Yaşar Kemal'in adını duyduğunuzda aklınıza ilk önce "İnce Memed"in gelir. Bu çok olağan. "İnce Memed"in bu ülkenin edebiyatında önemli bir kilometre taşıdır. Yaşar Kemal bu ülkenin yetiştirdiği önemli bir edebiyatçıdır bizler için. Ancak o aslında her şeyden önce bir gazetecidir. Bu yönü çok bilinmez ya da artık yavaştan unutulmaya yüz tutmuştur.
Yapı Kredi Kültür Sanat Yayıncılık'ın geçtiğimiz günlerde yayımladığı "Yaşar Kemal: Röportaj Yazarlığında 60 Yıl" adlı kitap onun bu yönünü bir kez daha hatırlattı.
Kitabın önsözünde Yaşar Kemal, gazeteci olarak çalıştığı yılları hasretle anıyor. "Yaşamım boyunca röportaj benim ana işlerimden birisi oldu. Koşullar bana yardım etseydi röportaj yazarlığımı bugüne kadar sürdürebilirdim." Bu satırlar onun, Milliyet Sanat Dergisi'nin Ağustos 1975 tarihli sayısı için yapılan "Röportaj Soruşturması Dosyası" için kaleme aldığı bir makaleden. "Gazeteciliğimiz" diyor Kemal, "olağan yaşamını sürdürebilseydi, şimdiye benim bir sürü röportaj kitabım olurdu. İşimi çok seviyordum ama on iki yıl sürdürebildim."
1963 yılında Cumhuriyet gazetesi el değiştirince işinden olur. Her ne hikmetse basın tarihimizin parmakla gösterilen röportajlarına imza atan Yaşar Kemal'e başka bir gazeteden teklif gelmez. Buna kendisi de şaşmıştır.
Röportajcılığın önemini şöyle açıklıyor Yaşar Kemal: "Gazetecilikte haber, sinemadan, televizyondan, radyodan sonra önemi gittikçe artıyordu. Ancak röportaj çıkınca dır ki, okuyucu yaşamla, yaşamın, olayların özüyle karşı karşıya gelebildi. Haber gerçeğin kaba yansıması, röportaj yaşamın özüne, gerçeğin özüne doğru bir iniştir."
Yaşar Kemal zorlu koşullarda çalışmış röportajlarını yaparken. Ele aldığı konuları en iyi şekilde yansıtabilmek için zaman harcamış, zorlu koşullara katlanmış ve tehlikeyi göze almış. Aslında onun döneminde Cumhuriyet'in bir röportajcı için bulunmaz bir yayın olduğu anlaşılıyor. Örneğin Kaçakçılar röportajı için üç ay Güneydoğu Anadolu'da dolaşmış, kaçakçılarla tanışmış, sınırı geçmiş; bu da yetmemiş kolluk kuvvetleriyle kaçakçılara yapılan operasyonları izlemiş.
"Kaçakçılar arasında 25 gün" adlı röportaj şöyle başlıyor: "Tam beş gündür, sabahtan akşama kadar, bu kahvede oturuyorum." Kendisini Adanalı kaçakçı Hasan olarak tanıtmak ve ahalinin güvenini kazanmak için gezinip duruyor. Kaçakçılarla bağlantı kurduktan sora asıl zorlu günler başlıyor: "Bir cipin projektörü karanlığı deliyor. Biz hemen olduğumuz yere yatıyoruz. Cip yaklaşıyor. Yerle bir oluyoruz. Cip yaklaşıyor. Belki de birazdan makinalı ateşi başlayacak. Bir kör kurşun. Ya bir kör kurşun..."
Elinde kalem, kâğıt, sorup yanıt alan türden bir gazeteci değil Yaşar Kemal. Not almıyor, yaşıyor ve daha sonraları İnce Memed, Yılanı Öldürseler, Ağrı Dağı Efsanesi gibi daha nice edebi şaheser yaratacak kalemiyle okuruna sunuyor.
Snop bir duruşu hiçbir zaman yok, anlamaya çalışıyor, dinliyor, sorguluyor ama yargılamıyor. Örneğin Orman Yangınları röportajı, yangınla mücadele eden koruma memurları ve bölge orman müdürüyle bir yangınla mücadele edişiyle başlıyor. Ormanı yakan köylülerden dert yanıyor mühendis, yangının ortasında kalma tehlikesi yaşıyor. Ama ardından orman köylülerini dinliyor. Onların pür halini gözler önüne seriyor; yaşadıkları yoksulluğu, topraksızlığı, açlığı tarif ediyor.
Ama asıl yoksulluğu, kaderine terke edilmişliği Mağara İnsanları'nda yaşatır okuruna. Van'ın Sor köyü yakınlarında Esrük dağı eteklerinde dam bilmeyen insanların yaşamlarına tanıklık etmeye gider. Kürtçe bildiğini söylemez, insanların gerçek düşüncelerini öğrenmek istemektedir.
"İhtiyar (Zübeyr Hoca) anladı ki Kürtçe bilmiyorum. Memede sual üstüne sual sormaya başladı:
'Kimdir bu adam?'
Memed: 'Gazetecidir'
İhtiyar: 'Ne yapar yani bu? Bize bir hayrı dokunacak mı?'
Memed: 'Gazete yazar. Cümle alemin derdini yazar. Buralara kadar bizlere iyilik etmek için gelmiş."
İhtiyar: 'Yani hükümete istida mı (dilekçe) yazar'
....
Memed: 'Tarlasızlara tarla verilmesi için, sizlerin o pis mağaralardan çıkarılmanız için, açların halini, fakirlerin halini yazar...'
Zübeyr Hocanın neşesi kaçtı. Gözlerine apaşikar bir umutsuzluk çöktü. Başını dertli dertli salladı: 'Bunları' dedi, 'herkes yazdı. Biz hükümete istida yazdık. Kaymakam da yazdı. İğneci de yazdı. İğneci mağaralara girmiyordu. Biliyorsun ya, mağaraların kapısında oturup hüngür hüngür ağlayan iğneci. O da yazdı hükümete, hiçbir şey çıkmadı. Ben de bir şey sanıyordum bunu.'"
Bu satırlar uzayıp gidiyor. Zübeyr Hoca gazetecinin ne olduğunu bir türlü anlamıyor; çünkü hayatında görmemiş. Yaşar Kemal dağların yalçın kayalarına tırmandıkça hiç ev görmemiş, şehir nedir bilmeyen mağara insanlarıyla tanışacaktır. Onunla birlikte Türkiye'de öğrenecektir.
Bu röportajların toplu halde yayımlanmış olması tarihe tanıklık etmek açısından da önemli. Aslında 50-60 yıl önce yaşanan sorunların bugün çok da değişmediğini görüyoruz bu sayede. Orman köylüsü hâlâ topraksız, Doğu ve Güneydoğu Anadolu'da halen çağdaş yaşam koşulları tesis edilmedi. Hatta Sahaflar röportajından öğreniyoruz ki; 1954'te de bugün olduğu gibi "esnaf sahaflık ölüyor" diye dert yanıyormuş.
Yani az gitmişiz, uz gitmişiz. Ama daha arpa boyu kadar yol gitmişiz. (HK/EÖ)