Güney Koreli sanatçı Seo Young Deok’un İstanbul’daki II. Solo sergisi “Link”, 6 Kasım 13 Aralık 2014 tarihleri arasında SODA’da sergileniyor.
Doğan Gündüz sergi vesilesiyle İstanbul’a gelen Seo Young Deok ile konuştu.
2012 yılının kasım ayında SODA Sanat Galerisi’nin yanından geçerken serginizi tesadüfen görmüştüm. Sadece yolumu değiştirip sergiye girmekle kalmamış günlerce aklımdan çıkmayan figürlerin etkisiyle Mesele Dergisi’ne küçük bir yazı kaleme almıştım. Sizin eserlerinizin tekrar geldiğini öğrenince heyecanım yine depreşti. Miglena Bıçakçı Hanım, sağ olsun bu görüşmeyi ayarladı.
Öncelikle Türkiye’ye hoşgeldiniz, iyi ki de geldiniz diyorum. Eserleriniz hakkındaki genel değerlendirmelere baktığımda eserlerinizin modern şehir yaşantısı içine kıstırılmış insanları anlattığı söyleniyor. Oysa beden ve yüzlerindeki ifadeleriyle sadece şehirli insana ait olmayan, kıtalardan, ülkelerden, kültürlerden bağımsız kökeni çok eskilere ait, genetik kodlarımızda gizli duruşların, yüz ifadelerinin yansımalarını görüyorum. Siz ne diyorsunuz eserleriniz sadece şehrin sarmalında kaybolan insanları mı yansıtıyor?
Başlangıçtaki çalışmalarımda modern şehir hayatının insanlarını yansıtmayı amaçlıyordum. Zira işim bundan temelleniyordu, kırsal kesimden gelmiş biri olarak içinde bulunduğum toplumu bu gözle değerlendiriyordum.
Ne var ki zamanla çalışmalarım geliştikçe farkına vardığım bir şey oldu. Sizin dediğiniz gibi beden ve yüz ifadeleri, sadece belirli bir kültüre sahip şehirlilere özgü olmayıp, tamamen evrenseldir. Şu sırada İstanbul’dayken de fark ediyorum bunu.
İnsanların hayat gaileleri Seul'da tanık olduklarıma benziyor. Bu türden bir gözlem, benim dünyanın her yerinde insanların hareketlerinin ve ifadelerinin evrensel olduğunu görmemi sağladı. Artık işlerim insanların tümüne ve onların birbirleriyle olan ilişkilerine dair.
Niye insan figürlerini, yüzlerini tercih ediyorsunuz? İnsan bedeni sizin için ne ifade ediyor? Bir de dikkatimi çeken bu bedenler ya da yüzler çoğunlukla genç erkek veya kadınlara ait. Deforme olmuş bedenlere veya yüzlere pek rastlamıyoruz? Bunun özel bir sebebi var mı?
İnsan figürlerini ve yüzlerini tercih etmem, çalışmalarımın insanlarla ve onların ilişkileriyle ilgili olmasından dolayı. İnsanların düşünceleri/ tasavvurları hakkında imalarda bulunmak istemedim (örneğin kutu/sandık içinde bir insan yaratmak gibi); insanla ilgili, insanın kendisi hakkında dolaysız bir şey yaratmaktı arzum.
İzleyici baktığı zaman çalışmamı bir ayna gibi algılamalı. Kadın ya da erkek, bu heykellere bakanların kendilerini oldukları gibi hissetmelerini istiyorum. Sadece insan heykeli yapmamın nedeni bu.
Kimseye düşüncelerimi dayatmak gibi bir niyetim yok, sadece bunu hissetmelerini istiyorum. Örneğin masklarımdan birisi persona'yı çağrıştırıyor. Malzeme olarak kullandığım zincir ve yüz ifadesi duyulan acıyı ve bu acıya tahammülü betimliyor.
Bunu insanlara anlatırken, çalışmalarım aracılığıyla kendi kimlikleriyle yüzleşmelerini istedim. Belirli bir beden tipini özellikle genç kadın ve erkek bedenlerini kullanmam adeta bir manken soğukluğu vermek için. Sunuldukları hal ve şekilleriyle soğuk, hatta bencil olarak görülebilirler. Kendimi ifade edebilmek için sözünü esirgemeyen, çelik gibi bir şahsı kullanıyorum. Zira bu sıcak, yumuşak huylu bir insandan çok daha farklı bir tepki uyandıracaktır.
Herhangi bir eserinizi ürettikten sonra bu eserin düşündüğünüzden farklı anlamlarla karşınıza çıktığı oldu mu? Daha önce kendi eserinizde üretirken fark etmediğiniz bir yönünü, anlamını izleyicinin gözüyle, yorumlarıyla keşfettiniz mi?
Yarattığınız bir parçayı sergilemeye hazırlanırken birçok insanla ilişkide bulunursunuz; sık sık söylediğinize benzer şeyler yaşanır. Başkalarından bu sayede yeni perspektifler/bakış açıları kazanırım.
Bir yapıtım ortaya çıktığında, bakanların düşüncelerini kabul etmekte oldukça esnek davranırım. Kendi perspektifimi onlara dayatmam söz konusu olamaz. Kadın ya da erkek, izleyen herkes kendince yorumlayacaktır. Buna rağmen, başkalarının düşüncelerinden, çalışmamın anlamını değiştirecek kadar etkilendiğim olmadı.
Eserlerinizi üretirken seçtiğiniz malzemeler gerçekten çok manidar: Zincirler, halkalar. 2012 yılında SODA Galerisi’ndeki serginizin broşüründe malzemeyi tercih etmenizle ilgili olarak “O modern insanı yansıtmak için metal zincirleri kullanıyor. Zincirler büyük bir makinenin parçası olmak üzere seri üretim ile bizim kültürümüz tarafından üretildi. Zincirin her parçasını insanın bir hücresi olarak değerlendiriyor ve zincirleri insan bedenini oluşturmak için kullanıyor” cümlesi geçiyordu.
Bu aslında çok ilginç bir nokta. Bir yandan modern yaşamın nesnelerini üreten özneler yani işçiler aynı zamanda kendilerini yeniden üreterek ürettiklerinin nesnesi haline geliyorlar. Malzeme olarak seçtiğiniz zincir ve halkalar bu kısır döngüyü anlatmak için de çok iyi bir metafor. Bisiklet zincirlerini veya halkaları kullanmayı bu nedenle tercih ettiğinizi söylüyorsunuz? Bu malzemeleri tercih etmenizde başka nedenler de var mı?
Kullanacağım malzemeyi araştırma aşamasındaydım; derdim yeni ve benzersiz bir şey bulmaktı. İnsanlık durumunu en iyi hangi malzemeyle dile getirebilirim, diye düşünürken yol kenarına yığılı atık bisiklet zincirlerine takıldı ayağım. Yığın o haliyle tiki varmış da, kıpırdanıyormuş gibi geldi bana; canlıydı sanki. Küçük yığın hareket ediyor gibiydi.
Zincirlerle çalışmaya başladıktan sonra, onlara alıştım ve ustalaştım. Zincirlerle çalışmayı öteki malzemelere tercih ettim. Bana göre en iyi sonucu hangi malzemeyle alıyorsanız, onunla devam etmek en doğrusu. Sonuçta, insanlar hakkında zincirler aracılığıyla söz eder oldum.
Karl Marx’ın meşhur bir sözü vardır, “Proleteryanın zincirlerinden başka kaybedecekleri şeyleri yok, kazanacakları bir dünya var.” Sizin heykelleriniz de aslında zincirleriyle/halkalarıyla varlar. Bazı heykellerinizde bedenlerin infilak ettiğini, kendi etrafına döküldüğünü, tamamlanmadığını görüyoruz. İlk bakışta bu durum izleyiciyi tedirgin etse de heykelin özgürleştiğini, kendisini sıkıştıran duyguyu/düşünceyi bertaraf ettiğini algılıyoruz. Siz ne diyorsunuz heykelleriniz zincirlerinden kurtulabilecek mi? Kurtulmasını ister misiniz?
Çalışmalarımdan birinin adı Nirvana. İnsanın pek çok şeyden kurtulduğu âna bir gönderme. Galiba sizin sözünü ettiğiniz "kurtuluş" bu. Dizleri üzerine çökmüş, avuçları açık olan Nirvana 5'in beden dilini okuyabilirsiniz. Bu "kurtulmuşluk" kavramının sizin ve izleyenlerin yorumuna açık olduğunu düşünüyorum.
Benim yapıtlarım modern insanın hikâyesini temsil ediyor. Naçizane ümidim insanların yorumları doğrultusunda onunla özdeşleşmesi.
Kullandığınız malzemeler zamanın aşındırmalarına karşı güçlü değil. Sonuçta nem ve ısıya maruz kaldığında paslanıp eriyip gidecek bir malzeme kullanıyorsunuz. Malzemenin/eserinizin uzun yıllar sonra yok olup gideceğini şimdiden bildiğiniz halde bu malzeme ile çalışmakta ısrar etmenizin özel bir sebebi var mı? Benim aklıma eserlerinizin sizden ayrıldığında da oluşum süreçlerini kendi başına sürdürüyor olmaları geliyor. Yani bu aşınma tıpkı modern toplumdaki insanın her gün biraz daha aşınıp var/yok olması gibi eserleriniz de kendi kendini aşındırarak var/yok olmaya devam ediyor. Yanılıyor muyum?
Daha önce de belirttiğim gibi profesyonel olarak heykel yapmaya başladığımdan beri zincirlerle çalışıyorum. Bu yüzden onları nasıl şekillendireceğimi, vb. öğrendiğimi hissediyorum. Zincirleri başka malzemelere yeğlememin çeşitli nedenleri var.
Örneğin, zincirlerin birbiriyle bağlantı şekli, insanların birbiriyle ilişkisini temsil ediyor ve hepimizin birbirimizle bağlantılı olduğunu. Ben bu malzemenin bir anlamı olduğunu düşündüğüm için onunla çalışıyorum. Daha güçlü malzemelerle, örneğin paslanmaz çelikle de çalışıyorum.
Öteki sorunuzda çok ilginç bir noktaya değindiniz, ama bu benim dile getirmekte ısrarlı olduğum bir şey değil. Yapıtlarım aracılığıyla insanın, gelecektekinden ziyade, günümüzdeki hikâyesini anlatmaya çalışıyorum. Bir sonraki sergide yeniden buluşursak, size gelecekle ilgili düşüncelerimden daha uzun bahsederim.
İnsan bedeni çürümeye başladığında üzerinde kımıl kımıl kurtçuklar oluşmaya başlar. Uzaktan bir beden görürsünüz, yaklaşırsınız, o bedenin aslında binlerce küçük kurtçuk halinde hareket ettiğini, canlı olduğunu ama başka bir canlıya dönüştüğünü görürsünüz. Heykelleriniz de arada bir bu düşünceyi bilinçaltından çağırıyor. Halkalar, yani bizim içimizde olan, bizi var eden kurtçuklar, aynı zamanda bizim yok oluşumuzu sabırsızlıkla bekliyor. Heykellerinizi izlerken kendi var/yok oluşumuzla yüzleşiyorum. İnsanın var ve yok olması düşüncesi sizi ne derecede etkiliyor? Eserlerinize ne ölçüde yansıyor?
Yapıtların kiminin adeta bir kurtçuk ya da solucan kümesi gibi kımıldadığından söz etmekte haklısınız. Kasten yaratmak istediğim bir huzursuzluk bu. Dediğim gibi benim işlerim geçmiş ya da gelecek zamandan çok günümüz insanının varlığıyla alakadar.
Heykellerinizde son derece ince işçilikler göze çarpıyor. Soğuk ve katı bir metalin nasıl olup da biçim değiştirip insani bir sıcaklığı, duyguyu yansıttığına hayran kalıyorsunuz. Bu sizin ustalığınız. Çalışırken teknik olarak faydalandığınız özel aletler, makinalar var mı?
Evet, sizin gibi başka pek çokları da, sözünü ettiğiniz insan sıcaklığını yansıtan bedensel duruşlarla, soğuk ve katı malzemenin biraradalığının çelişkisini karşılaştırıyor.
Zincir aynı zamanda insanların içinde bulunduğu "soğuk" durumlara da dikkat çekiyor. Çalışırken kullandığım malzemeyi, aletleri ve teknikleri düşünüp taşınarak, özellikle seçerim. Kaynak aletleri, çekiçler, kaplama vb... Bu süreçte gerekli tüm alet edevatı kullanırım.
Dystopia (Distopya), Modern Times Infections (Modern Zaman Enfeksiyonları) şimdi de Link (Halka). Sergi adlarınız da eserleriniz gibi son derece yalın ama bir o kadar da güçlü anlamlara sahip. Sergi adlarınızı kendiniz mi koyuyorsunuz?
Evet, sergilerimi kendim adlandırıyorum. Neyi iletmek istediğimi sürekli düşünür durur ve yapıtın yaradılış sürecinde adını koyarım. Her sergim başka bir ad taşısa da, temelde pek çok ortak noktaları vardır. Sergilerim birbirinden farklı, ancak birbiriyle ilişkilidir - adları arasında ilişki vardır. Mütemadiyen insanlardan ve birbirleriyle olan ilişkilerinden söz ediyorum.
Distopya şehirde yaşarken ve lisans tezimi bitirmeye çalışırken topluma bakışımdı. Kendi bakış açımı, daha derin ve anlamlı bir şekilde ortaya koymanın ve göstermenin yolunu araştırmam Modern Zaman Enfeksiyonları’nın sonucudur. Şimdi de Halka ne gariptir ki, yalnız olmadığımızı, yine de birbirimizle bağlantılı olduğumuzu anlatıyor.
Heykeltıraş olmaya nasıl karar verdiniz? Sizi motive eden neden neydi?
Babam terziydi - çocukluğumda çoğu zaman çalışırken, özellikle de beden ölçülerini alırken izlerdim onu. Benim için büyüleyici ve merakımı uyandıran bir süreçti bu.
Vücut şekli ve ölçüleriyle ilgili bir görüş sahibi olmama yol açtı. Küçük yaştan beri bir şey yaratma arzusu vardı içimde. Bir noktada, babamın izinden mi gideceğime yoksa heykeltıraşlığı mı tercih edeceğime karar vermem gerekiyordu. Heykeltıraşlıkta karar kıldım ve liseden itibaren isteyerek bu yolu seçtim.
Etkilendiğiniz beğendiğiniz sanatçılar kimler, özellikle heykeltıraşlar? Türkiyeli heykeltıraşlardan bildikleriniz var mı?
Çok fazla etkisi altında kaldığım bir sanatçı olmadı. Anlamlı ve yalın eserleri seviyorum. Maalesef Türkiyeli sanatçılardan pek kimseyi tanımıyorum. Türkiye'ye ilk gelişim. Türkiyeli sanatçıları tanımam ve keşfetmem için bir fırsat bu.
Türkiye'ye gelmeye can atıyordum. Kore'de, Türkiye "kardeş ülke" olarak anılır. Burada olmak, çevreyi görmek, Türkiye'de insanların nasıl yaşadığına biraz olsun tanıklık etmek heyecan verici.
Sanat açısından da anlamlı bir yer. Doğu'nun Batı'yla buluştuğu yer olması hasebiyle nasıl bir sanatın oluştuğu merakımı çekiyor. Sanatçı arkadaşlar da ne denli benzersiz ve ilginç olduğunu anlatıp durdular. O yüzden tanımayı hakikaten çok istiyorum. (DG/YY)
* SODA Sanat Galerisi: Şakayık Sok. NO:37/1 Nişantaşı-İstanbul