Çeşitli dinlerden ve cemaatlerden 80 kadar yaşlı insan, kendilerine ait odalarda, kendi eşyalarıyla, isterlerse gündüzleri dışarı çıkıp akşamları geri dönerek yaşıyorlar. Bakıma muhtaç olanlar ise revire alınıyor.
İçeri girildiğinde, resepsiyonun arkasındaki duvarda büyük bir pano çarpıyor göze. 1838'den 1900'lere dek kuruma bağışta bulunanların adları var. Sultan Abdülmecit'in ardından, Sultan Abdülaziz de birkaç kez, toplam yaklaşık on sekiz bin kuruşluk yardım yapmış.
Tanıdık başka adlar da var bağışçıların arasında. Örneğin 1872'deki hayırseverlerin arasında Francesco Della Sudda, nam-ı diğer Faik Paşa göze çarpıyor. Kendisi, başta bugünkü AFM sinemalarının karşısındaki olmak üzere Pera'nın çeşitli yerlerinde eczanelere sahipti. Saray sonunda onu Paşa unvanıyla onurlandırmıştı. Bugün Yunan Konsolosluğu'nun bulunduğu Turnacıbaşı Sokak'tan, Galatasaray Lisesi'nin arkasındaki Hayriye Caddesi'ne bağlanan upuzun Faik Paşa yokuşunun adı da, işte bu eczacıların paşasından geliyor.
İkinci tanıdık isim, Corpi'ninki. Bu aile Sakız Adası'ndan göçmüştü İstanbul'a. Amerikan Konsolosluğu'nun uzun süre işgal ettiği Tepebaşı'ndaki bina da, işte bu ailenin mülküydü ve "Palazzo Corpi" diye anılırdı, yani Corpi Sarayı.
Gene 1878'de, Alleon ailesi de cömertliğini sergilemişti Artigiani'ye karşı. Alleon'lar, Fransa'dan Devrim'in ardından gelen terör döneminde kaçıp Osmanlı'ya sığınmışlardı. Bank-ı Dersaadet'i (ya da Banque de Constantinople'u kurmuş), bugünkü Odakule'nin yerinde bir konak inşa ettirmiş, ardından bunu satıp bugün Erol Dernek diye bilinen sokakta bir eve yerleşmişlerdi. O sokağın eski adı Alyon'dur zaten.
Bağışçı listesi daha çok uzun; özetlemek gerekirse imparatorluk başkentinin zenginleri, özellikle de Katolik kesimi, Artigiana'yı hiç yalnız bırakmamışlardı. Öte yandan Avusturya Kraliçesi, Arşidük François Charles, Arşidük Maximilien, Bavyera Kralı, Kolonya Başpiskoposu da burayı unutmamışlardı.
1896'da doğup 1981'de ölen Gabriel Couteaux ise, hayatın kendisine sunduğu zenginlikleri Artigiana'nın sakinleriyle uzun süre paylaşmış, yıllar boyunca kurumun hamiliğini yapmış, 1966-67'de, eski binanın yerine yenisinin yapılmasına ön ayak olmuştu. Artigiana, 1970 yılında bir kararnameyle "İhtiyarlara Mahsus Cemiyeti Hayriye Derneği" olarak adı tescil edilen ve başkanlığını bugün Fortunato Maresia'nın yaptığı bir dernek tarafından idare ediliyor.
Yangında kurtarılacaklar
Ben yüz yaşına yaklaştığını duyduğum Vera Pussich'i görmek üzere gitmiştim Artigiana'ya. Onunla konuşmak, daha çok da onu; yüzyılın başından beri İstanbul'da yaşananların canlı bir tanığını dinlemek için. Kapıdakiler, Vera Pussich'in revirde olduğunu söylediler. Tarif edilen yoldan koridora daldım. Sol taraftaki kapıların üstünde odaların sahiplerinin isimleri. Zirekyants. Borciç. Nesim. Timyanos.
Bir zamanların rengârenk ve karmaşık koca imparatorluk şehrine ait, çoktan geride kalmış bir mevsimin son kuşları. Ve sağda bir liste. Yangında ilk kurtarılacaklar, demişler başa. Ve altına da birtakım isimler yazmışlar.
Aklımdan, kendi adımı ekledim en sona. O an içimden bir ses dedi ki, yangından kurtarılmaya muhtaç hale geldiğimde, yalnızlıktan korkan biri olacağım. Her neyse.
Koridorun sağındaki camın önünde bir kadın oturuyordu. Beni yabancı görünce, "Kime gelmiştiniz?" diye sordu. "Vera Pussich'e" dediğimde, "Ah, çok sevindim" dedi. "Bugün sabahtan beri ona kimse gelmemişti." Yanından ayrılmak nedense içimden gelmiyordu. Birkaç saniye sonra, "İçeri girmez misiniz?" diye sordu. Odada bir büfe, bir yatak, bir kitaplık, küçük bir mutfak köşesi, bir masa vardı. Hayır. Doğrusu şu ki, bu odanın her yerinde fotoğraflar vardı. Bütün diğer eşya burada, fotoğraflar üzerlerine konabilsin diye bulunuyordu.
Gamze Hanım'ı arıyoruz
Masanın üzerinde bir Ülker takvimi yaprağı, üzerinde bir gözlük, bir de büyüteç. Sandalyeye oturmamla Rita Hanım'ın bir fotoğrafı elime uzatması bir oldu: "Sizden bir şey isteyeceğim. Nüfus Dairesi'nde bir tanıdığınız var mı?" "Maalesef yok," dedim. "Ama belki başka türlü yardımınız olabilir."
Resimde saçını yetmişli yılların modasına uygun taratmış bir gelin ve İspanyol paça pantolonlu bir damat neşeyle gülümsüyordu. "Bu benim Gamze'm" dedi Rita Hanım. Her içeri girene gösterilmeye hazır tutulan bu resimdeki Gamze, dünyayı umursamaz gibiydi. "Talat Artemel'i bilir misiniz? Tiyatrocuydu kendisi. Rahmetli oldu. Ama biz çok iyi tanışırdık. Hatta jübilesine davet ettiydi beni, bakın, şunu da bana imzaladı."
Bu kez bir tiyatro broşürüydü uzattığı. "Gamze, Talat Bey'in kızıdır. Bakın, evlendiği gün ben de oradaydım. Ankara'da oldu düğünleri. Tabii kocasının soyadını aldı. Ben o zamanlar Kurtuluş'ta yaşardım, ama Erenköy'e taşınacaktım. Hayatımda çok büyük acılar yaşadım, o yüzden zihnimde pek çok şey dağınık. Gamze'nin yeni soyadını bir kağıda yazmıştım. O taşınma hengamesi sırasında kaybettim. Nüfus Müdürlüğü'ne gittim, akrabası değilim diye bilgi vermediler. Soyadını bilsem, telefon defterinden bakarım, bulurum adresini. Ama yok işte. Yok! Yirmi seneyi geçiyor, herkese soruyorum. Kimse bilmiyor Gamze'min nerede olduğunu. Nüfus Müdürlüğü'nde tanıdığınız varsa, sorar mısınız, diyecektim."
Ben ne söylemek, daha doğrusu ne yapmak lazım geldiğini düşünürken, birer birer öbür fotoğraflar, daha doğrusu o yalnızlığın içinde her anısı yüzlerce kez evrilip çevrilmiş yirmi sene önceki komşular, otuz senedir görüşülmemiş arkadaşlar, başka bir kadın için Rita'yı terk etmiş olan Yusuf Bey sökün ettiler.
Boğulacak gibi olduğumdan, ve ne yazık ki Nüfus Müdürlüğü'nde hiçbir tanıdığım olmadığından, tekrar sohbete gelmeyi vaat ederek koridora attım kendimi. Ama kendi kendime gazeteden sormaya söz verdim. Nüfus Müdürlüğü'nde bir tanıdığınız var mı? Eğer öyleyse, sorar mısınız ona Gamze Artemel'in yeni soyadını ya da adresini? (SÖ/NS)