Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Çocuk Teşkilatı (UNESCO) tarafından 'nazar boncuğu yapımında' 'Yaşayan İnsan Hazinesi' seçilen Mahmut Sür, İzmir Kemalpaşa'ya bağlı, eski adı Kurudere olan Nazarköy'deki atölyesinde, geleneksel yöntemlerle boncuk üretiyor.
Kaybolmaya yüz tutmuş el sanatlarını yaşatan kişilere verilen bu ödülü 2012'de alan Sür'le nazar boncuğu üretiminin geçmişini ve bugününü konuştuk.
Kendinizi tanıtır mısınız?
İsmim Mahmut Sür. 1962 doğumluyum. Köyümde Kıvırcık Mahmut derler. Amcamın atölyesinde çalışırken İzmir'deki bir toptancıya boncuk verirdik, o zaman saçlarım çok kıvırcıktı. Eline sağlık Kıvırcık, derdi toptancı. Bu söz köye taşındı. Ben de şimdi "Kıvırcık Boncuk" diyorum işyerime.
Köyünüzde nazar boncuğu üretimi ne zaman ve nasıl başladı?
Nazar boncuğu 1942'den beri köyümüzde yapılmakta. Kurtuluş Savaşı yıllarında, Abdülaziz diye biri İzmir Hanı'na getiriyor bu işi. Duman oluyor diye şikayet çoğalınca da Kadifekale'ye taşıyor.
Abdülaziz felç olup uzun yıllar hasta yatınca, oğlu Arap Selim işi ele alıyor ve Kadifekale'den Cumaovası Görece'ye kaldırıyor bu işi. Sonra İstanbul'a kaldırıyor, bir altı ay orada kalıyor, yapamayınca tekrar geliyorlar Görece'ye. Ailece bu işi yapıyorlar.
İki ocağı varmış Arap Selim'in. Halasının oğlundan yetişen Bekir Arabalı isimli çırak 1942 senesinde oradan ayrılıp, kızılçam ormanının bol olduğu bir köy aramaya çıkıyor ve bizim köyü görüyor. On yıldan fazla bir süre burada kalıp, kendi kardeşini ve onun çocuklarını getirip, onlarla birlikte nazar boncukları yapıyor. Özellikle ocak örmesini köyden kimseye öğretmemeye çalışıyor.
Hamza'nın Mehmet (Mehmet Yılmaz), onların tatil dönemine denk getirip, atölyelerine bacadan girerek, ocaktaki tuğlaları sayıyor, nasıl örüldüğüne bakarak o da kendine bir ocak yapıyor. Daha sonra da deneye deneye ocağın kıvamını tutturuyor. Ondan sonra böyle devam ediyor.
Siz ne zaman ve nasıl kurdunuz atölyenizi?
Ben ilkokulu bitirince başladım boncuk işine. Fakir bir ailenin çocuğuydum. Askere kadar yaptım. Asker dönüşü bir yıl daha yaptıktan sonra, Paşabahçe'ye çalışan, cam dekor işi yapan özel bir şirkette işe girdim.
2001 krizine dek orada ARGE, kalite kontrol gördüm. 2001 krizinde fabrika kapandı.
İnsanın işini kaybetmesi kötü bir şey. 40 yaşından sonra ne yapabilirim diye düşündüm. Okutmak istediğim bir kızım vardı. Köydeki ustalar bu işten para kazanamıyorlardı, parayı tüccarlar kazanıyordu.
Ben de bu işi yapacağım ve nazar boncuğunu ayağa kaldıracağım, dedim. Kendime hedefler koydum; kaliteli yapacağım, kimseyi kandırmayacağım diye. 2002'de kendi atölyemi açtım. 2004-2005'te altın yılımı yaşadım, 3-4 rengi 12 renge çıkardım. Eskiden sadece düz mavi boncuk yapılırken, ben eskitme boncuk yapıyorum şimdi. Başka kimse yapamaz burada.
2005 yılının sonunda Türkiye'ye konteynırlarla Çin malı getirdi tüccarlar. Köydeki ocak sayısı 12'den 2'ye düştü. Atölyemi kapatmadım, birikimimi işçiye yedirdim, göz boncuğu stoku yaptım. 2006-2007 gibi tekrar düzelmeye başladı işler. Köy adına bir kooperatif kurduk bir arkadaşımla. Kooperatif hala açık ama, ikna edemedik diğer boncukçuları ve hala tüccarlar köyümüzü sömürmekte.
Bu arada keşfedilmeye başlandım. Elinde lokumla baklavayla gelen turistler oldu, dürüst bir Türk'le karşılaştık, diye. Bu beni duygulandırdı. Dükkanımda asla Çin malı satmadım. Boncuk renklerini ve çeşitlerimi daha da arttırdım. Kaliteyi arttırdım. 2011'de TÜSİAD başkanından plaket aldım.
"Yaşayan insan hazinesi" olmak nasıl bir duygu?
2010 yılında Ege Üniversitesinden Prof Metin Ekici, kaybolmaya yüz tutmuş el sanatlarını yaşatan 16 kişi tespit edildi, sen de varsın bu kişilerin içinde, demişti. O yıl, rahmetli Neşat Ertaş* da vardı 16 kişinin içinde. O, 2010'da aldı. Ben 11 Eylül 2012'de İstanbul'da, Beyoğlu Belediye Başkanı'ndan aldım ödülümü. Duygulandım. Hak ettiğim yere vardığıma inanıyorum. Dünya miras listesine girdi nazar boncuğu. İzmir'in logosu da nazar boncuğu bu sene.
İzmir'de Nazarköy'den başka yerde geleneksel yöntemlerle boncuk yapılıyor mu?
Yapılıyor. Cumaovası Görece'de bir ocak var. Orada ve bizim köyde, bizim gibi boncuğu yapanlar değil, alıp satanlar kazanıyor, büyük tüccarlar para kazanıyor. İnsanların geliri az olduğundan, yeni nesil bu işi yapmak istemiyor artık. Odun pahalı, cam pahalı...
Anadolu'da başka yapılan yer yok. İstanbul'da fabrikasyon yapanlar var. Geleneksel olarak yapan yok.
Bizim burada sekiz ocak var şu an. Cumaovası'nda bir ocak var.
Nazar boncuğu yapımı için gerekenleri anlatır mısınız?
Bölgemizdeki killi toprağı samanla kararak, 1000-1200 dereceye dayanıklı ateş tuğlalarıyla, ateş odası örülür. O çamurla, kırlangıcın parça parça yuva yaptığı gibi parça parça ekleyerek, beş tane ayrı pota yapılır. Bütün formül ateş odasındadır. Yanlış örerseniz, kızılçam odunu ile bu cam erimez.
Camlarımızı öğlen saatinde potalara atarız. Yemek dönüşü cam erimiş olur. Ustalarımız bunu kalın demirlerle, güzel bir boyayla camı özdeşleştirerek karar, yoğurarak renklendirir. Mesela süt beyaz opak içine bakır oksit koyduğum zaman havai mavi yapıyorum. Bir boyayla 3-4 renk dönebiliyorum. Ama sarı, turuncu, kırmızıyı satın alıyorum.
Çin mallarında olduğu gibi yüzeysel değildir boncuklarımızdaki boya. Çin mallarını cebinizde taşıyın, boyaları atar ve sağlığa zararlıdır.
Cam hammaddesini İstanbul'dan alırız. Bildiğiniz hurda cam değil. Opak karışımı camlar vardır, yumuşatıcı özelliği fazla olan camlar. Hammadde bulmakta zorlanıyoruz artık. Boncuklara beyaz opaktan göz koyuyoruz, onu İstanbul'daki cam kimyacıları yapıyordu. Şimdi yapmıyorlar. İthal olanların fiyatı çok yüksek.
Nazar boncuğu nasıl yapılıyor?
Sabah 6'da ocak tutuşturulur, iki saatte camlar erir. Sekizde işbaşı yapılır, akşam beşten sonra odun çekilir ve camlar olduğu yerde donar.
Usta, elindeki cıva çeliğine camı sarıp, merdanla gözünü takar, merteke ile şekillendirir, ray üzerinde hafif titreşimle vurarak soğutma odası dediğimiz kavaraya atar. Camı 1000-1200 derece sıcaklıktan aldığımız için, kavaradaki ısının 500-600 derecede olması lazım. Fırının ısısını yarısı kadar.
Eğer mal büyükse, fırınla beraber soğumaya terk edilir. Ertesi sabah alınır. Eğer mal küçükse, akşam beşten sonra kavaradan alıp, hava almayacak bir kaba koyar ustalar, orada bir saatte soğur. Hava alırsa tansiyon yapar, kırılma yapar. Dizmek için eve götürürler. Dizilen boncuk satışa hazır olur. Toptancı ya da hanımlar alır, kolye küpe neyse yapıp satarlar.
Çarşıda 30 tane bungalov dükkan var. Köy kadınları da takı yapıyor, ekmek yiyor onlar da. Beş seneden beri köyümüz popüler oldu.
Arap Selim'in fotoğrafı asılı atölyenizde...
Arap Selim'in kızı Nurten Hanım'la tesadüfen tanıştık. 75 yaşında. Evimde 15 gün misafir ettim onu. Boncuğun tarihini ondan öğrendim.
"Babamın iki tane ocağı vardı, o zamanlar camlar zor bulunurdu, kırık gazoz şişelerini yıkayacağım derken ellerim kesilirdi. Dedem Abdülaziz o zamanlar, bakırcılar bakırı döverken pullarını tuzla suyla kararak pişirdikten sonra buradan bakır oksit boyayı elde ediyordu, babam bakır eritirdi bu boyayı yapmak için" diye anlattı o günleri. Öğretmen kayıt yaptı anlattıklarını, büyüklere sordular, onlar da doğruladılar.
O ustalar için, Kurtuluş Savaşı yıllarında Mısır'dan gelme dedi kadın. Camın tarihine inerseniz ilk Mısır zaten.
3000 yıllık bir kültürü yaşatıyoruz biz. Bir arkeolog geldi buraya, Van'da bir kazı yapmışlar, üç bin yıllık bir mezardan nazar boncuğu çıkmış, boynunda cesedin.
Geleneksel boncuk üretiminin geleceğine dair düşünceleriniz neler?
Beni Ege Üniversitesi'ne götürdüler. Benim yaptığım şu sistemi İtalya'da, Milano'da 1300 yılında yapmışlar. Şimdi üniversitede hocalarla çalışıyormuş orda ustalar. Bizim de öyle olmamız lazım gelişmesi için. Bu meslek biter diye korkuyorum.
Geçen sene Ege Üniversitesi'nden gelip kurs verdiler köyümüzde. 8-10 tane usta belge aldı. Bir tanesi de benim çalışanlarımdan. Memnun oldum.
Kemalpaşa Kaymakamı'nın da çabasıyla birçok kurs verildi köyümüzde. Heykeltraş Sibel Fayda mozaik kursu verdi kadınlara, köyün içindeki cam mozaik panoları hep onlar yaptılar.
* UNESCO Genel Konferansı tarafından 2003 yılında kabul edilen ve Türkiye'nin 2006 yılında taraf olduğu sözleşme çerçevesinde, 'korunması gereken kültürel miraslar' arasında yer alan 'halk müziği'nin büyük ustası Neşet Ertaş 2010 yılında, "Yaşayan İnsan Hazinesi" ilan edilmişti. (Gİ/YY)