“Son bir haftada Charlie Hebdo'ya düzenlenen saldırı ve Charlie Hebdo dergisinin bir kısmını yayınladığı için hedefe konan Cumhuriyet Gazetesi'nin yaşadıkları ifade özgürlüğünün durumunu ortaya koyuyor.”
Yazar Oya Baydar Türkiye'nin ''ifade'' durumunu bu sözlerle özetliyor. Türkiye Yayıncılar Birliği'nin Adana 8. Kitap Fuarı'nda düzenlediği Yayınlama Özgürlüğü Yolunda panelinde Baydar'ın yanı sıra Evrensel Basım Yayın'ın sahibi Songül Özkan ve gazeteci İsmail Saymaz konuştu.
Dün gerçekleşen panelin moderatörlüğünü Türkiye Yayıncılar Birliği Genel Sekreteri Kenan Kocatürk yaptı.
Baydar: Otosansür içimize işledi
Baydar geçmişte “Türkiye halkları” demekten yedi buçuk yıl ceza aldığını aktardı, bugün Kürt ve Ermeni meselelerinin konuşulduğunu ancak bunun tam olarak büyük bir değişimi yansıtmadığını söyledi.
''Kısmi değişimler olsa da bu yeterli değil. Yayın hayatı üzerinde baskıların hala devam ediyor. Yayın hayatı üzerindeki baskı sansür ve otosansür olarak kendini gösteriyor.
“Otosansür içimize işledi. İktidarların baskıları sinsi bir şekilde yayın dünyasının üzerinde karabulut gibi dolaşıyor. Her iktidar döneminde yayın ve ifade özgürlüğünü kısıtlayan uygulamalar yaşanıyor.''
Baydar Charlie Hebdo'nun kendi mizah anlayışına hitap etmese de ifade özgürlüğü açısından Charlie Hebdo'nun yanında olduğunu dile getirdi.
''Komünist ülkelerde de bu tür baskılar sözkonusu. Her iktidar kendi düşüncesini korumak açısından kısıtlamaya gidiyor. Bu 'benim düşüncemden farklı olursan yaşama hakkın yok' anlamına geliyor. Zihniyetler değişmedikçe yasaların değişmesinin hiçbir anlamı olmuyor.''
Özkan: Yayınevleri birlikte mücadele etmeli
Songül Özkan Türkiye'da yayınlama özgürlüğü üzerindeki baskıların geçmişi üzerine bilgiler verdiği konuşmasında Milli Mücadele komutanlarından Orgeneral Kazım Karabekir'in kitabının macerasını paylaştı.
''Kazım Karabekir'in İstiklal Savaşımız adlı kitabı1933'te yayınlanmadan yasaklandı, kitap 34 yıl sonra okuyucu ile buluştu. 1980 darbesinde de benzer baskılar yaşandı. Yazarların yayıncılar Devlet Güvenlik Mahkemelerinde yargılandı.
“2011'de de Ahmet Şık'ın kitabı yayınlanmadan yasaklandı. Yayınevi basıldı, bilgisayarlara el konuldu. Şık cezaevine gönderildi. Baskı biçim değiştirerek devam ediyor.
''2011'de Aram Yayınları’nın da bazı kitaplarına davalar açıldı. Son olarak yazar Aziz Tunç'un Beni sen öldür kitabının arka kapak yazısını yazan gazeteci Nedim Şener ifade vermek zorunda kaldı. ''
Özkan 1988'de kurulan Evrensel Yayınevi'nin de yıllarca baskılara maruz kaldığını, kitaplarının yasaklandığını, dergi sorumluları ve yazarlara cezalar verildiğine anlattı.
“Okullarda okutulan, ödev olarak verilen eserlerin bazı bölümlerinin yasaklanması, sansürlenmesi ise baskının başka bir çeşididir. Tüm bu baskılara karşı yayınevlerinin birlikte mücadele etmesi gerekiyor. ''
Saymaz: Bu kafa herkesi terörist ilan etti
Gazeteci İsmail Saymaz, “Türkiye geçmişten beri böyleydi” ve “Komünist ülkelerde de benzer baskılar oldu’” demenin son 10 yılda Türkiye'de yaşananları açıklamayacağını dile getirdi.
''AKP-Gülen ittifakı askeri vesayeti kaldırma söylemi ile ortaya çıktı; böylece hem sosyal hem de kamusal alanda tasfiye başlatıldı. Cemaati eleştirenler terörist ilan edildi, Nedim Şener ve Ahmet Şık bu yüzden cezaevine gönderildi.
''2011'de Mersin'de duvara 'Uyuşturucuya hayır' yazan gençler komünizme hizmet ettikleri için ceza aldılar. Son 10 yılda insanlar demokrasi vaadi ile kandırıldı. ''
Saymaz, insanların kitapla darbe yapılacağına inandığını, son dönemde 12 Eylül zihniyetinin bile aklına gelmeyecek işler yapıldığını anlattı.
“Adana'da bir savcı bir gencin 'sözde zafer işareti yaptığı için' diyerek cezalandırılmasını istedi. Bu kafa kendisi dışında herkesi terörist ilan etti.
''Polis fezlekeleri ve polislerin hazırladığı haberler el değmeden gazetelerde yayınlanabiliyor. Yarın köşesini okuduğunuz yazarı, haberi okuduğunuz muhabiri yerinde bulamayabilirsiniz. Bunu da size demokrasi diye yutturabilirler.” (BK)
* Yayınlama Özgürlüğü Yolunda Projesi, Türkiye Cumhuriyeti ve Avrupa Birliği tarafından ortak finanse edilen Sivil Toplum Diyaloğu Programı çerçevesinde gerçekleştiriliyor. Program, Türkiye ve Avrupa Birliği üyesi ülkelerden sivil toplum kuruluşlarının, ortak bir konu etrafında bir araya gelerek, toplumların birbirini tanımaları, karşılıklı bilgi alışverişi ve kalıcı diyalog kurmalarını sağlayan bir platform olarak geliştirildi. Programın teknik uygulamasından Avrupa Birliği Bakanlığı sorumlu olup Merkezi Finans ve İhale Birimi ise Programın ihale makamıdır.