Sevgili konuklar, ülkemize hoş geldiniz. Burada, İstanbul gibi görmüş geçirmiş bir şehirde buluşmamızın hepimiz için hayırlı olacağını umuyorum.
Geçirdiğimiz 20. yüzyıl belki de insanlığın en acılı yüzyılıydı. Milyonlarca insan, çoğunluğu da genç, bu yüzyılda öldürülmüş, korkunç jenositler bu yüzyılda yaşanmıştır.
20. yüzyılda çıkan üç savaşın adı da dünya savaşıydı. Birinci Dünya Savaşı, İkinci Dünya Savaşı, üçüncüsü de Soğuk Savaş adı verilen dünya savaşıydı. Her savaş, adı ne olursa olsun, her savaş bir yıkım, bir ölümdür. Yalnız savaşların en korkuncunu Soğuk Savaş olarak yaşadık. Ve bu savaş insanlığımızı çürüten bir savaş oldu. En azından vicdanımızı çürüttü. Toptan bir yalan dünyasına düştük, yozlaştık. Bunun tersini söyleyebilecek bir tek insan bile çıkamaz. Ama olumlu olan insanoğlunun bugüne nice belaları aşarak geldiğidir.
Başımızdaki yeni belalardan da kurtulabilecek miyiz? Şüpheliyim demeye dilim varmıyor. İnsanlık değerleri her gün biraz daha yıpranıyor, yitiyor, yok oluyor. Ve değerlerin yerini hiçbir biçimde dolduramıyoruz. Doldurmanın yollarını da bulamıyoruz. Bu söylediklerim bir katmerleşmiş karamsarlık sonucu değildir.
Birtakım rakamlar vermek istiyorum. Birkaç rakam bile dünyamızın ne durumda olduğunu göstermeye yeter de artar bile. Bu rakamları veren raporları buradaki herkes biliyor, biliyor ya gene de birkaç rakamı vereyim:
Dünyanın en zengin 200 kişisinin sahip olduğu toplam servet, yeryüzündeki en yoksul 2.5 milyar insanın toplam gelirinden fazla. Dünya nüfusunun 6.5 milyar olduğunu da unutmayalım. Dünyanın en yoksul ülkesine kıyasla, en zengin ülkesinde kişi başına düşen milli gelir, 228 kat daha çok. Dünya üstündeki 89 ülke son 10 yıl içinde 23 kat yoksullaştı.
Korkunç rakamlar
Hastalıklar, ölümler, çocuk ölümleri... Daha birçok acı. Yoksulluk, açlık, dünyanın güzelliğinin, mutlu yaşamın dışına atılmış insanlık. Ve biz bu insanlığı tanımaktan yoksunuz. Doğru, korkunç rakamları biliyoruz, ama bu insanlar kimdir, nedir, necidir haberimiz yok. O, aç yoksul insanların utanç verici trajedisini, onlarla birlikte yaşayabiliyor muyuz, bir lokma ekmeğe muhtaç olmanın, açlıktan ölmenin acısına, en azından ortak olabiliyor muyuz? Trajedilerini bilmeden, trajedilerini yaşamadan, onların dünyalarına katılmadan onlara nasıl yaklaşabilir, yakınlaşabiliriz.
Üstün insan ve ilkel insan kavramı, insanlığın gözbebeği Rönesans'ta yaratılmadı mı? O Rönesans ki insanlığın hem sanatta, hem bilimde büyük sıçramalar yaptığı bir dönem. Rönesans'ın insanları, sömürgecilerin bundan faydalanacaklarını ne bilsinler. O ilkel denen insanlara kültür, uygarlık götüreceklerini ne bilsinler.
Bugün elimizde uygarlığımızın temellerinden başlıcası olan çok gelişmiş bir teknoloji var. Yine de üstün insan ve ilkel insan kavramı acımasızca sürüp gidiyor.
Teknolojiden uygar dünya kadar değilse de ilkel denilen insanlar da yararlanıyorlar. Televizyon, radyo dünyanın en ücra köşelerine kadar gidiyor. Okuryazarlık da yayılıyor.
Kötü durumdaki insanlığa da bütün kapılar kapatıldı. İnsanlık doğal yollardan kendi kaderini belirlemek için, gerçek demokrasiye, özgürlüğe ulaşmak için çareler arıyor. Terörizmle kimse insanlığın yararına hiçbir yere varamaz, hiçbir sağlıklı bir sonuca varamaz. Dünyanın sağlıklı bir yere varabilmesi için, demokrasinin gelişmesi için, insanlığa bütün meşru yollar açılmalıdır.
Demokrat görünerek baskıcı bir düzeni sürdürenler insanlığı maceralara sürüklemişlerdir. İnsanlık istenmeyen, büyük, onarılmaz tehlikelerle karşı karşıya kalırsa bunun suçluları şimdiden bellidir. 11 Eylül'ü hiç kimse istemezdi.
Amerika Birleşik Devletleri'nin demokratik gelişimlerde büyük yanlışları oldu. Örneğin Şili'de Allende'nin yolunu kesmemeliydi. Çünkü o bir diktanın başlangıcı değil, seçimle gelen, seçimle gitmeyi göze alan yeni bir demokrasi anlayışının başlangıcıydı.
Aymazlık böyle sürüp giderse, insanlığın da sonu iyi gelmeyecek. Şimdiden bütün insanlara özgürlük kapılarını açmak için çabalar harcanmalıdır.
İyi sonuca varabilmek için doğal yol yalnız ve yalnız gerçek bir demokrasiden geçer. Demokrasi de değişkendir. İnsan hakları bildirgelerine durmadan haklar ekleniyor. Bu eklemeler bile daha şimdiden yetmiyor. Demokrasi gittikçe değişiyor, genişliyor. Demokrasilerde her şey gittikçe de saydamlaşacak, yeni anlamlar kazanacak.
Demokratik bir ülke baskıcı rejimleri destekleyemeyecektir. Ne için olursa olsun, baskıcı düzenleri destekleyen ülkeleri insanlık reddedecektir.
Gerçek demokrasilerde gelir dağılımı yüzyılımızdaki gibi utanç verici bir durumda olmayacaktır.
Bütün belalardan insanoğlu er geç kurtulacaktır. Böyle bir geleceğe inanırsak, demokrasiden başka çarenin olmadığına da inanırız.
Çağımızın getirdiği en büyük kötülük de doğa kırımıdır. Doğa kırımı tehlikesini yeterince anlamış değiliz. Doğa sorununda birtakım insanlar duyarlık gösteriyorlar, çabalıyorlar. Kimi ülkelerde yeşiller partisi kuruluyor. Dünyamız elden giderken bu bile saygı duyulacak bir uğraştır.
Yazık ki parti kurmakla bu korkunç oluşumun altından kalkamayız. Partiler kendi sınırlamalarını birlikte getirirler. Oysa bütün insanlar, hangi sınıf, hangi soy, hangi renkten olurlarsa olsun, doğayı kurtarmaya gelmeli.
Bu dünya hepimizindir. Onun yok olması, insanlığın yok olmasıdır. İnsanlar kolay kolay benden sonra tufan diyemiyorlar. Doğanın tükenmesi, insan soyunun da tükenmesidir. Bütün bunlar anlatıldığında, kimse dünyamızın yok olmasını, soyunun tükenmesini istemez. Doğa kırımını insanlara anlatabilirsek, bu işin altından, zor da olsa kalkabiliriz.
Bozulan, tüketilen doğayla birlikte insanların da dengesi bozuluyor. Kirlenen hava, su, kirlenen, yaşanmaz hale gelmiş şehirler, tükenen ormanlar, tükenen ormanlarla birlikte tükenen oksijen. Birçok bitkinin, kuş türünün, hayvan türünün, çoğunlukla böceklerin tükenmesi, akan suların kuruması doğanın dengesini bozuyor. Böyle giderse, yaşayan bu kadar canlı yok olursa, insan soyu böylesine bozulan bir dünyada yaşamını sürdürebilir mi?
Bir de eğitim sorunu var. Yüzyıllardan bu yana süren bugünkü eğitim, çağımıza yakışmayan, özünü hiç yenilemeyen bir eğitim düzenidir. Ana babalara göre çocuk çocuktur. Oysa çocuklar da insandır, ama onlara insan gibi davranılmıyor. Okullar da üç aşağı beş yukarı böyle.
Orada da çocuklara çoğunlukla birçok bilgi ezberletiliyor. İnsanla, yaşamla yüz yüze kaldıklarında da bocalıyorlar. Oysa eğitim düzeninin adı çoktan konmuş: Üreterek, yaşayarak, yaratarak eğitim.
Yaşamı doğadan kopuk, eğitimi yaşamdan kopuk, yaşamını siyasi katılım yoluyla düzenleme hakkından yoksun insanlar şiddete dönebiliyorlar. Ve bu insanlar savaş çıkarıyorlar, savaşta birbirlerini öldürüyorlar, işkence yapıyorlar, birbirlerini aşağılıyorlar, birbirlerinin onurunu ayaklar altına alıyor, birbirlerini sömürüyorlar. Acıma, sevme duygularını yitiriyorlar.
Dünya yeniden yapılandırılmalı
Dünyamızın yeniden yapılanmaya gereksinmesi vardır. Bu dünya, bu biçimiyle insanların mutlu yaşayacakları bir dünya olamaz. Dünyanın yeniden yapılanmasında medyayı, daha çok da basını göz ardı edemeyiz. Basının, dünyanın yapılanmasına yardım etmeden önce kendini yeniden yapılandırması gerek. Basının ödevlerinden başlıcası da kültür sorunudur.
Tarih boyunca kültürler, emperyalizme kadar, hep birbirlerini etkilemiş,
beslemiştir. Diller de öyle.
Batı uygarlığının temelinde Akdeniz başı çeker. Bunun birçok sebebinin başında Akdeniz'in çokkültürlülüğü gelir. Akdeniz, Asya'dan, Kuzey Avrupa'dan, Afrika'dan birçok boyları çekmiştir. İnsanlığın bir niteliğinin de göçebelik olduğunu biliyoruz. Kavimlerin birikim yerlerinde, bu topraklar çoğunlukla verimli, ılıman topraklardır, uygarlıklar, yaratıcı kültürler buralarda boy atmıştır.
Emperyalizmin kalıntılarında bugün de bir kültür yozlaşması sürüp gidiyor. Çünkü o kültürsüz yerlere üstün insanların kültürleri götürülmüştür. Onların kültür sayılmayan kültürleri yerine üstün kültür yerleştirilmeye çalışılmıştır. Bugün kabul edilen her kültürün özel bir kültür olduğudur. Her dil ayrı, özel bir dildir. Hiçbir kültür öbür kültürün yerini alamaz. Dünyamız, ne büyük mutluluktur ki, on binlerce çiçekli bir kültür bahçesi. Her kültürün bir rengi, bir kokusu var. Dünyamızın bir çiçeğinin koparılması, dünyamızdan bir rengin, bir kokunun yok olmasıdır.
Günümüzdeki küreselleşme süreci hızla tek tip bir dünyaya doğru yönlendiriyor bizi. Bu gidiş keşke bir kardeş, bir barış dünyasına gidiş olsa. Gözüken o ki, tek bir kültüre, tek bir dile doğru itiliyoruz. Böyle bir dünyanın kurulması olanak dışıdır ya, bu aymazlıktan dünyamız daha neler yitirecek kim bilir?
Ve özgür, yeniden yapılandırılmış bir basın, birçok kötülüğün yolunu kesmekte insanoğluna yardım edebilir. Basın, hiçbir yardım almadan salt kendi iradesiyle kendisini özgürleştirebilir.
Basına düşen görev
Küreselleşme rüzgârı önüne katılanlar, her dili, her kültürü de yıpratıyor. Buna dillerin, kültürlerin bilinçli insanları izin vermeyeceklerdir. Basın, dillerinin, kültürlerinin bozulmasını ya da yok olmasını istemeyenlerin yanında olabilir.
Basın, dünyamızdaki pek çok kötülüğün bilinmesini, duyulmasını sağlayarak önemli savaşımlar vermiştir. Basın, hiçbir çıkarın yanında olmamalıdır, kendi çıkarı olsa bile.
İşte basının özgür olması da budur.
Basının kendi yanlışları üstünde birçok çalışmaları var. Ve basın çağımızda kahramanlar yetiştirmiştir. Pek çok örnek verilebilir. Size buradan basını anlatacak değilim. Bugünlerde basının karşı karşıya olduğu sorunlar az değil. Önce kendi sorunları. Basın, doğası gereği, güvenilirliğinden güç alır. Ancak bugün basının güvenilirliği büyük yaralar almıştır ve basın gittikçe kan kaybediyor.
Basın zanaat değil, sanattır. Basının yeniden yaratıcılığına, direncine kavuşabilmesi için özgürleşme çabası vereceği anlar bellidir.
Örneğin dünyamızdaki yokluk, açlık, gelir dağılımı...
Örneğin, dünyadaki dillerin, kültürlerin yozlaşması. Örneğin, eğitim sorunu.
Örneğin, yitip giden, yeri doldurulamayacak değerler.
En önemlisi de doğa kırımı, doğa kırımıyla birlikte insanoğlunun soyunun da tükenmesi...
Basın önce baştan sona yeni bir yapılanmaya gitmelidir. Yeniden yapılanmış özgür bir basın bu sorunların üstesinden gelinmesine büyük katkılarda bulunabilir.
Türkçede bir söz vardır: Biri yer, biri bakar, kıyamet ondan kopar. Biri yiyor, milyonlar bakıyor, kıyametin kopmasını mı bekleyelim? (YK/YS)
(Yazarın dün Dünya Gazeteler Birliği Kongresi'nde (WAN) yaptığı konuşmanın tam metni)