Her şey, Milliyet gazetesinin Fikret Bilâ imzalı manşetiyle başladı:
"ABD'de gizli hesaplar"
Bilâ'nın iddiasına göre, Washington'da bir toplantı düzenlenmiş, bu toplantıya katılan bazı Amerikalılar şu tespitleri yapmıştı:
"AK Parti, Kerkük'ün Kürtlere bırakılmasına fazla tepki göstermez; iktidar Kürt Etnik Federasyonu'na karşı olduğunu askerin zorlamasıyla söylüyor; hükümetin Irak konusundaki kırmızı çizgileri bir bir yok oldu; Cüneyt Zapsu'nun Kürt milliyetçiliğine duyduğu sempati Zaman'a verdiği demeçte ortaya çıktı; askerin bütün bu gelişmeleri önleyecek gücü kalmadı."
Bu toplantıya katıldığı söylenen herkes, gazetedeki iddiaları yalanlayarak, zaten böyle bir toplantının düzenlenmediğini açıkladılar. Bunun üzerine Fikret Bilâ, bilgileri, o toplantıya katılan Hakan Yavuz'dan aldığını itiraf etti.
Yavuz'dan yalanlama
Eski olayları yeni baştan hatırlatmamın sebebi şu: Hakan Yavuz, bana bir düzeltme mektubu gönderdi. Bu mektubunda, Henri Barkey ile yaptığım röportaja temas ediyor ve "Ben hiçbir zaman Fikret Bilâ'ya o toplantıya katıldığımı söylemedim" diyor.
Peki Fikret Bilâ mı yalan yazıyor? Yoksa işin içinde başka şeyler mi var? Hakan Yavuz, aynı yalanlamayı prof. Henri Barkey'e de gönderdi. Henri Barkey, Clinton döneminde Dışişleri Bakanlığı'nda çalışıyordu. Şu anda Leight Üniversitesi'nde öğretim üyesi. Henri Barkey, Hakan Yavuz ile konuşmasını Cengiz Çandar'a bildirdi. Cengiz Çandar da, Hakan Yavuz'a aşağıda ana hatlarını vereceğim bir e-mail mesajı çekti.
Çandar'ın e-mail'i
"Hakan Bey, Henri Barkey ve Ömer Taşpınar ile konuşmuşsunuz ve Fikret Bilâ'nın haberinin arka planıyla ilgili açıklamalar yapmışsınız. Onlara anlattığınıza göre, Genelkurmay'a çağrılmışsınız ve iki-üç rütbeli subay, biri Harekât Daire Başkanı, diğeri ise adı Abdullah Recep olan iki paşa sizinle konuşmuş ve önünüze 17 sayfalık bir metin koymuş. O metinde, Milliyet'in haberinde yer alan toplantı yapılmış gibi gösteriliyormuş. Yani o metin, yapılmayan bir toplantının zaptı niteliğindeymiş. Siz, paşalara, 'Ben bu toplantıya katılmadım' demişsiniz. Onlar, bu toplantının Washington'dan teyit edildiğini söylemişler. Sonra Fikret Bilâ sizi çağırmış. Fikret Bilâ'nın elinde de aynı metin varmış. Ayrıca, Genelkurmay'da görüştüğünüz kişiler, beni (Cengiz Çandar kendini kastediyor), Mehmet Ali Birand'ı, Nazlı Ilıcak'ı, Yasemin Çongar'ı ve İlnur Çevik'i 'Ali Kemaller' olarak nitelendirmişler. Hatta Ömer Taşpınar'a telefonda 'Bir gün Cengiz'i öldürürlerse şaşırmam' demişsiniz. Madem Fikret Bilâ'ya bilgileri siz vermediniz, o zaman niye 'Hakan Yavuz'dan aldım' deyince, kamuoyu önünde bir açıklama yapmadınız. Henri Barkey'e 'Korktum, askerî savcı olan kardeşim ve bir başka kişi, sakın kimseyle konuşma dedi. Ben de Antalya'ya gidip tatil yaptım' demişsiniz.
17 sayfalık metin, Milliyet'te haber yapılmadan 2 hafta kadar önce, Savaş Süzal'ın İnternet sitesinde ve ardından da Aydınlık dergisinde yayınlanmıştı. Aynı haberin Milliyet'te yayınlanması üzerine, tartışma çıktı; bunun ardından Savaş Süzal, İnternet sitesinde, bana yönelik akıl almaz iftiralarla ve hakaretlerle dolu bir yazı yayınladı. Sonra, Aydınlık dergisi, beni hayasız iftiralarla kapak yaptı. Kapak yazısının içinde, sizin anlattıklarınızı doğrulayan, 'Ali Kemaller'e ve onun gibi cezaya çarptırılacaklara' dair bir bölüm de yer alıyordu. Ne gibi adi bir durumun içinde bulunduğum, hayatî tehlikeye sokulduğum ortada. Bu oyunun bozulmasına, -merkezine siz yerleştirildiğinize göre- gerçekleri açıklayarak katkıda bulunamaz mısınız?
Sizinle ilişki kurduğunu söylediğiniz askerî şahsiyetlerin, Genelkurmay'ı ya da Türk Silâhlı Kuvvetleri temsil etmedikleri, bir fraksiyon niteliğinden öteye gidemeyeceklerini bilmenizi isterim. Türk Silâhlı Kuvvetleri'nin üst komuta heyetinde, nice vatansever, sağduyulu, aklı başında insan var. Askerin adının böyle kirli tertiplere karıştırılmasına herkesten daha fazla duyarlı onlar..."
Yeni bir andıç mı?
Cengiz Çandar'ın yukarıdaki e-mail mesajına, aradan 10 gün geçmiş olmasına rağmen, Hakan Yavuz'dan bir cevap gelmedi. Yavuz, doğru söylüyorsa, ortada büyük bir skandal var. Şimdi konuşma sırası Fikret Bilâ'nın. Hakikaten Hakan Yavuz'un sözlerini teybine kaydetti mi? Yoksa ona da, Hakan Yavuz gibi 17 sayfalık bir andıç mı verdiler? O andıçta gördüklerini mi yazdı? Milliyet'in ombudsmanı Yavuz Baydar'ın, Türk demokrasisini de yakından ilgilendiren böyle önemli bir konuyu dikkatle araştıracağını umuyoruz.
Askere mektup ve Hürriyet
Dünkü yazımda Hürriyet'e haksızlık yapmışım. "Neden Hürriyet, askerlerin yanı sıra aynı mektubun 5 bin kişiye daha gönderildiğini haberde belirtmedi" demiştim. Ertuğrul Özkök'ün uyarısı üzerine inceledim. Meğer alt başlıkta, bu mektubun protokoldeki 4 bin kişiye yollandığının altı çizilmiş.
Ertuğrul Özkök'e, "Mektup Haziran'da yazılmış, siz neden Şûra öncesi gündeme getirdiniz?" diye sorunca, "Haber elimize yeni geçti" cevabını verdi. Zaten, böyle bir yayın nasıl Askerî Şûra'yı etkileyebilir ki! Özkök, yazı işlerine, "Aman mektubu tasvip eder gibi bir hava çıkmasın" diye de özel tembihte bulunmuş.
Burada gazetenin bir sorumluluğu yok. Bahçeli de iyi niyetle hareket etmiş olabilir. Ama, Türkiye gibi, askerî vesayeti çeşitli derecelerde yaşayan bir ülkede, özellikle Genel Başkan yardımcısı Mehmet Şandır'ın takdim yazısıyla birlikte yorumlanınca, konu kolayca başka yönlere çekilebiliyor. Nitekim, Tayyip Erdoğan, Milli Güvenlik Kurulu'nda Hürriyet'in gündeme getirdiği mektubun mahiyetini sormuş, askerler de bu mektubu iade ettiklerini belirtmişler. Makûl bir mektup olsaydı, iadeye gerek kalmazdı.
Bence, Hürriyet'in böyle bir haber yayınlaması, demokrasiye darbe filân değil. Aksine, gerçeklerin su yüzüne çıkmasına vesile olduğu için, Ertuğrul Özkök ve arkadaşlarını kutlamak gerekir.
* Nazlı Ilıcak'ın yazısı Tercüman'da 05.08.2004 günü yayımlandı.