Avrupa Birliği'ne (AB) uyum çerçevesinde gündeme gelen mevzuat değişiklikleri, uluslar üstü sermayenin ekonomiye ilişkin dayatmalarıyla bir araya gelince yasalar neredeyse tümüyle yeniden yapılıyor.
Bizi bir arada tutan "hukuk"un kurallarını belirleyen yasaların, toplumun tümünün uzlaşmasının sonucu oluştuğu var sayılsa da, bu "doğru" ile "gerçeklik" ne yazık ki birbiriyle örtüşmüyor.
Yürürlükteki yasaların ne kadar "toplumsal uzlaşmaya" dayandığı, ne kadar "demokratik" olduğu tartışılır.
Yasalar, içinden geçtiğimiz dönemlerin ürünüdür ve o dönemler ne kadar "demokratik"se o yasalar da o kadar demokratiktir. Ama şimdi gerçekleştirilen düzenlemelerin bu temel niteliklere ne kadar sahip olduğunun, öncekilerden daha çok tartışılması gerekir.
Çünkü bu düzenlemeler, daha çok "demokrasi"nin olduğu varsayımıyla girmeye çalıştığımız AB'de geçerli kurallara uygun yapılıyor, en azından, öyle yapıldığı söyleniyor.
* * *
Bir yanlış anlama olmasın:
Kapitalist bir sistemde yaşadığımızın, bu toplumda farklı çıkar çevreleri ve sınıfların varolduğunun ayrımındayım. "Demokrasi" dediğimiz şeyin de olsa olsa "burjuva demokrasisi"nden daha öte olmadığını biliyorum.
Dahası bu güne gelene kadar ülkemizde egemen olan "despotik" yönetimlerin toplumun tümünü, bazen "havuç", çoğu zaman da "sopa"yla güdülediğinin de farkındayım.
Bir başka gerçeklik de gereksinimlerimizi kendimizin değil, bize empoze edilenlerin belirlemesi. Bir "sosyalist" düzen değil, bir burjuva düzeni bağlamında demokrasi ve bunun belirlediği bir toplumsal uzlaşmadan söz ettiğimi de eklemeliyim.
Tüm bunları biliyor ve kabul ediyorum.
Ama kabul ettiğim bir başka şey de "demokrasi"nin ve "toplumsal uzlaşma"nın herkesin dileği olduğudur. En azından böyle ifade edilmektedir.
Buradaki "herkes", yalnız bu ülkenin insanları değildir. Dünyanın ekonomik ve sosyal düzenini belirleyen egemenlerinin de söylemi ve istemi -en azından sözde- bu doğrultuda. Bunları da taa Fransız İhtilali'nin ilkeleri ışığında söylüyorum.
Böyle düşünürken çıkarılan yasalara bakıyorum: Gördüğüm ne "demokratik teamüllere" uygun, ne "toplumsal uzlaşmaya" dayanıyor, ne de hukukun üstün olduğu bir düzeni vazediyor.
Birileri birilerine dayatıyor, o birileri de meclisteki çoğunluğuna dayanarak kendilerini desteklemeyenlerin de uymak zorunda olduğu kuralları yasalaştırıyorlar.
Her gün çıkan yasalarla ülke neredeyse bir yangın yerine çevrildi. Yalnız egemen ve rantiyeci kesimin çıkarlarını gözeten düzenlemeler yapılıyor. Sağlıkta, eğitimde, adalette, imarda, kamu yönetiminde, yerel yönetimlerde, ekonomide, her şeyde ama her şeyde böyle.
Kendi adıma söyleyeyim, hükümetin önerisiyle meclisin çıkardığı yasaların tümü (AB'ye uyum çerçevesindekiler dahil) kabul edebileceğim, en azından itiraz etmeyeceğim yasalar değil. Tümü benim ve benim gibi emeğiyle geçinenlerin aleyhine hükümlerle dolu.
Bunların bazıları cumhurbaşkanı onaylamadığı için geri dönüyor, bir bölümü Anayasa Mahkemesi'nde iptal ediliyor. Bir bölümü uygulamada karşılaşılan sorunlar ya da bu sırada saptanan yanlışlar nedeniyle değiştiriliyor.
Sonuçta bir karmaşa, kaos almış başını gidiyor.
Düzensizlik de bir düzendir, onu da kabul ediyorum. Ama böyle bir düzende güçleri birbirinden çok farklı sınıflar, kesimler, gruplar olunca bu düzensizlikten "orman kanunlarının geçerli olduğu bir düzen" ortaya çıkıyor. Üstelik bunların hesabını da soran olmuyor.
* * *
Ben kural olarak, toplum yaşamında birlikte olduklarımın söylediğini "doğru" kabul ederim. Ama herhangi birinin söyledikleriyle uygulaması farklıysa uygulamalarını söylediklerine uydurmasını isteme hakkım olduğunu düşünürüm.
Şimdi çıkarılan yasalarla ilgili isteğim de budur. Bunun toplumun çoğunluğunun isteği olduğunu düşünüyorum. Bu nedenle sürekli ne yapılabilir, nasıl yapılabilir diye düşünüyorum.
Yanıtlamaya çalıştığım sorular şunlar:
* Nasıl yasalar demokratik olabilir?
* Nasıl gerçek bir toplumsal uzlaşmaya dayanılarak kurallar belirlenebilir?
* Burjuva devletin "adalet" ve "eşitlik" ilkeleri nasıl lafta kalmaktan kurtarılabilir?
* Adında "adalet" bulunan iki partinin ülkenin son 50 yılında, belirli sınıflar ve gruplar adına var ettiği adaletsizlikleri nasıl düzeltebiliriz, benzer adaletsizlikleri nasıl önleyebiliriz?
* Yasaların nasıl yapılması gerektiğine ilişkin bir ana dayanak, çerçeve yasa çıkarsak nasıl olur?
* * *
Tabii ki tek başına birkaç kişinin düşünmesi yetmez. Hep birlikte düşünmemiz ve bir çözüm bulmamız gerekir. Yoksa yaşanan bu süreçte bu kez yasaları ihlâl edenlerin yol açtığı bir "düzensizliğe", "kaos"a, herkesin kendi hukukunu belirlediği bir modele doğru gitme riski ortaya çıkacak.
Yeri gelmişken söyleyeyim ki; aklıma gelen bu olasılık, "dinci" cephenin zaman zaman ifade ettiği bir istem, dilek, bir hedef olduğunu düşündüğümde, beni daha da korkutuyor. Çünkü bu gidiş en çok ona hizmet ediyor diye kaygılanıyorum.
Bugüne kadar bulduğum tek çözüm şu:
Yasaları çıkarırken ona gereksinenlerin çoğunluk olması ve karar vermesi yeterli olmamalı: Ona ihtiyacı olmayan, hatta uygulamada zarar göreceklerin de itiraz etmeyecekleri bir uzlaşmanın sağlanması gerekli.
Çatışan sınıfları, çıkarları çelişen farklı grupları olan bir toplumda böyle bir yasal düzenleme ilk bakışta çok olanaklı görülmeyebilir.
Ama eğer bir arada yaşamayı yeğleyen bireylerden oluşan bir "toplum" olmayı sürdüreceksek, "hukukun üstünlüğü" demokrasiye ve "toplumsal uzlaşmaya" dayanacaksa, bunu gerçekleştirmek zorundayız.
* * *
"Ne yapılması gerekir" sorusuna böyle bir yanıt verdikten sonra "Nasıl yapabiliriz" sorusunun da yanıtını aramalıyız.
Ne yazık ki, şimdiki mecliste tüm sınıf, grup ve kesimlerin temsilcileri yok. Dolayısıyla oradaki uzlaşmanın yeterli olmayacağı açık.
O zaman, yasaların meclise gelişinden önceki aşamalarda bunu gerçekleştirmekten ve çıkan yasaların bir uzlaşmayı yansıtıp yansıtmadığını değerlendirip; gerekirse yine demokratik yolları kullanarak "itiraz etmekten" başka çaremiz yok.
Mevcut hükümet seçim öncesinde bu yolda bir vaatte bulunmuştu. Ama hükümet olduktan sonra, bu vaadini uygulamaya geçirmedi. Geçirmekte isteksiz olduğunu da her fırsatta gösterdi. "Biz en iyisini biliriz" tutumu onların ödün vermedikleri tek yanları. Tek tük örneklerde de kendine yakın kesimlerin görüşlerini almaktan öte bir tutum geliştirmediler. Aldıkları bu görüşleri bile, yasaları yaparken dikkate almadılar.
Şimdi toplumun tüm kesimlerinin oluşturduğu, her biçim ve düzeydeki örgütler bir araya gelip; yasama faaliyetinin sonunda çıkan yasaları gözden geçirmeli. Yasaların toplumsal uzlaşmanın sağlanamayacağı yanlarını ortaya koyup uzlaşılabilir bir noktaya getirmeliler. Ardından, çıkacak olanlar üzerinde benzer bir çalışmayı yürütmeliler. Bu arada, halen gündemde olan yasalar için hükümeti ve meclisi, uzlaşma sağlanması için zorlamalılar.
Bunu yapacak olanlar emekçi kesiminde sendikalardır, üretici birlikleridir. Hizmet ve diğer alanlarda odalar, birliklerdir. Çıkar gruplarının partileri, dernekleri, her biçimdeki örgütlenmeleridir.
Benzeri her tür örgütlenme kendi konularının dışında bu taleple bir araya gelerek bir sistem oluşturma çabasında olmalıdır.
Bu alanların taraflarının tek tek kendi konularında çıkarılan yasalara itiraz etmelerinin bir değeri ve önemi ol(a)mamaktadır. Bu kadar geniş alanı ilgilendiren bir yasama sürecinde de bu yapılanmaların ortak "itiraz"da bulunması çok olanaklı değildir. O zaman yapılması gereken, en azından model ve yöntem üzerinde bir uzlaşmayı sağlamak olmalıdır. "İtiraz"ı topyekün hale getirmenin en kolay yolu budur.
Şu anda "demokratik", "toplumsal uzlaşmaya dayalı" ve "hukukun üstünlüğünü kabul eden" bir düzenimiz yoktur. Bunun göstergelerinden birisi yasalara uyulmaması, her fırsatta bir boşluk aranması ve bulunmasıdır. Suçların, suçluların, yasa ihlâllerinin çokluğu da bundan kaynaklanmaktadır.
Çözüm için bir şeyler yap(a)mazsak hep söylendiği gibi belki "yasa"ların belirlediği bir düzenimiz olur ama, "hukukun üstün" olduğu bir toplum olamayız.
Doğal afetler dışında hiç bir yıkım birden bire olmuyor. Toplumsal yıkımlar ise o toplumu oluşturan tüm birey ve kesimlerin etki ve katkısı ile gerçekleşiyor. Yaşadığımız olumsuzluğun bizi yok edecek bir noktaya gelmesini engellemek için "toplumsal sorumluluğumuzu"n gereklerini yerine getirmemiz şart. Bunu şimdi yapamazsak mutlu ve barış içinde bir toplum olmak hep hayallerimizi süsleyecek. (MS/BB)