya atılmış, aynı söylem başkaları tarafından kullanılmış ve kullanılıyor olabilir. Ama Norquist'le ilgili bir şey var: O, bugünün dünyasında, içinde yaşanan süreçler ile o fikirleri bağlantılandırma gayreti içinde olduğu, o fikirlerin bazılarını değil tamamını neredeyse aynı yoğunlukta dile getirdiği, üstelik bu dile getirme işinde olağanüstü az oto sansüre başvurduğu için.. üstelik de hem bütün bu özellikleri tek başına taşıyıp hem de politik olarak bu kadar etkili olabildiği için, bir "sembol"ün ötesinde, bir "devrim"in hem programı hem de bayrağı olarak görülebilir..
2001 tarihli makalesinde Dreyfuss, "devrimin karargâhı" sayılabilecek yerde, "Americans for Tax Reform" adlı kuruluşun mütevazı merkezinde, sadece bir düzine kadar insan çalıştığını yazıyordu. ABD'nin farklı bölgelerinde bir miktar da part-time çalışan olduğunu.. Bunların dışında ATR'nin yaklaşık 800 eyalet merkezli vergi karşıtı grupla bağlantılı çalıştığını.. 1999'da ATR'nin 7 milyon dolara ulaşan yıllık bütçesinin üçte birinin, Microsoft, Pfizer, AOL Times Warner ve UPS'in de içinde olduğu 40 şirketten geldiğini.. O yıl en büyük bağışı, 685 bin dolar veren Philip Morris'in yapmış olduğunu..
Norquist ATR'da sadece Amerikan halkının vergilerden kurtarılması için çalışmıyor. İş dünyasına, istihdama ve sonuçta çalışanlara olumsuz yansımaları olduğunu düşündüğü konularda, mesela sendikalaşma ya da "fazla mesai" konularında, devlet birimleri arasında mekik dokuyor, lobi yapıyor, akıl veriyor.
Amerikan sendikalar konfederasyonu AFL-CIO'nun başkanı John Sweeney'nin, yıllık geliri 23,600 doların üzerindeki çalışanları fazla mesai ücreti hakkından mahrum bırakacağını belirttiği yeni "fazla mesai düzenlemesi" konusunda, 4 Kasım 2004'de Amerikan Kongresi üyelerine yazdığı mektupta Norquist, "başladığınız işi tamamlayın, gerekli düzenlemeleri 2005 bütçesine de geçirin" dedikten sonra yeni düzenlemeyi şu cümlelerle övüyor:
"Yeni fazla mesai düzenlemesi ile 1949'dan beri bu alanda ilk kez kurallar çağdaşlaştırılıyor ve güçlendiriliyor. Geliri 23,600 dolara kadar olan milyonlarca çalışan için fazla mesai kapsamı üç kat artırılıyor.. Fazla mesai belirlenirken temel alınan görev tanımları 50 yıldır dondurulmuş durumdaydı. Bu hem çalışanlar, hem de işverenler açısından kafa karışıklığına yol açıyordu. Bu ortamda avukatlar ve sendika patronları işverenleri dava edip bu karışıklıktan yararlanmaya çalıştılar. Agresif avukat taktikleri istihdamı olumsuz etkileyen ["job killer"] sonuçlar doğurdu. Bağımsız analizciler, iş dünyasının bu kötü niyetli fazla mesai davalarına karşı korunmak için 1 milyar dolardan fazla para kullandığını ortaya koyuyor. Oysa bu parayla yeni iş alanları açılmalı ve küçük işletme çalışanlarının hayat standardı yükseltilmeli."
"Bazıları"nı fazla mesai ücretinden mahrum etme "Holokost ahlâkı" değil
Norquist, Eylül 2004'de Washington Monthly dergisine yazdığı makalede ise, Bush'un ikinci kez seçilmesi durumunda Demokratik Parti'nin sonunun geleceğini belirtiyor ve "devletin partisi" olduğunu söylediği Demokratik Parti için "avukatların parası"nın önemli bir kaynak olduğunun altını çiziyordu. Grover'a göre bir zamanlar bu partinin baş desteği olan sendikaların yerini ne zamandır "daha zengin" ve "daha fotojenik" avukatlar almıştı. Sendikalar ise, halen yılda 8 milyar dolara ulaşan aidatları, bunu bir zorunluluk haline getiren kanunların iptal edilmesi durumunda toplayamayacaklardı.
Norquist makalesinde bir "bağımlılık hareketi"nden ve bu hareketin "iki kanadı"ndan da söz ediyordu. Birinci kanat, refah politikalarına bağımlı olanlar, ikinci kanat ise başkalarının bağımlılığını yöneten ve bundan iyi para kazanan bürokratlardı. İki kanadın varlığı da, yasama temsilcilerinin yeni refah reformlarına son verip vermemesiyle bağlantılıydı.
Grover'a göre ABD'nin uluslararası politikalarında da Bush'un ikinci kez seçilmesi durumunda yeni yönelimler olacaktı:
"Bush'un dört yıl daha yönetimde olması, Amerika ve tüm dünyayı daha fazla serbest ticarete yöneltecek, dünyada zenginliği yaygınlaştıracak ve daha fazla ülkeyi mülkiyet hakları ve hukukun üstünlüğü çizgisine getirecek, radikallik ve terörizmin ürediği bataklıkları kurutacak."
Norquist makalesinde "sendikalar" konusuna da değiniyordu:
"Cumhuriyetçilerin dört yıl daha yönetimde olması, iş kanunlarının dört yıl daha, çalışanların üye olmak istemedikleri sendikalara aidat ödemelerine yol açacak biçimde değiştirilememesi anlamına geliyor. 22 eyalette, zorunlu sendika üyeliğini sınırlandıran 'Çalışma Hakkı' kanunları yürürlükte. Bu sayı artacak ve 1950'lerde işgücünün yüzde 33'ünü temsil eden sendikaların, 1980'de yüzde 20'ye, bugün ise yüzde 13'e düşmesiyle yaşadığı gerileme devam edecek."
Bir de "menkul değer sahipliği" konusuna giriyor, 1980'de yetişkin nüfusun sadece yüzde 25'inin hisse senedi, fon, tahvil gibi menkul değerlere sahip olmasına karşın, bugün bu oranın yüzde 60'ın üzerinde olduğunu vurguluyordu. "Bush, her Amerikan vatandaşının emeklilik için vergiden muaf bir 5000 doları kenara ayırabilmesi için Emeklilik Tasarruf Hesapları oluşturmak istiyor" dedikten sonra da "menkul değer"in stratejik önemini şöyle vurguluyordu: "Kendi yatırım fonuna sahip her Amerikan vatandaşı, sınıf mücadelesi çağrılarından o kadar az etkilenecektir."
Bu aşamada şimdilik birkaç şeyin altını çizelim:
* Norquist'in Demokratik Parti değerlendirmesiyle ("Devlet partisi", "bağımlılık hareketleri") Türkiye'de CHP'nin değerlendirilişi arasında bağlantılar kurulabilir ve bu değerlendirme, en azından "eski devlet" modeli açısından, isabetli görünmektedir.
* Mirasta 2 milyon dolardan fazlasına uygulanan "ölüm vergisi" için "Holokost ahlâkı" benzetmesi yaparken, yıllık geliri 23,600 doların üzerinde olan çalışanların faza mesai ücretinden mahrum bırakılmasını büyük bir şevkle onaylamaktadır.
* Son olarak da, Norquist avukatları bir tür parazit, "başkalarının bağımlılığı üzerinden geçinen konspiratörler" olarak görmektedir. Öte yandan, ATR'daki faaliyetlerinin yanında, büyük şirketler için "lobici" olarak da çalışmakta ve müşterileri arasında "Recording Association of America" (Amerikan müzik endüstrisi) ve Microsoft da bulunmaktadır. "Harcamaları vatandaşın cebinden yapılan" Irak işgalinden sonra bu iki müşterisi için Irak koloni yönetimi nezdinde lobi faaliyetleri yürütmüştür. Koloni valisi Bremer tarafından çıkarılan "kararnameler" arasında 81 no.'lu "Patentler" ve 83 no.'lu "Copyright" kararnamelerinin yer alması, bu kararnamelerin müşterilerine 20 - 50 yıllık güvence sağlayacak biçimde hazırlanmasında, avukatlarla çalışmıştır. Ayrıca, "bağımlılık hareketleri"nden bir başkasına, "kâra giden yolda devlet gücüne ihtiyaç duyan şirketler"e hizmet veren avukatların formüle ettiği "hukuki" belgeler, bugün sadece Ohio ya da Kaliforniya'da değil, dünyanın dört bir yanında uygulanmakta * ve avukatlar bu hizmetleri ile sendikalardan kazanılabilecek paranın belki kat kat fazlasını kazanmaktadır.
Kökleri yüzyıllar öncesine dayanan "Norquist düşüncesi"nde, "ulus devlet" ile "küresel düzen ve işbirliği" dışında üçüncü bir politik örgütlenmeye işaret edildiğini, söz konusu örgütlenmede "vatandaş"ın yerini "hissedar"ın aldığını, bu düşüncenin tarihte eşi görülmemiş bir "mutlak devletçilik" anlamına geldiğini ve bireyin meşruiyetleri ile "özgür birey"e karşı benzersiz bir saldırıyı temsil ettiğini söyleyebiliriz.
* Irak'ta yürürlüğe konan patent kararnamesindeki bazı cümlelere, Sri Lanka'daki ya da Mısır' daki bir kanunda rastlanabilir.