Halkların Demokratik Partisi'nin (HDP) Diyarbakır'da başlattığı Vicdan ve Adalet Nöbeti'nin sekizinci gününde bir haftalık durağı İstanbul Kadıköy'deki Yoğurtçu Parkı oldu.
Sabah ulaştığımda nöbet alanı, özel harekat kuvvetlerinden çevik kuvvet ekiplerine, helikopterden zırhlı araçlara kolluk kuvvetleri ve bariyerler tarafından adeta seferberlik varmışçasına sarılmıştı.
Günün ilerleyen saatlerinde Ayşe Acar Başaran aynı durumu Diyarbakır’daki nöbet sırasında da yaşadıklarını söyleyecekti:
“Nasıl biz önceki eylemde ne eksik kaldı diye düşünüyorsak galiba devlet de aynı şeyi düşünüyor.”
Polis: Halk buradan sonra giremez
Çift yönlü trafiğe kapanan caddede iki saat içerisinde toplanan kalabalık, HDP Kadıköy ilçe örgütünden parka yürüyeceklerini açıklayan milletvekillerinin yanına gitme kararı aldı. Tabii biz gazeteciler de onlarla birlikte yola çıktık.
İlçe binasından bir an evvel nöbet alanına varmanın telaşıyla çıkan vekiller, parti meclisi üyeleri, nöbete desteğini açıklayan kurumların temsilcileriyle parka doğru yola çıktı.
Yol boyunca alkışlar, zafer işaretleri ve kornalarla Kadıköy halkı yürüyüşe destek verirken polis parkın girişinde barikat kurdu. Milletvekillerinin birkaç dakikalık görüşmesi sonucunda ilk barikat aşılsa da yaklaşık iki yüz metre sonra ikinci bir barikat koydu önlerine. Polis neredeyse yürüyüşçülerden daha kalabalıktı.
"Buradan sonra içeriye halkın girmesine izin yok" diyiverdiler.
Sırrı Süreyya Önder, Diyarbakır'da çıkan haberleri hatırlatarak "Almadığınız halkı yarın medyanız haber yapacak ama biz provokasyona fırsat vermeyeceğiz" dedi ve alana doğru hareketlendiler.
Kafese alınan parklar
Parkı kafese almışlardı, doğru. Ancak kafesin içine de kafes koymuşlar, açık hapishaneyi hücrelere bölmüşlerdi. Basın olarak başka bir hücreye koyulduk. Bizi biraz "tanımaları lazım"mış. Bu sırada Garo Paylan ve Sırrı Süreyya Önder içeriye alınmayan üyeler ile il ve ilçe başkanları için seferber oldu.
Ben Paylan'ı o caddeden geçerken dört defa gördüm. Bir ara konuşma fırsatı bulduğum Paylan vaziyeti “Türkiye'nin hali neyse bu nöbetlerdeki halimizde o. Aşağı yukarı açık cezaevi şartlarındayız” sözleriyle anlattı.
Ancak Diyarbakır’dan her şeye rağmen cesaretini ve moralini çoğaltarak çıktığını da söyledi:
“Dünyada zaten demokratik ülkeler liginde değil ikinci ligdeydik. Şu anda üçüncü ligdeyiz. Otoriter, baskıcı ve korku imparatorluğunda yaşıyoruz. Burada yaşadığımız ülkenin halidir. Farkı sadece polis ablukasıyla, bariyerlerle daha görünür olmasıdır.”
Beklerken Yan Yanayız Bir Aradayız Platformu üyeleri geldi. Yanına gittiğim Gürhan Ertür "Yaşımızdan kaynaklı deneyim oldu tabii tek gitmiyoruz hiçbir yere" sözleriyle maksadınız vicdan ve adalet de olsa Türkiye'de yaşadığımız gerçeğini hatırlattı bir kez daha.
Ağaçla dolu parkta kurumuş ağaca denk gelmek
Yarım saat içinde vekillerin “kafes”ine alındık. Yoğurtçu Parkı'nı bilmeyenler için, İstanbul'un yeşil kalmış nadir alanlarından biri bu park. Ağaç olmayan yerinde kafe ve tuvaletler var sadece. Yani güneşli bir yaz gününde gölgesi bol yerlerden biri. Nöbet kafesinde de bir ağaç var ama tesadüf bu ya kurumuş ve dalları budanmış. Gölge yapan tek şey polis bariyerleri…
Mithat Sancar kuru ağaca ilişkin “kötücüllüktür” değerlendirmesinde bulunurken kötülük, faşizm ve AKP iktidarı ilişkisini açıklıyor:
“Kötülük bu iktidarın ruhuna sinmiş ve onu her alanda seçerek uyguluyor. Böyle bir toplantıyı engellemek zaten otoriterliktir. Fakat bunun da ötesinde parkın en kuru tarafını ayırmış olmaları kötü olmalarının bir göstergesidir.
"Kötücüllük de faşizmin en derin damarıdır. Sadece yasaklamak veya baskı yapmakla kalmıyor, bulduğu her fırsatı küçük ya da büyük bir eziyete dönüştürmek için de uğraşıyor. Burada yaptıkları tam da bu kötücüllük ve ondan beslenen küçük faşizm pratiklerinin toplamıdır.”
Başaran: Yoğurtçu’da şapkaya gerek yok demişlerdi
Vekiller telaşlı, koşturuyorlar çünkü halk içeri alınmadığı için bariyerde bekleyişini sürdürüyor. Yoldan geçenler içeriye türküler söyleyerek selam ediyor; ancak polis eliyle ittirilerek uzaklaştırılıyorlar. Ama hep etraftalar; sıcağa ve baskıya aldırmadan her seferinde yeni bir türküyle geçiyorlar yoldan.
Grup toplantısından sonra gazeteciler haber yazmaya, vekiller sohbete koyuluyor. Sancar'ın kedilerle arası iyi; oyun oynuyorlar. Kerestecioğlu bir hafta boyunca sürecek nöbet için alana giriş çıkışları ayarlamakla uğraşıyor, yorgun ama asla mutsuz ve umutsuz diyemezsiniz. Nadir Yıldırım ve Erdal Ataş'ın da bağdaş kurarak katıldığı küçük bir topluluk oturmuş türkü söylüyor.
Yere serdikleri kilimlerde, her tarafı ağaç olan parka, kurdukları şemsiye altında oturmak zorunda kalan nöbetçi vekillerinden Acar Başaran, Yoğurtçu Parkı’na giderken şapka almasına gerek olmadığını söylediklerini anlatıyor:
“Arkadaşlar ‘Yoğurtçu Parkı çok iyi, şapka filan almaya gerek yok' diyorlardı. Sonra bir geldik, doğru, çok yeşil bir alan. Tek yeşil olmayan alanı bulmuşlar bizi koyacak.”
Yiğitalp: Dallarımız budansa da kökümüz sağlam
Halk parkın içine alınmadı. Yürüyüşte ise müthiş bir kalabalık olduğu söylenemezdi belki. Ancak müthiş bir direnç ve "Bitmiyoruz, buradayız" ifadesi alandaki her yüzde seçilebilen en ortak duyguydu.
Nöbet alanındaki her baskıyı kendi çıkarımlarıyla çürüten Sibel Yiğitalp, kurumuş ağacı işaret ederek “Dallarımız budansa da kökümüz sağlam” diyerek bu duyguyu kelama da döküyor ve ekliyor:
"Bizim arkadaşların polis ablukasıyla ilgili kaygıları vardı. Dedim HDP'li olmak böyle bir şey. Meclis’te bile abluka altındayız. Meclis’e seçilmiş olarak gittik, 6 milyon insanın sesiyiz. Orada bile sözcüklerimiz konusunda bize ambargo uygulanıyor. Burada bize uygulanan kuşatma meclisteki ablukanın fiziki halidir.
"Bu kaba ve hoyrat bir mekanizmadır. Biz burada adaleti tikel, kişiye, etnik kimliğe özel ya da bir inanca özgü olarak talep etmiyoruz. Adaletsizliğe uğradığını düşünen herkes için adalet diyoruz.” (TP/HK)