Bilmediğim bir rabbin secdesine çağırırken beni
... yalnızlık eski kıbleydi doğuda. "
Kemal VAROL / Yas Yüzükleri
Eskiden şehir küçüktü, evlerse büyük. Geniş avluluydu evler. Düğünler de, taziyeler de o geniş avlulu ve eyvanlı evlerde kurulurdu. Ve herkes yüz yüzeydi. Doğrudan ve birbirinin yüzlerine ve gözlerine bakarlardı. Sevinçlerini de üzüntülerini de yaşayarak bu geniş ve ferah mekanlarda dile getirirlerdi.
Şimdilerin Diyarbakır'ında şehir epeyce büyüdü. Evlerse alabildiğine küçüldü. Güzelim, avlulu ve bazalt taşlı evlerden çok katlı blok apartmanların komşusuz daracık dairelerine mahkum olduk. Bırakın aynı mahalle veya aynı sokağı; aynı binada yaşıyor olsak bile komşularımızın ne ölüsünden ne de dirisinden bi haber olduk.
Yas evleri
Gün geçmiyordu ki ölüm haberleri gelmesin. Bir acı yaşanmasın. O denli çoğalmıştı. Ve o denli acıyı içine gömmek sıradanlaşmıştı ki ağlamak bile yadırganır olmuştu. Çünkü hemen her evde ağlanacak görüntülerle karşılaşmak olağandı artık bu coğrafya için. Zulüm buralarda bırakılmıştı. Zulmü buralarda unutmuştu birileri sanki.
İşte bu atmosfer içinde yası, taziyeyi paylaşmak önemliydi. Kara gün dostluğuydu asıl önemli olan. Acılı günde sormayan dosta dost denir miydi ki! Ama daracık daireler artık yetmiyordu acılara paylaşanlara. Bir de o dairelerin küçücük odaları yüz yüze teması da kesiyordu. İşte bunu hissedenler bir çare düşündüler; Yas Evleri.
Hızla örgütlenmeye başlandı. Bingöllüler, Liceliler gibi isimler altında yerleşim birimlerinden gelenlerin kimliğine göre yas evleriydi kurulanlar. Kısacası istediğimiz kadar modern toplum olma kavgası vermekten söz edelim, kent yaşamı falan diyelim, yine de ölülere bile hemşehri kimliği ile sahip çıkılıyordu.
Aşiretlere göre
Yetmemişti, aynı ilden olanlar bu kez aşiretlerine göre yas evi kurmaya başlamışlardı. Mıstanlılar Ulucami arkasında, Murtazanlılar Saray Kapı'da, Botyanlılar Şehitlik'te kendilerine yer seçer olmuşlardı. Licelilerse tek kapı civarını tercih etmişlerdi. Daha sırada Ergani, Kulp ve diğerleri de vardı.
Kürtçe'de yasın adı Şin'di. Ölümü çağrıştıran siyah giymeyi simgelemek anlamında " Reş Gıredan"dı (kara bağlamak) Şin (yas) sahiplerine düşen.
Yas evleri dolup taşıyordu. Acılar paylaşılıyordu bir Fatihayla. Ama yetmiyordu. O gün ülkenin gündemini hangi konu işgal ediyorsa onun hakkında da sohbetler ediliyordu yas evlerinde. Aşiret kimliği çerçevesi içinde toplu yaşamış ve hiç birey olamamış kişilikler öldüklerinde de kaderin cilvesine bakın ki bu yas evlerinde başka ölümlerle birlikte yas ortağı oluveriyorlar. Ve aynı mekanı birkaç taziye sahibi birlikte paylaşabiliyorlardı.
Tüm halka açık
8 Ocak 2003'teki uçak faciasından sonra farklı ilçelerden olan taziye sahipleri aynı mekanı birlikte paylaşsalar da, ve yas evlerinin kapılarına "tüm halkımıza açıktır" ibaresi yerleştirilse de, her cenaze sahibi kendi hemşehrilerinin kurduğu yas evini tercih ediyor bu gün Diyarbakır'da.
Tıpkı büyük şehirlerdeki hemşehri dernekleri örgütlenmeleri gibi masumane ve tümüyle ihtiyaçtan doğan bu yas evleri şimdiden kent içinde daraltılmış cemaatleşmeye aday gibi...Ne mi yapmak lazım? Belediyeler bu soruna sahip çıkmalı. Kentin uygun ve geniş bir mekanında aynı anda birkaç taziye sahibine birden cevap verebilecek Taziye evi kurmalı ve ayrı örgütlenmeye de son vermeli.(ŞD/NM)