O, eşi ile birlikte tüm "kaybedilen"lerin hesabını sordu uzun süre... Eşini günlerce karakollarda, savcılıklarda, adli tıp morglarında ve son olarak da kimsesizler mezarlığında aradı... Arayışı sırasında polis müdahalesiyle, gözaltılarla, coplarla, mahkemelerle karşılaştı...
Sonra bir gün, itirafçıların tarifi üzerine açılan topraklarda da eşini bulamayınca, bu topraklardan, her şeyden ve herkesten uzaklaşmak istedi. Avustralya'ya gitti. Yedi yıldır orada ve artık mülteci.
"Uzaklara kaçarak yaşanılanları unutmak"
Türkoğlu, 8 Mart Dünya Kadınlar gününde, kadın olmayı, kadın mülteci olmayı anlatıyor.
Türkiye'den ayrılma kararını eşini kaybettikten sonra içinde bulunduğu ruh hali ve depresyonla gerekçelendiren Türkoğlu, "Küskünlük, kırılganlık, umutsuzluk, yaşadığım şok, duygusal çökkünlüğü uzaklaşarak unutmak gibi bir ruh hali, mülteciliğimi başlattı" diyor ve ekliyor:
"Uzaklara kaçarak yaşanılanları unutabilmek gibi bir yanılgının ayrımına varmak için bu duyguyu sanırım yaşamak gerekiyordu. Tabii, o günkü ruh halimle yaptığım bir tercihti."
"Kadınların durumu daha zor"
Kendisi uyum sürecini psikolojik destek alarak ve devletin sunduğu sınırsız eğitim olanaklarını kullanarak atlatsa da Türkoğlu, kadın olmanın, kadın mülteci olmanın "ayrıca zor" olduğunu da vurguluyor.
"Kapalı, geleneksel ve feodal toplumlardan gelen mülteci kadınların durumu, mülteci oldukları ülkelerde daha zorlaşıyor. Kolay olmasa da, iş bulma konusunda erkekler kadınlardan daha avantajlılar. Ayrıca, dilini ve kültürünü bilmediği bir toplumda kadın tamamen içine kapanıyor, yeni çevre oluşturmakta zorlanıyor, yalnızlaşıyor.
Devletin kadınlara yönelik dil, uyum, sağlık programları daha yoğun. Ancak, kadınlarla diyalog kurmadaki yetersizlikler ve haklardan faydalanması gereken kadınların dil sorunu, kadınların bu hizmetlere ulaşmasını engelliyor. Kadın, hele mülteci kadın olmak diğer ülkelerde olduğu gibi burada da zor."
"Mülteci olmak" ve "mülteci olarak yaşamak"ın anlamı nedir?
Mültecilik (sığınma) en temel insan hakkıdır. Sınırların olmadığı bir dünyada, isteyen herkesin, istediği ülkede yaşama hakkı olması gerektiğini düşünüyorum. Mülteciliğin en önemli nedenleri, savaşlar, insanların yaşam hakkını tehdit eden koşullar ve ekonomik nedenlerdir. Bunun yanı sıra, duygusal nedenlerle insanlar mültecilik hakkını kullanabilir.
Dünya halkları için keşke mültecilik diye bir kavram söz konusu olmasaydı, keşke insanlar bu kelimeyi, bu duyguyu tanımadan, özgürce, sevdikleri, istedikleri yerde yaşayabilseydi. Ancak bu noktada, insanları mülteci olmaya iten sistemin sorgulanması gerektiğini düşünüyorum.
Sevdiğim topraklarda yaşama mutluluğu...
7 yıl sonra, mültecilik üzerine ne düşünüyorsunuz?
Her şeye rağmen, insanların kendi ülkelerinde ve sevdikleri topraklarda yaşama mutluluğu hiçbir mutlulukla, değerle ölçülemez. Ülkelerin bir tarihi olduğu gibi, bireylerin de bir geçmişi vardır. İnsanlar nereye giderse gitsin, içinden geldiği kültürünü, kimliğini asla unutamaz. Sahip olunan kimliği bir kenara bırakıp başka bir kimliği taşımak ve o kimliğin gereklerini yerine getirmeye zorlanmak kadar, insan üzerinde baskı oluşturan zor bir şey yoktur.
Kürtlerin ve kimlik sorunu olan diğer halkların kimlik sorununu hala anlamayanların bir süre için mülteci olarak yaşaması gerekir diye düşünüyorum.
Türkiye'den ayrıldıktan sonra karşılaştığınız güçlükler nelerdi?
Yedi yıldan bu yana Avustralya'da yaşıyorum. Her şeye yeniden başlamak, özellikle belirli bir yaştan sonra yeni bir kültürü tanımak, o kültür içinde varolmaya çalışmak hiç kolay olmadı. Yeni bir çevre, yeni insanlar, yeni arkadaşlar, dostlar bunlar çok kolay kazanılacak şeyler değildi. Her şeyin bir bedeli olduğunu, özellikle kendi özelimde yaşamış ve buna inanan biri olarak, mülteciliğin bedelinin de diğer bedellerden çok farklı olmadığını yaşayarak öğrendim.
Yaşadığım hiçbir şeyden pişman olmadığım gibi, bütün zorluklarına rağmen verdiğim karardan pişman değilim. Dezavantajlarının yanı sıra, farklı kültürlerden insanlar tanıdım. Sınırsız eğitim olanaklarından yararlandım. Her ne kadar, burada da demokratik anlamda eksiklikler olsa da kendi ülkemdeki "demokrasi" anlayışıyla karşılaştırdım.
Zaman zaman ne kadar şanssız bir ülkenin insanları olduğumuz için üzüldüm. Bizlerden çok daha özgür yaşayan halkları gördükçe, neden benim insanım böyle özgür değil diye kıskandığım bile oldu. Farklı kültürlerden insanlarla tanıştıkça, onlardan çok şey öğrendim, düşüncelerim zenginleşti.
Avustralya'ya geldikten sonra yeni bir yaşamı nasıl kabulleneceğim, kendime nasıl bir hayat kuracağım konusunda önceleri hiçbir fikrim yoktu. Daha doğrusu, içinde yaşamaya karar verdiğim ülke hakkında dahi pek bilgi sahibi değildim.
"Vatandaşlık etiket gibi yapışmıyor insanın üstüne..."
Avustralya ve Türkiye arasındaki ekonomik ve kültürel farklılıklar sizin yaşamınıza nasıl yansıdır?
Kısa süre sonra dilini ve kültürünü bilmediğim bir ülkenin vatandaşı olmuştum. Ama nasıl bir vatandaşlık? Bu, etiket gibi pat diye takılacak bir şey değildi. Konuşulan dil, yediğim yemek, insan ilişkileri, sokakta, alışverişte hatta evdeki yaşama kadar belirlenmiş kurallar... Her şey, içinden geldiğim kültüre çok yabancıydı.
Bir süre, bunları nasıl sindirebileceğim konusunda kendimle tartıştım, hesaplaştım. Yine bu süreçte, hala doğru yaptığımı düşündüğüm psikolojik destek aldım. Hiçbir şey kolay değildi. Bundan sonra nasıl bir yaşam kuracağım, içinde yaşadığım ülkenin dilini öğrenmemle mümkün, diyerek, Avustralya'nın mültecilere tanıdığı ücretsiz eğitim hakkımı kullandım. İki yıl dil kursuna devam ettim. Ardından, üniversitede "information technology" eğitimi aldım. Eğitim sürecindeki yoğunluğum bir anlamda mülteciliğime terapi oldu. Ama her şeye rağmen, yaşamları boyunca mülteciler için bir şeyler hep eksik kalıyor. Şimdi web tasarımı yapıyorum.
"Mülteci erkekler, kadınlardan daha şanslı..."
Orada, kadınlara yönelik özel programlar var mı?
Devletin kadınlara yönelik dil, uyum, sağlık programları daha yoğun. Ancak, kadınlarla diyalog kurmadaki yetersizlikler ve haklardan faydalanması gereken kadınların dil sorunu, kadınların bu hizmetlere ulaşmasını engelliyor. Kadın, hele mülteci kadın olmak diğer ülkelerde olduğu gibi burada da zor.
"Mültecilere karşı önyargılar artıyor"
11 Eylül'den sonra Avustralya'daki mültecilerin durumunda değişiklik oldu mu?
11 Eylül'le birlikte başlayan önyargı, Avustralya'da özellikle Müslüman toplumlara karşı son zamanlarda giderek artıyor. Hükümetin yasal haklardaki kısıtlamaları, bütün Avustralya halklarına yönelik olmakla birlikte, göçmen toplumlarına daha bağlayıcı ve kısıtlayıcı yaptırımlar getirmeye başladı. Mültecilik yasaları giderek ağırlaşıyor hatta son yıllarda mültecilik konusu ülke gündeminde ilk sıralarda yer alıyor.
Irkçılığın en az olduğu ülkelerden biri olan Avustralya'da zaman zaman ırkçılık olaylarına tanık olmaya başladık. Kendi adıma henüz böyle bir ırkçılığa maruz kalmadım ama, bu ırkçılığın olmadığı anlamına gelmiyor. Özellikle başı örtülü Müslüman ülke kadınlarına karşı önyargı var. Önceleri Doğu toplumuna, acıma, küçümseme ama içinde nefret olmayan oryantalist yaklaşım şimdilerde öfke ve nefreti de geliştiriyor. Hükümetin terörizme karşı başlattığı propagandalar, bilinçli olarak Müslüman ve doğu toplumlarını hedef gösteriyor.
Avustralya hükümeti, olası Irak savaşını destekleyen ülkelerden biri. Hükümetin desteğine karşın savaş karşıtı muhalefet güçlü. Ülkenin her yanında savaş karşıtı eylemler sürüyor ve giderek güçleniyor. Hükümet, Amerika Birleşik Devletleri'nin (ABD) saldırı planını desteklerken, diğer yandan bu haklı çıkarmak için medyayı kullanıyor. Şimdiye kadar ırkçılığın yaşanmadığı ya da fazla hissedilmediği Avustralya'da, önümüzdeki süreçte ırkçılığın yoğunlaşma olasılığını her gün daha fazla hissediyoruz. (BB)