Hayat budur işte! Bazen yıllar önce söyledikleriniz ya da yazdıklarınız, söylendiği ya da yazıldığı dönemde lanetlenir de! Ancak doğrulanması için üzerinden uzun yıllar geçmesi beklenir. Bu organize sanayi bölgesinde arsa meselesi de o kabil mevzulardan. Okurlara arşivden bir yazı sunuyorum. Yaklaşık 9 yıl önce yazmışım aşağıdaki yazıyı. O tarihlerde Yeniyüzyıl gazetesinin perspektif sayfasında yayınlanmış. Sonra da ilk göz ağarım "Kürdilihicazkâr Metinler" kitabımda yerini almış bir yazı.
Yazı gazetede yayınlandığında iş dünyası örgütlenmesi içinde yönetici olarak görev alanlardan kimisinin linç etmediği kalmıştı bendenizi!
Bunca zaman sonra görüldü ki bizim durumumuzda olan bölgelerde ancak özendirici, hem de iyice özendirici sunuşlarla ancak yatırımcı cezbedilebiliyor.
Tarih doğruluyor insanı. Ama keşke doğrulanmamış olsaydım. Keşke organize sanayi bölgesi bugün benim yıllar önce önerdiğim seçeneğe ihtiyaç duymasaydı.
İşte örneği, işte yazım.
Diyarbakır Örneğinde Organize Sanayi Bölgeleri*
Kararının 1974'lerde verildiği, yer seçiminin 1980'lerde yapıldığı, kamulaştırma ve altyapı ihalesinin ise 1995'lerde tamamlanabildiği Diyarbakır Organize Sanayi Bölgesi nihayet yatırımcının karşısına çıkma aşamasına geldi.
Bilinir ki; Organize Sanayi Bölgeleri, sanayileşmelerini henüz gerçekleştirememiş yerleşim yerleri için düşünülmüş toplu yatırım alanlarıdır. Bu toplu yatırım alanlarının içinde yatırımcı henüz tesisini kurmadan altyapısı tümüyle tamamlanmış arsalar hazırlanır ki yatırımcının işi kolay olsun. Bu çerçevede Diyarbakır Organize Sanayi Bölgesi uzun bâdireler atlattı. Yakınındaki bazı illerde, ikinci, hatta üçüncü organize sanayi bölgeleri kurulurken Diyarbakır bu şansını kullanmada gecikti. Hep bir başka bahara ertelemek zorunda kaldı. Bölge insanının ve yatırımcısının içini burkan bu ertelemeler, çoğu kez yerel siyasetçilerimizin iç çekişmeleri ile, kısmen de bürokrasideki öncelikler ve tıkanmalardan yaşanıp kaynaklandı.
Bugünlerde tümü 550 hektar olan ama 100 hektarlık bir alan üzerinde altyapı çalışmaları yürütülen Diyarbakır Organize Sanayi Bölgesi'nde m2'si 500 bin liradan arsa satışına başlanacak. Buraya kadar her şey tamam. Ama bundan sonrasına bir nokta koyarak tartışma zemini açmak gerekir. Bu satırların yazarının da Diyarbakır Ticaret ve Sanayi Odası Yönetim Kurulu Başkan Vekili kimliğiyle, 1992-1995 yılları arasında Diyarbakır Organize Sanayi Bölgesi'nin Müteşebbis Heyet Üyesi olarak görev yaptığı dönemde kamulaştırma çalışmaları yapılan arazinin m2'si 3000 (üç bin) liranın da altında bir değerle satın alındı. Süreç içerisindeki değer artışları ve zorunlu giderler de hesaba katılırsa ortaya çıkan satış rakamının büyüklüğünün bölge için çok yüksek olacağı kanısındayım.
Bölgenin ekonomik gerçeklerini, diğer bütün yönleri ile birlikte bizzat bölgede yaşayan ve bilen biri olarak, devletin tüccar mantığı ile bu türden işlere yaklaşım göstermemesi gerektiği düşüncesindeyim. Eğer bölgeye gerçekten dışarıdan yatırımcının gelmesi isteniyorsa sübvansiyon politikaları uygulanarak Organize Sanayi Bölgeleri'ndeki arazilerin çok daha düşük fiyatlara ve mümkün olan en uzun vadelere yayılarak yatırımcıya sunulması gerekir. Tabiî bu fiyatlandırma yapılırken yatırımı cazip kılacak bir dizi teşvik edici unsur da yatırımcıya sunulmalıdır. Bunlar çeşitli zamanlarda dile getirildiği gibi; ucuz elektrik, vergi muafiyeti, SSK primlerinde avantajlar, kredi kolaylıkları olarak sayılabilir.
Çağımızda artık bir çok ülkede, Organize Sanayi Bölgeleri felsefesinin genişletilmiş biçimi olan "Teknopolis"lerin hayata geçirildiği bir dünyada bizler hâlâ Organize Sanayi Bölgeleri ile boğuşuyoruz. Merkezi hükümetlere politikalar sunmaya çabalıyoruz. Yüreklerin kulakları sesimizi ne kadar duyuyor, onu da bilemiyoruz.
Bir çok ülkede artık, danışmanlık ofisleri, kredi merkezleri, sosyal üniteleri, mobil eğitim sistemleri, bilgi teknolojisi ve her türlü fiziksel, teknik altyapı hizmetlerinin sunulduğu Teknolojik Kentlerin çalışmalarının yürütüldüğü ortamda biz hâlen Organize Sanayi Bölgeleri ile mutlu olmaya çalışıyoruz. Bari bu mutluluk bizlere çok görülmesin.
Bölgedeki yerel girişimcilerin ve bölgeye gelecek yabancı yatırımcıların önünü tıkamadan, azimlerini kırmadan her türlü kolaylığı gösterecek politikalar geliştirmek gerekir.
* Yeni Yüzyıl Gazetesi, Perspektif sayfası, 11 Ağustos 1996