De Gaullcü olmak
De Gaullcü dış siyasetin özü, Fransa'nın, "Batı"nın bir parçası ve taraftarı olmasına karşın, dünya düzenine nasıl erişileceğine dair kendi görüşlerine sahip olma hakkı bulunduğunu ilan etmesi ve en güçlü Batılı ülke olan Birleşik Devletlerin, Fransa'nın görüşlerini dikkate alması gerektiği konusunda ısrar etmesidir. Birleşik Devletler'in diğer müttefiklerinin aksine Fransa, ABD tarafından yürütülecek "tek taraflılıkçı" bir önderliği her zaman anlamlı biçimlerde reddetti.
Geçen elli yıl içinde, Birleşik Devletler Fransa'yı bu tutumundan caydırmak için yapabileceklerinin hepsini yaptı; tatlı dil, güçlü basınç, casusluk ve itiş-kakış... ABD'nin yaptığı hiçbir şeyin Fransa'nın bu temel duruşunu değiştiremediği görülüyor. Geçenlerde Rumsfeld "eski [ihtiyar] Avrupa" diye söylenirken, kastettiği öncelikle Fransa idi. Birleşik Devletler geçmişte Fransa'nın görüşlerini yumuşatmak için Almanya'ya güvenmiş ya da en azından Almanya'nın ona uymayacağına inanmıştı. Bu yüzden Bush yönetimi Alman dış politikasındaki Schroeder/Fischer dönemecini olağanüstü bir hoşnutsuzlukla izlemektedir. ABD'li şahinler ihanete uğradıklarına inanmaktadırlar.
Yani, bugün Fransa'nın, ABD'nin yakın gelecekte gerçekleştireceği Irak işgalinin batı dünyasındaki insanların çoğunluğu, hatta onların da ötesindekiler tarafından "meşru" kabul edilip edilmemesinde anahtar bir role sahip oluşu, ABD açısından özellikle tatsız bir durumdur. Eğer Fransa, ne denli isteksizce olursa olsun ABD'yi desteklerse, savaş, tüm dünyada, Birleşmiş Milletler tarafından ve böylelikle de o mistik bütünlük, yani "uluslararası topluluk" tarafından da onaylanmış gibi kavranacaktır. Fransa reddederse, sadece Almanya'yı değil, Rusya, Çin, Kanada ve Meksika'yı da -yani güçlü bir kuyruğu da beraberinde götürecektir.
Blair ile Chirac'ın farkı
"Dünya kamuoyunu" izleyeceğini açıklayan Japonya'nın, sadece BM örtüsü altında destek vereceği görülmektedir.Fransa, Büyük Britanya'nın konumunu bile belirlemektedir. 30 Ocak tarihli The Independent gazetesinde Donald Macintyre "Blair yüksek oynuyor, ve Chirac'ın kendisini kurtarmasına ihtiyaç duyuyor" başlıklı bir makale yayınladı. Blair'in ülke içinde karşılaştığı güçlükleri, İşçi Partisi içindeki "yıldırılmış isyan"ı tartışan Macintyre, sonucun Fransa'nın tutumuna bağlı olacağını belirtmektedir. "[Blair'in] geleceğine ne Beyaz Saray'da, ne [Britanya başbakanının resmi konutu olan, Downing Street'deki] 10 numarada değil, [Chirac'ın resmi konutu olan] Elyse Sarayı'nda karar verileceğini söylemek çok yanlış olmayacak" demektedir.
Fransa'ya bu gücü ne vermektedir? Bu güç elbette Fransa'nın moral dürüstlüğünden kaynaklanmıyor. Fransa da, en az Birleşik Devletler kadar, kendi çıkarlarını korumak üzere birlik gönderme isteğindedir. Fransa'nın Fil Dişi Sahillerine yönelik son müdahalesi ve burada bu müdahalenin sonucu olarak yaşadığı sorunlar, Fransa'nın Afrika'da mini-emperyal bir güç olarak oynamaya devam ettiği rolün kanıtlarıdır. Fransa ruhunun derinliklerinden Amerikan karşıtı da değildir. Fransa'da çok miktarda Amerikan karşıtı slogancılığın olduğu doğrudur (ama Birleşik Devletler'de de eşit miktarda Fransız-karşıtlı slogancılık mevcuttur). Yine de, genel olarak, (hem seçkin hem de sıradan) Fransızlar, Birleşik Devletler'de taktir edecek pek çok şey bulurlar, ABD'nin iki dünya savaşındaki rolünü minnetle hatırlarlar ve Birleşik Devletlerle birçok temel değeri ve ön yargıyı paylaşırlar. Fransa'ya bu bakımdan güç veren, Birleşik Devletlerin, Amerikan argosunda söylediğimiz gibi, "oynaşları için fazla büyük" olmasıdır. Ve bu durum ABD hükümetine şahinlerin gelmesinin ardından daha da geçerlilik kazanmıştır.
Fransa'nın bu duruma itirazı, Fransa'nın ABD küstahlığının etkilerini sınırlama arzusu, sadece birkaç istisna dışında, dünyanın büyük bir çoğunluğu tarafından paylaşılmaktadır. Bu yüzden Fransa, şimdi yaptığı gibi ABD baskılarına karşı direndiğinde, bunu açıktan ya da aynı biçimde yapmaya cesaret edemeyen - Mısır, Kore, Brezilya ya da Kanada gibi diğer hükümetler tarafından kulislerde desteklenmektedir.
Gerçekte, ABD hükümeti de Fransa'nın politik gücünün farkındadır. Colin Powell'ın Bush'u öncelikle Birleşmiş Milletler'e gitmeye ikna edebilmesinin ve ABD'nin geçen hafta Saddam Hüseyin'le ilgili bazı "kanıtlar" sunmak üzere Birleşmiş Milletler'e gelmesinin nedeni de budur. ABD kimsenin bu "kanıtla" ikna edileceğine inanmamaktadır. ABD, bu kanıtları sunmanın Fransa'ya ABD hükümetlerinin Fransa'nın ekonomik çıkarları olduğuna inandıkları şeylerin arkasında durmak için gereken özür dileme imkanını sunacağına inanmaktadır. ABD yönetiminin, basında açıkça yer aldığı biçimiyle, Fransa'nın kendi kendisine söyleyeceğine inandığı şeyler şöyledir:
1) ABD her koşulda Irak'a girecek.
2) ABD kolayca zafer elde edecek.
3) Fransa, askeri bakımdan ne kadar önemsiz olursa olsun birlik gönderirse artığın (petrol) paylaşımına katılmasına izin verilecek, yoksa dışlanacak.
Yani ABD'li şahinler Fransa'nın dış politika yaklaşımı konusunda - ekonomik kazanımla politik konum arasında bire birlik bir kısa vadeli korelasyon kuran- "kaba Marksist" bir analiz yapmaktadırlar. Ama kaba Marksizm hiçbir zaman işe yaramaz, çünkü hiç bir şey bire-bir değildir ve Fernand Braudel'in dediği gibi kısa vade, "toz"dur. Fransa'nın bakış açısına ve özellikle de Chirac'ın bakış açısına göre sorun, daha farklı biçimde tanımlanmaktadır. Öncelikle, Fransız kamuoyu (tüm batı Avrupa kamuoyu gibi) savaşa çok yüksek bir oranda karşıdır ve hem kısa, hem de uzun vadede, ABD gerekçeleri konusunda son derece şüphelidir. Fransız solu savaşa karşı ciddi bir birlik oluşturmuştur. Aşırı sağ ise, farklı nedenlerden dolayı, savaşa karşı birleşmiştir. Ve iktidardaki Fransız muhafazakar partisi, ABD iddialarını ve "Blairgil" bir dış politikayı destekleyenler ve ruhen "Gaullist" kalanlar arasında olmak üzere tam ortasından ikiye bölünmüş durumdadır.
Chirac ABD zaferinden emin değil
Bu yüzden Chirac'ın seçeneklerini açık uçlu tutması gerekmektedir. İç politik sonuçları hesaba katmak zorundadır. Yanlış yaparsa, bu durum, gücünü ancak son dönemde konsolide etmiş olan partisinin geleceği üzerinde ve Fransa'nın güçlü ve bağımsız bir Avrupa yaratma çabaları üzerinde uzun vadeli bir olumsuz etki yaratacaktır. İkinci olarak, Chirac ani bir ABD askeri zaferinden o kadar da emin değildir. Dünyada bu konuda şüphe içinde olan çok sayıda yüksek rütbeli asker vardır ve bunların önemli bir kısmı da muhtemelen Fransız ordusunun yüksek rütbelileridir. Üçüncüsü, Gaullizm bugüne kadar işe yaramıştır ve Gaullizm her zaman ince bir dengeye dayanır. Fransa kendisini ABD'den kopartmak istemiyor. Ancak Fransa'nın ABD'ye karşı direnişinde izole olduğu pek görülmemiştir. Gaullist bir duruşun terk edileceği an bu an değildir.
Birleşik Devletler, tahmin edilebileceği gibi, tüm kartlarını birden oynamaktadır. Avrupa Birliği'nin on beş üyesinin beş başkanını ortak bir mektupla ABD'nin pozisyonuna olan desteklerini bildirmek üzere hizaya dizmiştir. Elbette bu beş hükümet aynı şeyi ayrıca da söylemişlerdir. Ama ortak mektubun anlamı Fransa'ya baskı yapmaktır. Sonuçta ABD Fransa'yı, eğer uyumlu davranmazsa, ABD'nin Avrupa'yı dağıtmak için aktif biçimde çaba harcayacağına ikna etmeye çalışmaktadır. ABD'nin cephaneliğinde ikinci bir tehdit daha bulunmaktadır.Fransa'nın "yumuşak gücü", ABD tek tarafçılığının tüm dünyada yaratmış olduğu hoşnutsuzluğu arkasına alması ise, "sert gücü" ise Güvenlik Konseyi'ndeki veto hakkıdır. Böylece, ABD Birleşmiş Milletler'den arzu ettiği desteği alamaması halinde, Güvenlik Konseyi'nin rolünü marjinalleştireceğini ve böylece de Fransa'nın "sert gücünü" azaltacağını söylemektedir. Ama elbette Fransa, Güvenlik Konseyi'nin anlamsızlaştırılacağı korkusuyla, bu hakkı asla kullanamayacak olduktan sonra, bir veto hakkına sahip olmasının da fazla bir anlamı yoktur.
ABD Fransa'nın kendisine çok ihtiyacı olduğunu sanmaktadır. Ama tabii aslında Fransa'ya çok ihtiyaç duyanın ABD olmuş olması da muhtemeldir. Fransa'nın kararı her ne olursa olsun, nihai sonuçlar kısmen gerçek savaş tarafından belirlenecektir. Kolay elde edilmiş bir zafer ABD'yi destekleyenleri ödüllendirecek bir eğilim yaratacaktır. Sünen bir savaş ABD'ye uyanları cezalandıracaktır. Ancak, "tek taraflı" biçimde kazanılmış bir savaş, hızla kazanılmış olsa bile, ABD'ye fayda olduğu kadar zarar da getirecektir. "Çok taraflı" bir savaş ABD'nin konumunu daha az sarsacaktır. Nelson Mandela ABD'yi dünyayı bir felakete sürüklediği konusunda uyarmaktadır. Şahinler neredeyse tamamen sağır olmuşlardır.
Gerçek ise, Gaullizmin bir sonucu olarak, Fransa'nın bugünün dünyasında ABD'nin jeo-politik konumu üzerinde önemli bir etkide bulunabilecek olan tek ülke olmasıdır. Ne Büyük Britanya, ne Rusya, ne de hatta Çin bu durumdadır. Bunun nedeni Fransa'nın çok güçlü olması değil, ısrarla çok kutuplu bir dünyayı öne çıkarması ve güçlü bir dünya desteğini arkasına almasıdır. Fransa'nın böyle bir jeo-politik dönüşümden doğrudan faydalanacak olması, dünyanın birçok ülkesindeki birçok insan için, Fransa'nın bir dereceye kadar hepsinin de istemekte olduklarını başarabilecek olmasından daha önemsizdir. Yakında Fransa'nın kartlarını nasıl oynayacağını öğreneceğiz. Ve tüm dünya farkı hissedecek. (NK)
* www.sendika.org İnternet sitesinden alınan yazının başlık ve vurguları Bianet'e aittir.