Bugün Kadıköy’de Rexx Sineması’nın yıkımına başlandığı haberiyle uyandım, aynı gün de Afife’yi izledim. Aradaki bağlantıyı soracak olursanız, Apollon Tiyatrosu. Bir kuşağın Rexx Sineması olarak bildiği, önünde toplandığı, içinde öpüştüğü, kuyruğunda beklediği sinemanın yerinde Apollon Tiyatrosu vardı. Şimdi ne Apollon Tiyatrosu var ne de Rexx Sineması. Afife Jale’nin hikâyesi burada başlıyor, Apollon Tiyatrosu’nda.
Yıllarca mezarsız bırakılan bir kadını şimdi de hafızasız bırakıyorlar. Ancak AF!FE projesi, tam da böyle bir karanlıkta yolu bulmak üzere çakılmış bir kibrit gibi, Afife’nin dününü, bugününü ve yarınını aydınlatıyor. Zorlu PSM’de Serdar Biliş yönetmenliğinde sahnelenen oyunun iddiası, Afife’nin yaşadıklarından ziyade gücü ve devrimciliği üzerine.
‘İ’ harfinin yerine geçen ‘!’in tek başına oyunun dramatik yapısını anlatmaya kadir olması, projenin tasarım aşamasında Afife’ye olan bakışı özetler nitelikte: Afife bir devrimci! Oyunu ele almadan önce Afife’nin hikâyesini hatırlayalım.
İlk kez Darülbedayi’de -bugünkü Şehir Tiyatroları- sahneye çıkan Afife, Yamalar adlı oyunda Emel rolüyle perdenin önüne adım atar ve Jale takma adını alır. Önceki sezon rolü oynayan Eliza Binemeciyan Paris’e gidince, Afife henüz on altı yaşında mülazim artistlikten başrole yükselir.
Ancak Osmanlı’da Müslüman kadınların sahneye çıkması yasaktır; yalnızca Ermeni, Rum ve Yahudi kadınlar sahne alabilmektedir. Afife, bu patriyarkal muhafazakârlığa ve cinsiyetçi kamusal alan düzenine karşı dimdik durur.
Gelen yasaklara, sahne baskınlarına, türlü hakaret ve şiddete direnir. Direnirken de bedeni bu yobazlık karşısında sağlam kalamaz. Baş ağrıları günden güne artar, sahne yasağı kalksa da kullandığı ilaçlar nedeniyle sahneye dönememiş, doktorunun mütesekkin olarak vurduğu morfinlerin bağımlısı olmuştur. Eşi, meşhur Huysuz ve Tatlı Kadın ve diğer unutulmaz şarkıların bestecisi Selahattin Pınar’dır.
Afife, ona öyle derin bir aşk duyuyordur ki kendinden uzak tutmanın yolunu ayrılıkta görür. Önce çalıştırılmadığından, sonra da çalışamadığından borçları artar. Ablası Behiye Hanım’ın yanında bir süre yaşadıktan sonra, İstanbul’da çok kötü şartlar altında yalnız kalır ve Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi’nde yapayalnız ölür. Afife’nin hikâyesini geniş kitlelere duyurabilecek güçte yapımların eksikliği hep şaşırtıcı olmuştur. 1987’de Şahin Kaygun’un yönettiği, Müjde Ar’ın başrolünde olduğu Afife Jale filmi dışında, bu hikâye nasıl anlatılmaz?
Özgün işlerimiz öylesine fazla ki Afife’ye sıra gelmiyor olsa gerek diye kendimi avutmaya çalışırken, Demet Evgar sahneye atılıyor: “Ben Afife’nin hikâyesini anlatmak istiyorum.”
Türkiye’de prodüksiyon tiyatrosu dendiğinde akla gelen ilk rejisör olan Serdar Biliş’le birlikte projeyi tasarlıyorlar; AF!FE. İlmek ilmek örülmüş bir iş. Dekoru minimumda tutan sahne tasarımı, ışığı ve Afife’yi tek bir yüzden aktaran dev ekranı, dönen zemini, kostüm tasarımı ve oyunculuklarıyla son yıllarda izlediğim en özenli ve kıymetli işlerden biri. Zorlu PSM’nin ana sahnesini dolduran proje, ulaşılabilirliği metne tercih etmiş gibi.
Oyun, Afife Jale’nin hayat hikâyesini bilmeyen seyircinin de takip edebileceği bir formda. Bu şahane bir tercih, hatta çoğu uyarlamada eksikliğini gördüğüm ilk unsurdur. Ancak söz konusu Afife Jale olduğunda oyun seyirciye daha fazlasını vermekle yükümlü. Metnin seyreltilmiş ve sterilize edilmiş hali, hikâye ile ambalaj arasında sıkışmış gibi hissettirdi.
Yazar Selin Cankı Ceylan’ın AF!FE’yi ajitasyona ve romantizme düşmeden ele almasını çok sevdim. Ancak metin, Afife’nin hikâyesini anlatan değil, Demet Evgar’ın performansına pasörlük yapan bir yapıdaydı. Kalabalık oyuncu ve dansçı kadrosu özellikle prolog sahnesinde müthiş bir performans sergiliyor. Demet Evgar müthiş oynuyor. Sahnedeki her anı, ustasını onurlandırma iştahıyla dolu.
Devasa sahnede ışık sürekli Afife’yi takip ederken, yükü Necip Memilli ile paylaşıyor. Bu sezon izlediğim en iyi erkek oyuncu performanslarından biri.
Birbirine zıt ve geçişleri karikatüre kaçmadan pürüzsüzce yapan bir oyunculuk sergiliyor; dindar babaya da inanıyoruz, yobaz Osmanlı askerine de, balamoz tiyatro işletmecisine de, oyun içinde oyun anlarında canlandırdığı krala da. İdil Sivritepe, Bora Akkaş ve Bedir Bedir de rollerinin hikâyedeki yerini bilip oradan oynayan oyuncular. Fakat canımı sıkan bir mevzu var ki o da Tilbe Saran’ın sahnede az yer kaplaması ve hikâyeyi taşımayan rollerde kalması, usta Tilbe Saran!
Okuryazar bir aileden gelen, dedesi Osmanlı paşası olan Afife’nin babasını dindar yapmak, annesini beyaz örtüyle ışık altında konuşlandırmak, oyunun tek karikatürleşen anı. Sahne bazen gereğinden fazla boş kalıyor, kimi zaman da kumpanda çoskusuna benzemeyen bir rabarbayla oyuncuların yönlerini bulmaya çalıştığı bir karmaşa hissi yaratıyor. Tiyatro oyunculuğu kadar kamera önü oyunculuğu da kıymetli bulunan Demet Evgar’ın yakın planlarını izlememize yarayan kamera uygulaması çok başarılı.
Ancak neden sadece Afife’yi takip ediyoruz? Neden Afife’yi sahneden indiren yobaz bir komiserin gözlerinin içine bakmıyoruz? Afife’nin içine düştüğü karmaşayı ve sürüklendiği bağımlılığı çok iyi anlarken, onu mahveden veya ona yol açan diğer karakterlerin perspektifleri neden bu kadar silik? Tanıklık ve yüzleşme açısından iyi sahneler ortaya çıkabilirdi.
Sahne tasarımı ve geçişler başlı başına bir "masterclass" seviyesinde. Özellikle Maksim sahneleri unutulmaz. Atılgan Gümüş’ün alaturka drag performansı akıllara kazınıyor, ataerkinin ve yobazlığın temsili olan komiserin burnuna dayanan pembe havan topunun namlusu, mevzunun fallik bir tartışma olduğunu vurguluyor. Bu oyunda makbul olan; erkek olmak, heteroseksüel olmak veya Türk olmak değil.
Bu oyunda makbul olan: dayanışma, direniş ve tiyatro. İki saatlik tek perde bir oyuna odaklanmak ciddi bir iş olsa da AF!FE, dikkati üzerine çekmeyi başarıyor. Oyunun basın bülteninde okuduğumuz cılız tiradın içinden bir cümle çektim ve hikâyeyi o gözle anlamayı seçtim: "Ateşböceği değilim ben!"
Afife bu hikâyede bir kül değil, kibriti tutan el.
Birinin çaktığı kibritin ölgün parıltısı, ötekine yoldur. Yürür ve Şaziye Moral olur, Bedia Muvahhit olur, Yıldız Kenter olur, Tilbe Saran olur, Demet Evgar olur, İdil Sivritepe olur.
Kibriti elinde tutan, karanlığın devrimcisidir; Afife Jale!
(TY/EMK)