Şaşırtıcı ve hayret uyandıran bu durumun ardındaki sebep nedir?
Gelişmiş ülkelerde yaşayanlar daha mı fazla hastalanıyor?
Bütün tıbbi imkanlara ve hijyenliğe rağmen, neden gelişmiş ülkelerin yaşlısı daha fazla hasta oluyor? Olayın püf noktası "gelişmişliğe" dayanmaktadır.
Bir toplum ne kadar gelişirse, o ölçüde daha fazla hastalık tespit etme olanaklarına sahip oluyor. Az gelişmiş ülkelerde genellikle bu imkan bulunmadığından, birçok hastalık ortaya çıkmıyor.
Buna karşılık gelişmiş ülkelerde tespit edilmesi zorunlu olmayan, yaşlılığın normal durumları da tespit edilip, hastalık kategorisine konulunca, ortaya çıkan durum gereğinden fazla tehdit edici algılanabiliyor. Gerontososyologların "bulgu bolluğu" dedikleri olayın ardında bu yatıyor.
Epidemiyolojik araştırmalar, modern insanın ilk etapta kalp ve dolaşım sistemi hastalıklarının tehdidi altında bulunduğuna dikkat çekmektedir. Ayrıca beslenme ve çevre koşullarının rol oynadığı şeker hastalığı ve kanserin de modern toplumlarda sürekli arttığı görülmektedir.
Ancak her ülkede aynı ölçüde artış olmadığı da belirlendi. Örneğin 1986 ve 1988 yıllarında biri Almanya'da diğeri Amerika'da yapılan iki araştırmanın sonuçları karşılaştırılınca, Almanların Amerikalılardan daha fazla yüksek tansiyon hastalığına yakalandıkları anlaşılıyor.
Bilim adamlarına göre bunun başlıca nedenleri yaşam tarzı, beslenme ve çalışma koşulları gibi etkenler arasındaki farklılıktır. Bu yüzden şu veya bu ülkede yapılan araştırmalardan hareket edilerek, bunların Türk topluma direkt olarak yansıtılması mümkün değildir.
Türk yaşlısının sağlık durumunu ancak, Türkiye'de gerçekleştirilecek olan araştırmalar ortaya koyabilir. Dış kaynaklı araştırmalar bize bu konuda yol gösterici ve hangi alanlarda araştırma yapmamız gerektiğini gösterebilir ya da modernleşme sürecinde giderek yaşlanacak olan toplumumuzda ne gibi sağlık sorunlarının ortaya çıkabileceği konusunda genel bir gösterge olarak görülebilirler.
Psişik hastalıklar bağlamında da aynı kuralın geçerli olduğunu gösteren bulgulara rastlandı. 80'li yıllarda yapılan araştırmalardan çıkan sonuçlar o denli farklıdır ki, bunların ne ölçüde doğru olduğunu düşünmeden edemiyor insan.
Çünkü bazı bilim adamları yaşlıların yaklaşık yüzde 7'ni psişik hasta olarak tanımlarken, kimilerine göre bu yüzde 63'e ulaşılıyor. Bu iki kutup arasında bir yerde olduğu tahmin edilen yaşlılık psişik hastaların oranı, Almanya için 1989'dan beri yüzde 23 olarak kabul ediliyor.
Fakat bilim adamlarının hepsi aynı fikirde değil. Çünkü, bazı beyinsel rahatsızlıklar, psişik hastalıklar olarak tanımlanmaz ve organik hastalıklar kategorisine konulursa, yaşlılar arasındaki psişik hastaların oranı bir anda yüzde 6'ya kadar inebiliyor.
Yaşlılığın en çok korku yaratan durumu, bakıma muhtaç hale gelmektir. Bakıma muhtaç yaşlıların durumuyla ilgili kesin sonuçlara ulaşıldığını söylemek mümkün değildir.
İngiltere'de 1987 yılında yapılan bir araştırmaya göre 75 yaşına kadar olanlar arasında bakıma muhtaçlık oranı yüzde 1,6'yı aşmıyor ve 75 yaşın üzerindekilerde yüzde 5 civarında kalıyor. Aynı yıl ABD'de gerçekleştirilen bir başka araştırmanın sonuçları bunu destekler niteliktedir.
1992 yılında Almanya'da yapılan araştırma, genel nüfus içinde bakıma muhtaçlık oranının yüzde 1,4 civarında olduğunu gösterdi. Bakıma muhtaçlığın özellikle 80 yaşından sonra tehdit edici boyutlara ulaştığı görülüyor. 75-79 yaş grubunda bakıma muhtaçların oranı yüzde 3 civarındayken, 80-85 yaş grubunda bu yüzde 10'u aşıyor.
Bu tespitlerin iyi ve kötü olmak üzere iki yönü var. Önce iyi haber: Çoğumuz en ileri yaşlara kadar bakıma muhtaç hale gelmeden yaşayacağız. Şimdi de kötüsü: Bakıma muhtaçlık yaşam süresi uzadıkça çoğalıyor.
Almanya'daki araştırma 85 yaşın üzerindeki yaşlılar arasında bakıma muhtaçların yüzde 26 civarında olduğunu ortaya koydu. Bu sonuçlar dikkate alınarak bir yorum yapılacak olursa şu söylenebilir: Yaşlılık hastalıkla bir tutulamaz, ama hastalıkla arasında sıkı bir ilişki vardır.
Çoğunluğun yatalak hale gelmeden yaşlılığını geçireceği bir toplumda, yaşlılığı sosyal bir problem haline getiren başlıca sebep, bakıma muhtaç yaşlıların oranı değil, bu yaşlıların sayısıdır.
Yaşam süresinin uzaması, özellikle Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerde nüfusun, gerilemeye başlamadan önce hızla artmasına yol açar.
Bu yüzden dünyanın en hızlı yaşlanan toplumlarından birine sahip olan Türkiye, 15-20 yıl gibi kısa bir süre içinde 100 milyona yaklaşan bir nüfusa ulaşmış olacaktır. Eğer bu süre zarfında bakıma muhtaç yaşlıların oranı değişmese bile, sayılarında çok belirgin bir artış yaşanacaktır.
Bu süre zarfında değişime uğrayacak olan aile ve çalışma yaşamlarını dikkate alarak, yaşlılıkta ortaya çıkan bakıma muhtaçlık olaylarının, Türkiye'nin yakın geleceğine damgasını vuracak olan en önemli sosyal problemler sınıfına koymak gerekir.
Batı toplumlarında yapılan araştırmaların bir kısmı yaşlılar arasındaki intihar olaylarının sebepleriyle de ilgilidir. Sonuçların toplumdan topluma farklılık gösterebileceği gözden kaçırılmadan, yaşlıların ilk etapta depresif, kronik ve ağrı verici hastalıklardan, beden fonksiyonlarında uğradıkları kayıplardan dolayı intihar ettikleri söylenebilir.
Toplumdan soyutlanma, yalnızlık ve sosyal ilişkilerde meydana gelen gerilemelere yol açan psişik, fiziksel ve normal kabul edilebilecek bedensel gerilemeler, birçok yaşlıyı, gençlerin kavrayamadıkları ruhsal bunalımın içine sürüklüyor olmalı ki, bir kısmı buna dayanamayıp ölümü bir kurtuluş olarak görüyor.
Olayın en vahim yanı ise, yaşlı bir insanın intihar edişine toplumun lakayıt kalışıdır. Neredeyse normal kabul edilen bir durum olduğunu düşünür, çünkü zaten yakında öleceği belli olan birinin, biraz erken ayrılışında pek büyük bir fark görmez.
Ancak uluslararası araştırmalarda tespit edilen intihar sebeplerine bakınca, asıl problemin toplumda yatması gerektiği anlaşılıyor. 1984 yılında Almanya'da yapılan bir araştırma, intiharı seçen yaşlıların yaklaşık yüzde 17'nin sosyal izolasyondan dolayı bu yolu seçtiğini ortaya çıkardı. 1993 yılında yine Almanya'da yapılan bir başka araştırmada, erkeklerin kadınlardan 5 kat daha fazla intihar ettiklerini ortaya koydu.
Bunun sebeplerinden biri erkeğin kadından daha farklı olan sosyalizasyonuyla bağlantılı olabilir. Çocukluğundan itibaren daha serbest yetiştirilen, sosyal hayatı daha aktif olan bir erkeğin, bu özgürlüğü çalışma ve aile hayatında da devam eder.
Erkek, yaşlılığı kadından daha güçlü bir soyutlanma ve toplum dışına itilme olarak algılar. Özellikle eşinin ölümünden sonra bu duygusu güçlenir.
Almanya'da yapılan araştırmalara göre 70 yaşın altındaki erkeklerde intihar olayları 1990 yılında 100000'de 30 iken, kadınlarda bu sadece 100000'de 18'di. Ancak bir önceki yıla göre her ikisinde de çok büyük bir artış olduğu görüldü.
1989'da yaşlı erklerde 100000'de 9, kadınlarda ise 100000'de 2 olarak tespit edilmişti. 70 yaşın üzerindeki erkeklerde ise aynı dönem içinde 100000'de 42'den 130'a, kadınlarda 19'dan sadece 22'ye çıktı. Buna karşılık 90 yaş ve üzerindeki insanlar arasında intiharlar doruk noktaya varmaktadır. Sadece erkekler bu 100000'de 130'dur.
Demek ki yaş ilerledikçe intihar riski çoğalmaktadır. Türkiye'de bu konuyla ilgili hiçbir bilgiye sahip olmadığımızdan, biz kendi ülkemizde yaşlılar arasında intihar olaylarının oranı hakkında bir şey söyleyemiyoruz. Bundan çok daha üzücü olan durum ise, neden intihar ettikleri hakkında hiçbir bilgiye sahip olmayışımızdır.
İngiltere, Almanya ve ABD gibi ülkelerde yapılan araştırmalar, yaşlıları intihara sürükleyen sebeplerin başında üç faktörün bulunduğunu gösterdi:
- Psikolojik hastalıklar
- Bedensel hastalıklar
- Yalnızlık
Özellikle yalnızlık içindeki yaşlıların intiharı seçtiğine dikkat çekilmektedir. Fakat şunu da sormamız gerekiyor: Hasta olan yaşlının kendisi midir yoksa toplum mu hastalanmıştır?
İnsanı, gençliğinde el üstünde tutan, yaşlanınca bir kenarda oturmasını bekleyen bir toplumun, sağlıklı bir düşünce yapısına sahip olduğunu düşünmek, hastalıktır.
İnsanı oturtarak paslandıran bir toplum yerine, çalıştırarak yıprandıran bir topluma tercih ederdim. Ama toplumsal koşullar ve beklentilere bakınca, bu mantığın tersinin geçerli olduğu görülüyor.
Yaşlıların hastalıklı, yaşlılığın pasif bir dönem olduğunu kabul eden düşünceden vazgeçmenin gerekli, hatta zorunlu olduğunu gösteren durumlarla karşı karşıyayız.
Giderek daha uzun yaşayan insanların oluşturduğu bir toplumda, 40 yaşından itibaren onu yaşlı kabul etmek, iş piyasalarından dışlamak ne kadar yanlışsa, 60 yaşından itibaren onu yaşamın her alanında "emekliliğe" sevk etmek de yanlıştır.
Yaşlıyı hasta eden asıl durum, ona işe yaramaz bir birey haline geldiği duygusunu yaşatan koşullardır. Bunu kavramış olan AB ülkelerinden bazıları, yaşlılığın da topluma faydalı olunabileceği bir dönem olduğu düşüncesini benimseyerek, yaşlı insanlardan faydalanmanın yollarını arıyor.
Toplumu yeniden sağlığına kavuşturmak ve yaşlının karşısında rehabilite etmek anlamına gelen bu çabaların, Türkiye'de başlaması gerekiyor.(AD)
*Doç. Dr. İsmail Tufan
Akdeniz Üniversitesi Sosyoloji Bölümü