Haberin İngilizcesi için tıklayın
* Fotoğraf: Barış İçin Akademisyenler / Twitter
Özyeğin Üniversitesi Psikoloji Bölümünden Yrd. Doç. Dr. Yasemin Gülsüm Acar'ın Barış İçin Akademisyenler’in “Bu suça ortak olmayacağız” bildirisini imzalaması sebebiyle Çağlayan’daki İstanbul Adliyesi’nde 32. Ağır Ceza Mahkemesi’nde yargılandığı davadaki beyanını yayınlıyoruz.
Haftalardır kendilerini burada bulan ve önümüzdeki aylarda da buraya gelmeye devam edecek olan tüm meslektaşlarım gibi ben de barış ihtiyacını dillendirmek adına akademik kimliğimi kullanmaya çalıştığım için buradayım.
Yardımcı doçent olarak sosyal psikoloji alanında araştırma yapıyorum ve altı yıldır İstanbul yaşıyor ve çalışıyorum. Sosyal psikoloji alanında çalışmayı seçtim çünkü bir göçmen çocuğuyum ve yaşadığım şehirler ve paylaştığım ortak tarih bir taraftan beni şimdi olduğum insana dönüştürürken bir taraftan da kimliklerimi içinde yaşadığım farklı mekan ve kültürlere parça parça yaydı. Kimlik, gruplar, kolektif eylem ve çatışmalar üzerine çalışıyorum. Çalışmalarımın bir kısmı da çatışma sonrası barışa odaklanıyor. Çalışmalarım kim olduğumu besliyor. Çalışmalarım beni şekillendiriyor ve umuyorum ki bir taraftan da etrafımdaki dünyanın şekillenmesine ufak katkılar sunabiliyorum.
Sosyal psikoloji bana eleştirel düşünmenin önemini öğretti. Eleştirel düşünmenin ve eleştirel eylemin, içinde yaşadığımız toplulukların daha iyiye doğru şekillenmesine katkı sunacağını öğrendim ve şimdi bunu kendi öğrencilerime öğretiyorum. Sosyal psikoloji bize sorgusuz takipçiliğin, suskunluğun hiç kimse için faydası olmayacağını hatırlatır. Eleştiri sevilmeyi, rağbet görmeyi getirmeyebilir ama içinde yaşadığımız topluluklara en iyi şekilde katkı sunmamızı sağlar çünkü amaç içinde bulunduğumuz durumları ve dahi kendimizi daha iyi hale getirmektir.
İmza metni ortaya çıktığında pek çoğumuz kendimizi umutsuz hissediyorduk. Barış süreci sona ermiş, birçok şehirde ve ilçede sokağa çıkma yasakları ilan edilmişti. Buralarda olan her şeyi göremesek de durumu dostlarımızdan, ailelerimizden duyuyor, bölgeye dair pek çok ulusal ve uluslararası rapordan okuyabiliyorduk. O zaman sıkça kendimize sorduğumuz “ne yapabiliriz” sorusunun cevabı “hiçbir şey” oluyordu.
Kolektif eylem üzerine yapılan sosyal psikoloji çalışmalarında insanlara müdahil olma düzeylerini sorarız. Yani insanlar seslerini duyurmak istediklerinde bunu nasıl yaparlar? Ölçeklerimizde kullandığımız bunu gerçekleştirmenin en hafif, en azami düzeyi bir dilekçeye imza atmaktır. (Bu aynı zamanda demokratik ülkelerde, vatandaşların politik katılımının en geleneksel ve basit yoludur). Diğer birçok meslektaşım gibi ben de bu bildiriyi imzaladım çünkü en azından yapabileceğim; çünkü “hiçbir şey yapmamaktan” daha fazlaydı.
Bu davadaki meslektaşlarımın birçoğu yetişmiş profesörlerdir. Diğerleri daha doktora öğrencileri ve benim gibi kariyerlerinin başındaki kişilerdir. Hepimiz, karşısında durarak konuşmak istediğimiz bir şey gördük ve hiç değilse bunu yapmak için akademik kimliklerimizi ortaya koyabileceğimizi düşündük. Dedik ki, belki kendiliğimizin bir parçası olan bu sosyal kimliği kullanarak bu soruna dikkat çekebiliriz.
Ben bu ülkede büyümedim ama burası kendime yuva olarak seçtiğim yerdir. Buranın tarihine pek çok meslektaşımın şahit olduğu gibi şahit olmadım belki ama bu, şiddetin ne olduğunu bilmediğim ya da çatışmanın sebep olduğu acıyı bilmediğim anlamına gelmiyor. Bir akademisyen olarak benim görevim, bilgilerimden ve sezgilerimden hareketle akademik özgürlüğümü ve ifade özgürlüğümü kullanarak içinde yaşadığım topluluğa daha iyi hizmet verebilmektir. Benim yaptığım da, bundan sonra yapmaya devam edeceğim de budur. Bana ve meslektaşlarıma yapılan tüm temelsiz suçlamaları reddediyorum.
Reddediyorum çünkü bu bildiri hiçbir şekilde şiddeti meşru göstermemektedir. Savcının iddia ettiği gibi, bildirinin hiçbir yerinde hiçbir örgütün övülmesi söz konusu değildir. Bu bildiri tamamen ifade özgürlüğü kapsamında, çatışma dolayısıyla yaşanan sivil ölümlerinin durdurulması amacıyla devlete yapılan bir çağrıdır ve sadece barış isteyenlerin dile getirdiği taleplerden oluşmaktadır. Bu bildiri, savcının itham ettiği kastı asla taşımamaktadır. Maalesef savcı bu metnin tek tek kelimelerini seçerek metnin bütünsel anlamını bozmaya çalışmaktadır. Bu bildiri bir barış çağrısıdır ve hiçbir şekilde şiddete ya da suça çağrı olarak. Dolayısıyla, söz konusu bildiri dolayısıyla dava açılması bile, anayasal bir hak olan ve uluslararası sözleşmelerle (AİHS madde 10) güvence altına alınmış bulunan ifade özgürlüğünün ihlali niteliğindedir.
Savcı, adeta niyet okumaya çalışmış, bir örgütün yöntemlerinin meşru gösterildiğini ileri sürmüş, bir örgütle tarafımız arasında bağlantı kurma zorlamasına girişmiştir. Daha önce de bahsettiğim gibi, altı yıldır Türkiye’de yaşamaktayım. Burada yaşamayı tercih ettim. Bu şekilde bir davayla huzurunuzda bulunmam dahi, akademik emeklerime, düşünce özgürlüğüme ve kişisel inançlarıma hakarettir.
Dolayısıyla, iddianamenin dahi kendi başına hukuki sakatlığı açık olduğundan, bu bildiride yargılamayı gerektiren ve TMK madde 7/2 kapsamında değerlendirilebilecek hiçbir eylemimin bulunmadığı gözetilerek, CMK madde 223/2 kapsamında derhal beraat kararı verilmesini talep ediyorum. (TP/BK)