Fotoğraf: Canva
Geç ödemeler, düşük ücretler, tanınmayan haklar, güvencesizlik, makine çevirileri... Çevirmenlerin maliyeti, farklı paydaşların olduğu kitap ve dizi/sinema süreçlerinde genelde hep göze batan kalem oluyor. Oysa çevirmen Elif Okan Gezmiş, "Yasalara göre çevirmen, tıpkı yazar gibi eser sahibidir" diyor.
1 Mayıs'ta 17 yaşını kutlayan Çevirmenler Birliği'nin (Çevbir) Yönetim Kurulu üyeleri Aslı Takanay, Elif Okan-Gezmiş, Menekşe Arık, Savaş Kılıç bianet'in sorularını yanıtladı.
"Nitelikli çevirmenler uzaklaşıyor"
Çevirmenlerin pek çok sorunu var biliyoruz, ancak ilk ağızdan sıralamanız gerekse... En çok karşılaştığınız hak ihlalleri neler?
Savaş Kılıç: Geç ödemeler, eksik ödemeler, hiç ödememeye kalkışmalar bir yanda, ertelenen basımlar, geç basımlar, hiç basmak istememeler öbür yanda. Bunlara ek olarak kötü sözleşmeler, yani çevirmene hiçbir hak tanımak istemeyenlerin, sürekli nalıncı keseri gibi kendine yontanların, bu işi sıradan bir ticaret olarak görenlerin dayattığı çalışma koşulları var.
Menekşe Arık: Bunların yanında biraz işin doğasından, biraz da ülkemizdeki şartlardan kaynaklı düşük ücretler ve güvencesizlik, kitap çevirmenlerinin hayatını en çok zorlaştıran sorunlar. Hatta bu nedenlerle kitap çevirmenliği tek iş ve meslek olarak yürütülemeyebiliyor, nitelikli çevirmenler alandan uzaklaşmak zorunda kalabiliyor. Tüm bunlar nihayetinde çeviri eserlerin niteliğini ve kültür dünyamızı temelden etkiliyor. Çevbir'in Tip Sözleşme çerçevesinde savunduğu ve yerleşmesi için yıllardır mücadele ettiği şartlar, en başta da çevirmenin her baskıdan telif ücreti alması, bu sorunların bir nebze de olsa üstesinden gelmeye yardımcı olabiliyor.
"İstisnalar dışında emeğinin karşılığını alan çevirmen yok"
Aslı Takanay: Altyazı-seslendirme çevirmenlerinin sorunlarını da büyük ölçüde kapsıyor Savaş ve Menekşe'nin söyledikleri. Ama bu alanda (Türkiye'deki TV kanallarında, aracı kurumlarda, film dağıtımcılarında) çevirmenlerin telif hakkının neredeyse hiç tanınmadığını ayrıca belirtmek lazım. Bu anlayış elbette ağza alınmayacak derecede düşük ücretlerin de temel nedeni. İstisnai örnekler dışında dürüstçe çalışıp emeğinin karşılığını alarak hayatını idame ettirebilen çevirmen yok Türkiye'de. Yurtdışındaki aracı kurumlara ya da platformlara çalışabilenler söz konusu şartları sağlayabiliyor sadece. Bu alanda da Çevbir'in savunduğu ve mücadelesini verdiği standartlar, işini hakkıyla yapıp hayatını kazanmak isteyen çevirmenler için önemli bir kılavuz işlevi görüyor.
Yapay zeka ile çeviri
Bir yayınevinin yapay zeka kullanarak müstear isimle kitapları çevirip yayınladığı ortaya çıktı. Yapay zekânın kitap çevirisinde kullanılması ne kadar doğru? Hem çevirmen hem de okur açısından değerlendirebilir misiniz?
Savaş Kılıç: Pek doğru değil, çünkü makine çevirisi iyi bir yüksek kültür ürününü çevirecek olgunluğa erişebilmiş değil henüz. Makine çevirisi programları kullanım kılavuzları gibi mekanik metinleri ya da ticari amaçlarla ihtiyaç duyulan metinleri çevirmek üzere tasarlanmış programlar olduğu için ortaokul öğrencisinin kültürünü aşan bir cümleyle karşılaşınca afallıyor, altından kalkamıyor ve ortaya anlamsız ya da yanlış anlamalarla dolu sonuçlar çıkıyor. Bunlar düzeltilmez değil, ama düzeltmeye kalktığınız zaman harcadığınız vakit de aşağı yukarı baştan çevirmek için harcanacak vakit kadar oluyor. Dolayısıyla zannedilenin aksine ortada henüz dişe dokunur bir başarı yok kitap çevirisi alanında.
"En zayıf halka olarak çevirmen görünüyor"
Bir açıklamanızda "Çevirmen maliyeti her zaman göze batan bir kalem oldu" diyorsunuz. Neden bu algı var?
Elif Okan Gezmiş: Kitaplar okurla buluşana kadar pek çok aşamadan geçiyor. Öncelikle yurtdışındaki ajanstan veya yayınevinden Türkiye'de yayımlama haklarının satın alınabilmesi için bir telif ücreti ödeniyor. Ardından çevirmen kitabı çevirmeye başlıyor. Çeviri tamamlandığında en az bir kişinin o çevirinin üzerinden geçip gerekli düzeltmeleri yapması gerekiyor; bunu genellikle editörler yapıyorlar. Sonra kitap sayfa düzenine gidiyor, kapak görseli seçiliyor veya hazırlanıyor. Nihayet sıra matbaaya geldiğinde kâğıt ücreti gibi bir mesele var ki son dönemlerdeki döviz kuru artışıyla yaşanan kâğıt krizini belki duymuşsunuzdur. Ve son aşamada kitap dağıtıcılar eliyle kitabevlerine gidiyor. Bu aşamaların hepsi, yayınevi açısından bir maliyet kalemi: Başta ödenen telif ücreti, çevirmenin alacağı ücret, düzeltmeleri yapan editörün maaşı, grafikerin maaşı, kâğıt/matbaa maliyeti ve nihayet dağıtımcıya ödenen pay. İşte bu kalemlerden aslında açık ara en büyüğü dağıtımcı ve kitapçıların aldığı meblağ olduğu halde bazı yayıncıların gözüne çevirmenin Çevbir'in Tip Sözleşmesi'nde çevirmenler için öngördüğü minimum yüzde 7'lik telif ücreti batıyor.
"Çevirmen kitabı bir kere çeviriyor, neden her baskıda para ödüyoruz?" diye soruyorlar. Oysa yasalara göre çevirmen, tıpkı yazar gibi "eser sahibi". Bu mantığa göre yazar da kitabı bir defa yazıyor, neden her baskıda tekrar para kazansın ki? Elbette yayıncıların özellikle çevirmen ücretiyle bu kadar mücadele etmesinin temel sebebi, tüm bu kalemler arasında en zayıf halkanın çevirmen olduğunu düşünmeleri. Kâğıt krizinin müsebbiplerine veya dağıtımcılara seslerini çıkaramıyorlar ne de olsa. Neyse ki, Çevbir sayesinde, çevirmenlerin de hiç öyle güçsüz olmadığını görüyorlar.
Altyazı-seslendirme
Aslı Takanay: Kitap çevirileri okurun eline ulaşana dek hangi aşamalardan geçiyor, Elif güzelce açıkladı, altyazı-seslendirme çevirisi alanındaki durumdan bahsedeyim ben de öncelikle. Altyazı-seslendirme çevirisi alanında süreç, sayfa düzenine gönderilme aşamasına kadar kitaplardaki gibi seyrediyor; yani gösterime girecek film, belgesel ya da dizinin telifleri ödeniyor, gösterim izinleri alınıyor, ardından çevirmen çevirmeye başlıyor. Altyazı çevirisi talep edilmişse buna uygun formatta (işveren tarafından belirtilen süre-karakter sayısı sınırlamasına uyarak ve altyazıların ekranda görünüp silineceği zamanlamayı çeviri dosyasına işleyerek), seslendirme çevirisi talep edilmişse bu talebe uygun formatta (orijinal metindeki replik uzunluklarına uygun, yüksek sesle okunabilir bir metin üreterek ve konuşan kişilerin isimlerini, repliklerin zamanlaması gibi fazladan bilgileri de işleyerek) tamamlıyor çeviriyi.
Ardından çeviri kontrole gidiyor, gerekli düzeltmeler yapılıyor, sonrasında eğer altyazı çevirisi yapılmışsa metin, ilgili film, dizi ya da belgeselin üzerine işlenmek üzere teknik ekibe ulaşıyor ve süreç tamamlanıyor. Seslendirme çevirisi yapılmışsa metin seslendirme sanatçılarına iletiliyor, seslendirme stüdyosunda bir yönetmenin idaresinde sanatçılar tarafından seslendiriliyor, kaydediliyor ve bu kayıt orijinal film, dizi ya da belgesele işleniyor. Devamında hangi mecra için çevrilmişse o mecrada izleyicilerin karşısına çıkıyor. Bu sürecin de başından sonuna çeşitli ücretler ödeniyor elbette, gösterim izni için ödenen ücret var, teknik ekibe, seslendirme ekibine, çevirmene ödenen ücretler var.
Kitaptaki gibi dağıtımcılara ödenen bir ücret yok, aksine gösterim mecrasına göre az çok artan reklam gelirleri vesaire var (filmlerin, dizilerin önünde, sonunda, arasında izlediğimiz reklamlar var mesela), yine de çevirmenin ücreti göze batıyor olmalı ki, başta da dediğim gibi ağza alınmayacak miktarlarda ücretler öneriyor Türkiye'deki dijital platformlar, televizyon kanalları, film dağıtımcıları, çeviri hizmeti veren aracı kurumlar.
"Eskiden beri göze batar"
Aynı şey, yine önemli bir emek ortaya koyan ve belirli bir yetkinlikten güç alarak mesleğini icra eden seslendirme sanatçıları için de geçerli, onların da ücreti eskiden beri "göze batar". Oysa gösterime sokulan ürünün, ister film, dizi olsun, ister belgesel, buralı izleyici tarafından izlenebilmesini sağlayan, yani gösterime sokulan nihai ürünün en can alıcı kısmını üreten kişiler çevirmenler. Eğer ürün dublajla gösterime girecekse, bir de seslendirme sanatçıları. Nihayetinde orijinal dilinde yayınlayamıyorsunuz bu ürünleri, değil mi? E sizin bu ürünleri, Türkçe yayın takip edebilen kişilere izletebilmenizi sağlayan kişilerin katkısını yok saymak, değersizleştirmek savunulabilir bir şey değil.
Kitaplar için de geçerli bu elbette. İsterse satış rekorları kıran önemli bir eser olsun, siz onu Türkçeye çevirtip basmadan o eser buradaki dizgede yok aslında. Orijinal dilinden basıp satamazsınız. Türkçede baştan üretilmesi gerekiyor kitabın. Hâl böyleyken, bu kadar açıkken mesele, Elif'in de dediği gibi, tekrar baskı, tekrar gösterim için ödenen/ödenmesi gereken telifin lafını etmek en hafif tabiriyle ayıp. Biz Çevbir olarak bu hakkımızı savunmaktan asla vazgeçmeyeceğiz.
Çevirmenin görünürlüğü
Bir çevirmenin Tweet'inde gördüm; kitap satışı yapan bir site veritabanından çevirmen adını kaldırdı. Okuyacağı kitabın çevirmeninin kim olduğunu görmek, okur için önemli bir unsur. Kitabı satın almaya karar verirken bunu görmek bir artı aslında. Satış sitesi için ne gibi bir zararı olabilir çevirmenin isminin yer almamasının? Çevirmenin görünür olmasıyla ilgili yıllardır süren mücadelede ne noktadayız?
Menekşe Arık: Çevirmenin görünürlüğünü özellikle eser sahipliğini vurgulaması bakımından önemsiyoruz, çünkü görünür olması çevirmenin eser sahipliğinden doğan haklarının korunmasına hizmet edebiliyor. Kitabın üstünde (bir filmin, dizinin sonunda) çevirmenin adının yazması tek başına yeterli değil yani, aslolan çevirmenin emeğinin karşılığını vermek, telif hakkını gözetmek. Kitap satış sitelerinde ve tanıtım yazılarında çevirmenin adının verilmesi doğru olan elbette, en başta çevirmenin çeviri eserdeki payına saygı icabı, ayrıca okurların da çevirmen gözeterek kitap seçmeye giderek daha fazla özen göstermesi gibi pratik sebepleri de var. Dolayısıyla satışa sunduğu kitapların çevirmenin bilgisini kaldıran sitenin kendini hangi "zahmetten" kurtarmaya çalıştığını bilmiyorum ama pek akıllıca bir iş olmadığı ortada. Okurların tepki verip düzeltilmesini talep edebileceği bir durum olduğunu düşünüyorum.
"Çevirmenler haklarına sahip çıkmalı, örgütlenmeli"
Eskiden çevrilmiş hatta o çevirmenin ismiyle özdeşleşmiş kitaplar vardır. Ancak bazı yayınevleri artık her baskı için tekraren telif ödememek için yetkin olmayan kişilere kitapları yeniden çevirtiyor. Bu tip olaylar yaşanıyor mu? Örnekler var mı?
Savaş Kılıç: Evet ne yazık ki var böyle olaylar. Bunlardan birine karşı dava da açıldı. Ama açılmayan vakalarda "cukkasına bakıyor"dur yayınevi. Zannedilenin aksine yayıncılık, Türkiye'de nispeten küçük bir kitap pazarı bulunmasının da etkisiyle, fazlasıyla ticarileşmiş, kapitalist rekabetin acımasızlığının fazlasıyla kendini gösterdiği bir alan.
Tabii tek etken kitap pazarının küçüklüğü değil, örneğin sinema sektörü çok daha büyük olduğu halde orada da emeğe değer verilmediği için altyazı-seslendirme çevirmenlerinin haklarıyla ve koşullarıyla ilgili ciddi sorunlar var. Dolayısıyla mesele bir yanıyla da kültürel. İşi deşmeye kalkarsak, "ilksel birikim rejimi"nin yanı sıra Cumhuriyet'in kuruluş döneminde "milli burjuvazi" kurmaya dönük adımlara kadar gitmek gerekir. Yayıncılığın kendi içinde "regülasyon"a, kendi kendine kurallar koymaya yönelmesi beklenebilir ama bunu yapacak bir özne yok. Onun için vahşi kapitalizm gemi azıya alıyor. Bunlara karşı durmanın tek yolu çevirmenlerin kendi haklarına sahip çıkması, bunun için örgütlenmesi.
'23 kuruş' meselesi
Son olarak "23 kuruş" meselesi konuşuluyor son günlerde sosyal medyada. Bir yayınevi dizgiciye 23 kuruş ödeyeceğini söyleyip, 0,0023 kuruş ödeme yaptı, savunmasında da "Bu normal bir ücretlendirme" dedi. Çevirmenler de bu olaydan sonra tepkilerini gösterdiler. Sizin açınızdan ücretler konusunda güncel olan nedir ve bu konu özelinde neler söylemek istersiniz?
Elif Okan Gezmiş: "23 kuruş" meselesinde konunun tarafı çevirmen değildi tabii ama yayıncılık alanının tüm emekçileri akıl almaz hak kayıplarına uğruyor ne yazık ki, bunun en çarpıcı örneklerinden birini görmüş olduk. Yayıncılıkta kadrolu/maaşlı çalışanlar olduğu gibi dışarıdan parça başı iş yaparak çalışan da çok kişi var. Bu kişiler, serbest çalışanların genel olarak karşı karşıya kaldığı güvencesizlik, değişken fiyat politikaları, işveren karşısında hukuki açıdan yalnız ve güçsüz hissetme gibi sıkıntılarla her gün boğuşmak zorunda kalıyor.
Ücretler konusunda piyasanın bir ortalaması her zaman olmuştur elbette ama bunun pazarlığa ve değişime açık olduğunu unutmamak gerekir. Ücretlerin belirlenmesi tamamen işveren inisiyatifine bırakıldığında elbette o ücretler her zaman düştükçe düşecek, hatta "gönüllü" iş yapılması bile beklenecektir, ki böyle de oluyor. Bunun tek çaresi, örgütlü hareket edebilmek. Yayıncılıktaki diğer emekçi arkadaşlarımızın da tıpkı biz çevirmenler gibi bir araya gelip bu keyfi uygulamaların önünü kesebilmek için birlikte mücadele etmesi gerektiği açık ancak Türkiye'de "bu işler" maalesef o kadar kolay olmuyor, bunun da farkındayız.
(AÖ)