Ona kapanıp doya doya ağlayabilecek miydim? Yoksa o da elinin tersiyle beni odanın bir köşesine ittirip "Yıkıl kız karşımdan, boyun devrilesiye" mi diyecekti. Yapayalnız bu hayatta bir başıma kalmıştım. Ağrı'nın eteklerini öpsem bana avucumdan kayıp gitmekte olan körpecik yaşamımı geri verebilir miydi?
Köyün kızları beni enayilikle suçluyordu. Kimisi altmışlık, ellilik adamlara kuma olarak başlık parası karşılığı satılıyordu.
Kuzenim D henüz 25 yaşındaydı. Sağlam yapılı, eli iş tutan bir adamdı. Anlamıyorlardı beni. Bu evlilik meselesi ortaya atıldığı günden beridir D'nin yüzüne bakamaz olmuştum. Kafama çocukken sokulan günaha, şimdi beni elbirliği ile ortak etmek istiyorlardı. İnsan hiç kardeşi ile aynı yatağa girer mi?
Bir de imam nikahımız kıyılır kıyılmaz gerdeğe girecektik. Peki ben kimdim? Benim sesimi işiten yok muydu? "Hayır" dedim mi bir caniden beter oluyordum. Ellerinden gelse dilimi koparıp susturacaklardı beni. Onlar mı caniydi, ben mi? Esaret altında hissediyordum kendimi.
Kaçmalıydım. Kaçmak demek aç, susuz ve evsiz kalmak demekti. Peki kanunlar ne işe yarardı? Kanun adamları bana yaşama şansı tanımayanlara karşı beni kollamaz mıydı? Bazen oturup saatlerce kendime "Onlar mı cani, ben mi caniyim ?" deyip duruyordum. Hesaplaşmak, didişmek, bana atılan tekmelerin, tokatların acısını çıkarmak istiyordum.
Televizyondaki haberlerde duyuyordum, bazı kadınlar savcıdan sığınma evine gönderilmelerini istiyordu. Öyleyse bu artık ölüm kalım savaşı olmuştu. Tenime istemediğim bir erkek elinin dokunmasına nasıl razı olacaktım? Hakikaten tenime dokunacak mıydı? Yoksa bir anda kilodumu sıyırıp üstüme mi çullanacaktı? Beni zevkten değil acıdan bağırtırken bütün ailenin erkekleri de aynı yoldan geçtiğinden hemen içime mi boşalacaktı? Ne diyorum ben? Köyümün anaları, ağıt yakarken, çocuklarına kızarken, ağlarken, yorgunluktan inlerken ses çıkarabiliyorlar. Benim de cinsel arzularım, heyecanlarım var mı sahiden ?
Yoldayım. Üzerimde geceliğim ve sabahlığım var. Kaçıyorum. Savcının evine vardığımda kurtulacağım. Gecenin bu geç vakti kapısını yumruklasam beni evine alır mı? Onun yardımı olmadan bu beladan canıma kıyılmadan kurtulmam mümkün değil.
Harika! Savcı, el yordamı ile perdesini aralıyor. Beni görünce yüzünde şaşkın bir ifade donup kalıyor. Savcının penceresindeki yansımadan kendimi görüyorum. Korkudan, kadından öte küçük bir kız çocuğuna benziyorum. Sahi benim yaşım kaç?
Ertesi sabah, savcı adliyeye giderken ben de Kaymakamlığın yolunu tutuyorum. Bana kalacak bir yer buluyorlar; bundan sonra yeni evim Ağrı Huzurevi olacak. Kendimi kökü budanmış bir ağaç gibi hissediyorum. Üstelik korkuyorum da. Ya aile meclisi toplanıp beni yok etmeye karar verirlerse! Onlar için tarlada çalışırken, yeğenlerimin karnını doyururken, D.'den oğlan çocuklara gebe kalırken varım. Bunları gerçekleştirmediğimde kötü yola düşmüş bir kadından en ufak bir farkım kalmayacak.!
Babam, zaman yitirmeden peşime düşmüş. Kaymakama, "Kızım, evine geri dönsün. Onu çok seviyoruz." diye dil dökmüş. Üstelik "evlendirmeyeceğim" demiş. Nasıl da Kaymakamı kandırmış. Onların derdi benim bekaretimde. Bekaretimi, kuzenimin bozmasını sağlarlarsa, artık onun malı haline geleceğim. Henüz malı satamadılar. Bütün kıvranmaları bundan.
Fakat babamla dönmezsem, dik kafalı bir kız gözüyle bakacaklar. Beni boş yere devlete yük olmakla suçlayacaklar. Zannediyorlar ki, babam yumuşadı ve sözlerini tutacak. Davamın haklı bir dava olduğuna artık kimse inanmıyor. Dönmezsem, burada nelerle karşılaşacağımı bilemiyorum. Neden, kadınsız bir dünya burası?
Evde, yaşamım normal seyrine döndüğünü zannediyordum. Bir kaç gün boyunca sıkı göz hapsinde tutuldum. Öldüresiye beni dövmediler. Meğersem bedenimi kuzenime saklıyorlarmış. Sonra , abim askerden ansızın izin alarak geri döndü. Ne bana sarıldı; ne de benimle konuştu. Sanki, askerdeyken devamlı karşınızdaki düşmanın kızkardeşiniz olduğunu varsayın şeklinde beyni yıkanmış gibi bir hali vardı.
Cezaevinden firar edenler nasıl yakalandığında şiddetli bir şekilde cezalandırılıyorsa ben de cezalandırıldım. Nasıl mı? Sevgili abim ve babam, beni D ile aynı odaya kilitlediler. Sonra da kapı ve pencere önünde nöbet tuttular. Çocukken, D ile birlikte kırlarda koşuşturduğumuz, şen şakrak kahkahalar attığımız, sevgiyle bir birimize baktığımız günler geride kalmıştı. Paramparça olmuştum. Bana saldıran kişi, kuzenim gibi görünen bir yabancıydı. Fakat yılmadım..
D'nin kanlı çarşafı babamlara göstermesiyle gardiyanlarım zafer sarhoşluğu içerisinde uyumaya odalarına geri döndüler. D'nin soluğu leş gibi alkol kokuyordu. Kısa bir süre sonra sızdı. Bütün ev halkının derin bir uykuda olduğundan emin olduğum bir anda tabanları yayladım. Kasıklarımdaki morluklara, yanmalara rağmen koşarken çevikliğimi koruyordum. Soluğu Jandarma Karakol Komutanlığı'nda aldım.
Kaymakam, olaydan haberdar olur olmaz bana her türlü desteği sunmaya başladı. Artık davamın haklı bir dava olduğunu biliyorlar. Bunun için bu bedeli ödemek zorunda mıydım?(EEÖ/EÜ)
* Esra Emine Özeren, avukat, Bilgi Üniversitesi İnsan Hakları Hukuku Uygulama ve Araştırma Merkezi