Aileye dair neredeyse her şey kadından bahsediyordu aslında, biraz da çocuklardan. Ama ben ailenin kadın (önce eş sonra anne olan kadın) olarak algılanmasına şaşırmadığımı fark ettim okurken. Bizler de kanıksamıştık galiba bu durumu. Dikkat çekici diğer bir husus da birçok yazıda ailenin "toplumun temeli" olarak tanımlanmasıydı...
Yasalarda ve aileye dair araştırmalarda çok olmasa da kadın ve çocuk kadar "koca" ve "baba" sözcükleri de yer alıyordu. Ama genellikle mağdur olan değil mağdur eden hanesinde, bilinmeyen bir tarihten beri teslim edilmiş olan "haklarının" hiç olmazsa birazını kadınlarla paylaşmak durumunda kalanlar bölümünde...
Ben aslında yasal düzenlemelerde aileyi ele almak niyetindeydim bu yazıya başlarken. Ama aile denince neden önce kadınların akla geldiği, aile içi şiddette neden en çok mağdurların kadınlar olduğu, kadına yönelik şiddetin neden Ailenin Korunmasına Dair Kanun kapsamında ele alındığı da sorgulanması gereken konular.
Aile içi şiddete dair bazı araştırmalar
* Kadın Dayanışma Vakfı'nın 1995'te başkent Ankara'daki gecekondularda yaşayan kadınlar arasında yaptığı bir araştırma, kadınların yüzde 97'sinin kocalarının saldırısına uğradığını ortaya koydu. (Başbakanlık Kadının Statüsü ve Sorunları Genel Müdürlüğü, 2001)
* Şiddet sonucu ölen 40 kadından 34'ü evde ölmüş, 20'si asılmış ya da zehirlenmiş, 20'sinde öldürüldüklerine dair kesin belirtiler görülmüş ve 10'u da ölmeden önce aile içi şiddete maruz kalmıştır. (Bütün, Sözen & Tok, 2003)
* Araştırmalar kadınların yüzde 45,7'sine kocalarının seçiminde danışılmadığını ve yüzde 50,8'inin rızaları olmadan evlendirildiğini ortaya koymaktadır. (İlkkaracan, 2000)
* Bir araştırmada görüşülen 695 kadının yüzde 54'ü ailelerinde şiddet gördüklerini, şiddet gördüğünü söyleyenlerin yüzde 35,2'si en az 4 yıl ve daha fazla zamandır şiddete maruz kaldıklarını söylemiştir. Şiddete uğrayan kadınların gördükleri şiddet türüne göre; kadınların yüzde 42,3'ünün dayak yüzde 40,1'inin tehdit ve küfür, yüzde 12,6'sının yaralama, yüzde 3,2'sinin cinsel taciz ve tecavüz, yüzde 1,4'ünün eve kapatma ve yüzde 0,4'ünün öldürülme tehdidi ile karşı karşıya kaldıkları anlaşılmıştır. Bu grubun yüzde 40,4 'ünün evlerinde, çocuklara karşı da şiddet uygulandığı saptanmıştır. (Kocacık, 2004)
* Başka bir araştırmada 112 kadın ile görüşülmüş, şiddete uğrayan kadınların yüzde 91,1'inin kocalarından, yüzde 8,9'unun babalarından şiddet gördüğü anlaşılmıştır. Şiddete uğrayan kadınların bedensel şikayetleri yüzde 43,4 ile morarma, yaralanma, çürük, yüzde 44,3 ile hastanelik dereceye gelme (kırık, ağır yaralanma), yüzde 13 ile çocuk düşürme olarak belirtilmiştir. Şiddetin devam ettiği süre ise, şiddete uğrayanların yüzde 37,5'inde 11 yıldan fazla, yüzde 28,6'sında 6 - 10 yıl, yüzde 23'ünde ise 1 - 5 yıldır. (Yıldırım, 1998)
* "Diğer bir araştırmaya katılan kadınların yüzde 39'u fiziksel şiddete maruz kalmış, yüzde 2'si ölüm tehdidi almıştır. (Vatandaş, 2003)
Acil yasal düzenlemeler şart
Bunlar sadece bazı araştırmalar. Tabii kendisine bu konuda sorular yöneltilen bütün kadınların uğradıkları şiddeti dillendirememiş olma ihtimali de eklenince bu oranların ifade edilenin çok üzerinde olacağı açıktır.
Hal böyle olunca, "toplumun temeli" olarak tanımlanan, bir kısmımız için huzur ve güven yeri olarak algılanan aile, esasen şiddetin (özelde kadın ve çocuklara yönelik şiddetin) en fazla kurumsallaştığı yer olarak karşımıza dikilmektedir.
Bu sebeple aileye dair yasal düzenlemeler içerisinde en acil olanı, aile içi şiddete dair olan düzenlemeler olacaktır. İçerik ve uygulamadaki eksikliklerine rağmen kadın mücadelesinin kazanımlarından biri sayılabilecek olan Ailenin Korunmasına Dair Kanun bu açıdan önemlidir.
14 Ocak 1998 tarihinde kabul edilen 4320 Sayılı Ailenin Korunmasına Dair Kanun, "...eşlerden birinin veya çocukların veya aynı çatı altında yaşayan diğer aile bireylerinden birinin aile içi şiddete maruz kalması halinde..." Medeni Kanun'da öngörülen tedbirlerden ayrı olarak uygulanabilecek başkaca tedbirleri (ortak konuttan uzaklaştırma, alkol alımın yasaklanması, silahsızlandırma v.b. gibi) düzenleyen özel bir yasadır.
Kadın değil aile korunuyor
Ama yasanın adından başlayarak tamamında şiddete uğrayanı değil (ki aile içi şiddetin mağdurları genellikle kadınlardır) aileyi koruma temelinde düzenleme yapılmış olması eleştirilmesi gereken bir husus.
Ailenin Korunmasına Dair Kanun da ne yazık ki adını erkek egemen ideolojik ve hukuki mantık süzgecinden geçerek almıştır. Oysa burada önemli olan şiddet gören ya da şiddet tehdidi altında olan kişinin korunmasıdır. Bu nedenle daha önce de dillendirilmiş olduğu gibi yasanın adının, "Şiddete Karşı Koruma Tedbirleri " ya da benzeri şeklinde düzenlenmesi çok daha anlamlı olacaktır. Uygulandığı pek çok başka ülkede de böyledir.
(Yazının tam burasındayken Bursa Barosu Adli Yardım Bürosu tarafından, eşinin şiddetine uğrayan bir kadının boşanma davasını açmakla görevlendirildiğim bildirildi. Adli yardım bürolarına yapılan başvuruların önemli bir kısmını aile içi şiddet ve ona bağlı davaların oluşturduğunu da yeri gelmişken ekleyelim.)
Şiddetin belgesi isteniyor
Ayrıca bu yasanın uygulanmasındaki eksiklikler ve uygulayıcıların bakış açısından kaynaklı sorunlar sebebiyle yasa aile içi şiddetin önlenmesinde başarılı sonuçlara ulaşamadı.
Karşılaşılan en büyük sorun şiddetin yalnızca fiziksel şiddetle sınırlı algılanması, fiziksel şiddetin de ısrarla belgelenmesinin istenmesi ve ağırlığına göre yargıya varılmasıdır.
Oysa ki aile içi psikolojik, cinsel veya ekonomik şiddet gibi başkaca şiddet biçimlerinin yaygınlığı hepimizce biliniyor. Kaldı ki fiziksel şiddetin raporlarla kanıtlanabilmesi için öncelikle şiddete uğrayanın başvurabileceği ve kolay ulaşılabilir mekanizmalar oluşturmak gerekiyor.
Aile içi şiddetten en fazla mustarip olanlar kadınlar, karakollara ya da adliyeye gitmeye çekiniyor, bazen de karakollarda hatta adli tıp kurumlarında "aile birliğinin korunması" adına şikayetlerinden caydırılmaya çalışılıyor, hatta uğradığı şiddetin hafife alınması sonucu rapor almaktan vazgeçiyor. Böylece kutsal aile birliğinin korunması görevi başarıyla tamamlanmış oluyor.
Ekonomik şiddet
Aile içi şiddetin önemli bir çeşidi de yukarıda belirttiğimiz gibi ekonomik şiddet olarak kendisini gösteriyor. Pek çoğumuz aile içinde kadına yüklenen "kutsal" roller sebebiyle üretim dışına itildiğimiz, yine aynı roller icabı emeğimiz görünmez kılındığı için kendi ekonomik gücünü oluşturamamış ve yeryüzünün mülksüzleri arasında birinci sıraya oturmuş durumdayız.
Yine kadın mücadelesinin kazanımları arasında sayılabilecek aile içi mal rejimlerine ilişkin olumlu bazı düzenlemeler Medeni Kanuna girebilmişse de bu düzenlemeler kadının mülksüzleştirilmesini önlemeye yeterli olamıyor.
En önemli düzenleme 2001 tarihinde Medeni Kanun'un değiştirilmesi ile aile birliği içinde edinilmiş mallara katılım rejimine dair düzenlemedir.
Ancak 2001 tarihinde Medeni Kanun'da özellikle Aile Hukuku kurallarında eşler arası eşit hakla getirilirken, "ailenin adı ve malı sadece erkeklere ait olmalıdır anlayışı" sürdürüldü.
Anayasa'nın 41.maddesinde "eşler arası eşit haklar" ilkesi kabul edildiği halde (ki bu düzenleme de pozitif ayrımcılık içermemekte olduğundan yetersizliği sebebiyle eleştirilmelidir) , "evlenen kadın kocasının soyadını alır, kendi soyadını da ancak birlikte kullanabilir" kuralında bir değişiklik olmadı. Bu kuralın düzeltilmesi ve evli kadının yalnızca kendi soyadını kullanabilmesinin uzun soluklu dava süreçlerinden geçmeksizin gerçekleşebilmesinin önünün açılması gerekiyor.
"Evlilik süresince edinilen malların eşit paylaşılması" kuralı ise, Medeni Kanun yürürlüğe girdiğinde mevcut evlilikler açısından var olan mağduriyeti ortadan kaldırmadı. Medeni Kanun'un Yürürlüğü Hakkında Kanun'un 10. maddesiyle malların eşit paylaşılmasını evlilik tarihinden itibaren değil, sadece Kanun'un yürürlüğe girmesinden sonrası için kabul edildi.
Aile kavramını sarsmak pahasına
Yasa her ne kadar "eşler" olarak belirtse de, evlilik süresince genellikle mülkiyetin erkek adına edinilmesi sebebiyle esasen kadınları daha fazla ilgilendiren bir düzenlemedir ve belirtildiği gibi sorunun çözümünde fazlaca katkı sunamıyor.
Özetle söylemek gerekirse giderek şiddetin üreticisi haline gelen, erkeğin kadın, güçlünün güçsüz üzerindeki tahakkümünün iyice kurumsallaştığı aile kavramını sarsmak pahasına tartışmak gerek.
Aile içi şiddetin ve eşitsizliğin önlenmesinde etkili mekanizmalar olan yasal düzenlemelerin de daha ileriye çekilmesi ve en önemlisi uygulayıcıların insafına terk edilmeyecek biçimde netlik kazanması gerekiyor. (AB/FK)