Görünen o ki yeni bir kampanya için bir yerlerden düğmeye basılmış. Türkiye'deki yaratılışçı hareket özgün bir oluşum olmayıp, hem para hem de bilgi desteği açısından dışa bağımlı, diğer bir ifadeyle taşeron bir akım olduğundan, düğmenin bulunduğu yerin ABD'deki Hıristiyan Yaratılış Araştırma Enstitüsü olması yüksek ihtimal.
1950'li ve 60'lı yıllar, çok farklı disiplinlerde, 21. yüzyıl biliminin temellerinin atıldığı bir döneme denk gelir. DNA yapısının keşfi sonrası moleküler biyolojide olan atılımlar, elektronik ve malzeme bilimindeki gelişmeler ve uzay çalışmalarındaki başarılar, bilimsel bir devrimin ayak seslerini oluşturuyordu.
Yeni içerik, söylem ve propaganda çabaları
Uzun vadede insanlığın düşünce dünyasında büyük dönüşümler yapacak bu gelişmeleri sezen o yılların dincileri, yaratılış dogmasının halka sunumunda artık, yeni bir içerik ve propaganda yöntemi ortaya konması gerektiğini anlayıp, harekete geçtiler.
Öncelikle yaratılış dogmasının standart söyleminde yer alan "Adem-Havva", "kaburgadan kadın yaratma", "Nuh Tufanı", "altı günde yaratılış", "yasak elma", "yılanın hinliği", "cennet bahçelerinden kovuluş" gibi kavramlardan sıyrılmış bir söylem geliştirme çabası içine girildi.
Bu bağlamda "indirgenemez karmaşıklık", "yaratılış bilimi", "özelleşmiş karmaşıklık", "ani oluşum", "tasarımdan gelen kanıt" gibi, dinsel çağrışımlar yapmaktan olabildiğince uzak yeni kavramlar üretildi.
Hatta iş o kadar ileri gitti ki, artık Tanrı sözü dahi kullanmaktan kaçınılıyor. Bunun yerine "Tasarımcı", "Doğaüstü Yaratıcı" veya "Akıllı Tasarımcı" gibi nitelemeleri tercih ediyorlar.
Mucizeleri gerçek hayatta göremiyoruz
Bir biyolog olarak bugüne kadar yüzlerce biyolojik sistemi inceledim. Birçoğunda varolan aşırı karmaşıklık ve ayrıntı, sorun yaşanmasında baş etmen gibi gözüküyor. Sistemdeki ayrıntı, daha çok, sistemin çalışması ile ilgili olup, sistemdeki sorunların etkili çözümüne yönelik olmadığından, doğduğumuz andan itibaren hastalıklardan başımızı kaldıramıyoruz.
Şimdikinden daha başarılı bir bağışıklık sistemi ve genetik bozuklukları tamir mekanizmamız olsaydı, kanser başta olmak üzere birçok hastalığa direnmemiz daha kolay olacaktı.
Yaratılış dogmasında olan işlere farklı bir bakış açısından bakıldığında, biyolojik sistemlerde yer alan moleküler düzeydeki bu kadar ayrıntının, "ilahi ya da akıllı tasarım" olgusuna pek uygun olmadığını düşünüyorum.
Doğaüstü güçlerle bir şey yapabilme yetisine sahip bir yaratıcı, çok daha basit, hatası az, tamiri kolay, yüksek etkinlikte ürünler meydana getirebilirdi. Yani bir mucize olabilirdi. Fakat bu mucizeleri gerçek hayatta ne yazık ki göremiyoruz.
Dinsel olguları örtülü sahte bir bilim yaratma çabası
Evrim, eldeki mevcut malzemeyi, mevcut koşullar içinde kullanıp, organizmanın hayatta kalması yönünde çalıştığı için canlılarda, tarihin biyoloji çöplüğünden kalma birçok yapıyı görmek olasıdır. Örneğin balina avcılarının yakaladıkları kimi balinalarda gözlemledikleri arka extremite (ayak) kalıntılarının sırrı ancak moleküler çalışmalar ile anlaşılabilmiştir.
Şöyle ki, moleküler sınıflandırma çalışmaları suda yaşadığı halde balinaların en yakın akrabasının bir balık değil su aygırı olduğunu ortaya koymuştur. Balinaların bedeninde yer alıp da artık kullanılmayan arka ayak kalıntılarının nedeni bir tasarım hatası değil, onun önce karada yaşayıp daha sonra denize dönen bir memeli olmasındandı.
Sözün özüne gelinirse yaratılışçılar artık insanları teolojik ve metafizik dogmalarla ikna etme olanakları kalmadığından çıkış yollarını bilime bağladılar. Bu nedenle "yaratılış bilimi" diye, dinsel olguları örtülü bir şekilde içeren, sahte bir bilim yaratma çabasına girdiler.
Bilimsel bir kuram ortaya koymaları olanaksız
Bilim dünyasında kendilerine yer açmak için hoyratça sağa-sola saldırıyorlar. Tezlerinin tutulacak bir yanı olmadığı için yaratılışçılar kendilerini, en zayıf savunma yöntemi olan, karşıtlarıyla ifade yolunu seçiyorlar. Darwin'i ve evrim kuramını ortadan kaldırarak insan bilincinde boşluk yaratma çabasındalar.
Böylece oraya kendilerinin yerleşebileceklerine inanıyorlar. Bu yolla bilimsel bir kuram ortaya koymaları olanaksız. Şayet bir mücadele içinde iseniz hareketinizin ana eksenine öncelikle kendi tezinizi koymalısınız.
Her şeyden önce onun sağlam ve inandırıcı olması gerek. Mücadelenizin merkezinde karşıtlarınızın karalanması oturuyorsa uzun vadede oradan bir yere varmanın olanağı yok.
Bilimin açıklayamadığını, hiçbir şey açıklayamaz
Bilimin çok güçlü ve tutarlı bir özeleştiri sistemi vardır ve bu işi, yaratılışçıların paralı, göz boyamalı kampanyalarına gereksinim duymadan zaten yapıyor. Bilimsel bilgi, bilimsel yönteme dayanır. Hipotezlerini, gözlem ve deneyle desteklemezsen, mantıksal sınamadan geçirmezsen, onu bilimsel kuram ya da yasa düzeyine çıkaramazsın.
Sevgili dostlar, bilimin açıklayamadığını, hiçbir şey açıklayamaz. Bugüne kadar bu hep böyle olmuştur. İnsanlığa safsatadan, falcıdan, büyücüden, muskacıdan vb. fayda yok.
Her insan her istediğine inanmakta serbesttir. Bu en azından onun insani, hukuki ve ahlaki bir hakkıdır. Fakat hiç kimsenin inancını bilim diye yutturmaya hakkı yoktur. Çünkü akıl ve bilim dışındaki çözümlerin gözyaşı, sömürü ve acı getirdiği deneyimlerle sabittir. Toplumu bilim ve akıldışına karşı koruma görevi ilk aşamada bilimcilere aittir. (HE/KÖ)
* İstanbul Üniversitesi Fen Fakültesi Moleküler Biyoloji ve Genetik Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Haluk Ertan'ın okuduğunuz makalesi Bilim ve Gelecek dergisinin Eylül 2005 tarihli 19. sayısından kısaltılarak alınmıştır.