Fotoğraf:AA
Türkiye'de var olan iyi-kötü her şeyin "bize özgü" olduğuna dair güçlü bir inanç vardır. Bu nedenle dünyada da benzer durumların olup olmadığına hiç bakılmadan yorumlar yapılır, teşhisler konur. Son yıllarda yaşadığımız çevre felaketlerinde de bu tavır sürdürüldü.
Bugünlerde iyice şiddetlenen ve yaygınlaşan orman yangınlarında da aynı eğilimi görüyoruz. Yangınları kim çıkardı, niçin söndürülemiyor, kimi suçlamak lazım gibi sorular birbirini izliyor. Yangınların öncesi ve sonrasına ilişkin soruları cevaplamak için, ilk olarak küresel düzeydeki koşullara, sonra da bu koşulların yerel düzeyde yansımasına bakmak gerekir.
Küresel yangın
Sayılıp dökülen bütün açıklamaların temelinde küresel ısınmanın olduğunu, yıllardır ayak direyenler, bahaneler uyduranlar bile artık inkar edemiyor. Dünyaya akıl vermeye ve sakinleştirmeye alışkın uluslararası konferanslarda dahi sorun kabul edilmiş durumda. Her yıl, her ay yeni sıcaklık rekorları kırılmasına rağmen, fosil yakıt kullanımına son vermek bir yana, azaltma sürecini bile türlü çeşitli gerekçelere yavaşlatanlar, bu yangınların küresel düzeyde birinci dereceden sorumlusudur.
Herkes hayata bakışına göre kapitalizmi, sanayileşmeyi, kentleşmeyi, teknolojiyi yangınlar nedeniyle suçlayabilir, hiçbirine kıyamayanlar açgözlülükten yakınabilir. Sonuçta, yangınların sürekli arttığı ve bundan sonra da artacağı gerçeği değişmiyor. Avustralya'da da, Kaliforniya'da da, Manavgat'ta da bu böyle.
Kapitalizmin her dönemde yol açtığı çevre tahribatına, son yıllarda neoliberal politikaların gündeme getirdiği yeni sorunları eklemek lazım. Bunların başında dünyanın hemen bütün ülkelerinde kamu harcamalarının kısılması geliyor.
Kamu kurumları yok edilirken
Çok özet olarak, özel işletmelerin verimli, kamu kurumlarının verimsiz çalıştığı varsayımından hareketle; kaynakların özel firmalarda yoğunlaşması ülke için daha faydalıdır, bu nedenle şirketlerden alınan vergiler iyice düşürülmeli ve böylece kamunun kullandığı kaynaklar azaltılmalıdır. Bu formül, pandemiden sonra geniş ölçüde bir pişmanlık uyandırmakla birlikte, yıllarca küresel düzeyde uygulandı.
Kamunun kaynakları azaltılınca, bazı kamu kurumlarının kapatılması, bazılarının özelleştirilmesi, bazılarının da bütçesi en aşağı düzeye indirilerek, elinin ayağının bağlanması gerekti. Bütün ülkeler az veya çok düzeyde bunları yaptılar. Türkiye başı çeken ülkelerden biri oldu. Hıfzıssıha'nın kapatılması, enerji kurumlarının özelleştirilmesi, okul bütçelerinin ailelerden bağış toplanmasını zorunlu hale getirecek ölçüde kesilmesi bu politikalara örnek gösterilebilir.
Neoliberal politikaların bir gereği de, işlerin parçalanarak farklı firmalara yaptırılmasıdır. Her kurum her işle uğraşmasın, bazı işleri o konuda uzmanlaşmış kurumlara devretsin, gibi masum ve makul görünümlü bir gerekçesi de vardır. Doğrudan özelleştirilmesi pek mümkün olmayan alanlarda bu politika gündeme gelir.
Böyle durumlarda kamu otoritesinin elindeki araç ihaledir. Kamu ihaleleri yoluyla hizmetin bir kısmını özel firmaların üstlenmesi sağlanır veya özel firmalardan kiralanan gayrimenkul, makine, teçhizat kullanılarak kamu hizmeti yürütülür. Her iki halde de özelleştirme söz konusu değildir fakat kamu hizmeti olarak algılanan işlev artık kar amaçlı bir faaliyete dönüştürülmüştür. Buna da yangın söndürme uçaklarının ihaleyle bir özel şirketten kiralanması gibi güncel bir örnek verilebilir.
Arazi yağmasının ön şartları
Orman yangınlarının küresel nedenlerine gerçekten bize özgü olanlarını da eklemek gerekir. Hepimizin bildiği gibi, bu ülkede kamu arazilerini yağmalamanın köklü bir geleneği vardır. Eskiden beri ormanlar yakılır, kamu arazileri ele geçirilir. Bir zamanlar tarla açmak için çıkarılan yangınlar artık muhtelif türde inşaatlar için çıkarılıyor.
Bedavadan veya çok ucuza arazi kapatmak son yıllarda giderek önem kazandı. Bunu da iki nedene bağlamak mümkün. Önce Türkiye'nin kalkınmadan, sanayileşmekten vazgeçtiğini, bilimle, teknolojiyle uğraşmaya niyeti olmadığını söylemek lazım. Karma karışık işlerle uğraşmaya ne gerek var, inşaatı yapar parayı kazanırız. Memlekette tabiat da fena değil, iyi bir yere konduk mu parayı vururuz.
Tabii bu yetmez. Planın uygulanabilmesi için ülkede yasa dışı işleri kolaylaştıracak bir ortamın oluşması lazım. Mesela rüşvet almaya yatkın politikacıların, bürokratların eksik olmaması, mafya babaları ile ülkeyi yönetenler arasında inişli çıkışlı da olsa sıkı bir ahbaplığın kurulması, kara para aklamayı mesele olmaktan çıkaracak bir yasal ortamın hazırlanması da iyi olur.
Böyle bir ortamı oluşturanlar veya sürdürenler de orman yangınlarının ulusal düzeyde birinci dereceden sorumlusudur. Sorumluluktan kaçmanın en pişkin yolu da yangınları teröre, mültecilere bağlamaktır. Yangınları Kaliforniya'da Meksikalı göçmenlere, Avustralya'da Aborjinlere, Ukrayna'da Ruslara bağlayan problemli zihinler var mı, bilmiyorum ama Türkiye'de herkes televizyonlarını açar açmaz teşhisi koyuyor.
Bu yaz böyle geçecek. Kışın bu yaşananlar fazla hatırlanmayacak. Ekonomik göstergeler orman yangınlarından etkilenmeyecek. Milli Gelir hesapları böyledir, orman yangınları milli geliri azaltmaz, tersine yangın söndürme çalışmaları ve yangından sonraki yenileme harcamaları milli geliri yükseltir. Önümüzdeki yaza kadar konu yine kapatılacaktır.
Son olarak, neden hiçbir komşu ülkeden yardım istenmediğini, yardım gelmediğini sormak gerekir. 1999 depreminde, Yunanistan'dan gelen yardıma itiraz eden garip bir sağlık bakanı vardı. Şimdi o zihniyet bütün yönetime mi hakim oldu? Neden hiçbir komşu ülkeden yardım gelmiyor? Bütün komşularla düşmanlık yaşamak, felaket günlerinde bile inatla sürdürülen bir tavır haline mi geldi? (BD/KÖ)