Ankara'dan geldi. Yanında çantalı bir de genç vardı. Buyur ettim. O dönemde derginin yazı kurulunda yer alan ve sonra ÖDP Genel Başkan Yardımcısı seçilen Atilla Aytemur, Pencere yayınları sahibi Muzaffer Erdoğdu ve Necmi Demir'le birlikte onu karşıladık. Odadaki topluluktan pek hoşnut kalmadı. Baş başa görüşmek istediğini söyledi. Ben de kendisine "Bu arkadaşlarımdan gizleyecek bir şeyim yok birlikte konuşalım" cevabını verdim.
Çaresiz kabul etti ve bana şunları söyledi: "Biliyorsun Suriye'den yeni geldim. Başkanla (Abdullah Öcalan'ı kastediyordu) uzun konuşmalar yaptım. Sana çok selamı var. Bir günlük gazete çıkarılmasından yana, senin de bu gazetenin başına geçmeni istiyor." Söyledikleri özetle böyleydi. Kendisine şu cevabı verdim: "Teşekkür ederim. Türkiye'de bir günlük gazete çıkarılacaksa buna burada karar verilir. Şimdilik böyle bir gazetenin koşulları yok. Kendisi böyle bir yayın çıkarmak istiyorsa, ona kolay gelsin."
Yalçın Küçük'le bir daha hiç karşılaşıp konuştuğumuzu hatırlamıyorum. Aradan yıllar geçti, benim hakkımda çeşitli suçlayıcı yazılar yazdı. Hiç aldırmadım ve ciddiye almadım. Bana getirdiği tekliften yıllar sonra kitabının birinde, şöyle bir iddiada bulunuyordu: "Oral Çalışlar'a gazetecilik mesleğinden gelmemesine ve bir deneyimi olmamasına karşın yazarlık imkânı verildi; demek basına bağımlı olarak giriyordu." Yine bir başka yerde de İpek Çalışlar ve benim bu mesleğin içine sonradan sokulduğumuzu öne sürüyordu.
Bu tezleriyle Sebatayist olduğumuzu kanıtlamaya çalışıyordu. Benim adımı, soyadımı ve ilk adım olan Danyal'ı da iddiasının kanıtlarından biri olarak gösteriyordu. İslamcı yazar Mehmet Şevki Eygi'nin Kanal 7'de Abdi İpekçi'nin kızı Nükhet İpekçi'ye "Sabetaycı" diyerek hücum ettiği programı eleştiren yazım onu harekete geçirmişti. İslamcı cephede çok yaygın olan diğer dinlere düşmanlık ve her türlü kötülüğün Yahudilerden geldiğini varsayan ilkel anlayış bu programda Eygi'nin ağzından dile getiriliyordu. Ben de bu geri ve ırkçı üsluba tepki gösteren bir yazı kaleme almıştım. Yalçın Küçük, bu yazıdan yola çıkarak benim "Sebatayist" olduğumu öne sürmüştü.
Yazdığı kitaba da, dergilerde yazdıklarına da cevap vermeyi düşünmedim. Kitle önünde onunla tartışmak, bu deli saçması uydurmalara önem vermek anlamına gelecekti. Aradan yıllar geçti, derken Soner Yalçın "Efendi" kitabında Yalçın Küçük'ün bu tür tezlerini (!) önemli bir referans gibi kullandı. Zaman içinde, Metin Üstündağ, Enis Batur ve Ayşe Arman onunla uzun söyleşiler yaptılar. Bir anlamda bu tezlere önem verenler çıktı.
****
Şimdi ben ne yapmalıyım, Sabetayist olmadığını kanıtlamak için geçmişimi mi anlatmalıyım. Bu gülünç olmaz mı? Benim kökenimin ne olduğu kimseyi ilgilendirmez. Böyle kökenlere dayalı tahlillere girişmek ırkçılıktır, kafatasçılıktır.
Ama şunu yapabilirim, Yalçın Küçük'ün kendini tarif eden (Cemal A. Kalyoncu, Saklı Hayatlar, Zaman Kitap) sözlerinden yola çıkarak, onun tarzıyla bir portre ortaya çıkarabilirim: Yalçın Küçük MİT Başkanlığı'na Sönmez Köksal'dan önce aday gösterilen ve Dışişleri Bakanlığı'nda İstihbarat Genel Müdürü olan Cenk Duatepe'nin bacanağıdır. Yalçın Küçük, askerlik görevini Genelkurmay'da yapmış ve Kıbrıs müdahalesine Genelkurmay'ın özel emriyle katılmıştır. Kıbrıs Gazisi kimliğini ortalıkta göstererek dolaşmaktan hoşlanan bir kimsedir. Yalçın Küçük Devlet Planlama Teşkilatı'nda çalıştıktan sonra eğitim için ABD'nin ünlü Yale Üniversitesi'ne gitmiştir.
Öcalan'a "Başkanım" diyerek uzun görüşmeler yapmıştır ve daha sonra bu görüşmeleri şöyle izah etmiştir: "Türk devleti benim Öcalan üzerinde fazla nüfuzum olduğunu düşünüyordu." Türkiye'yi bir daha dönmemek üzere terk etmiş, daha sonra Türkiye'ye gelmiş ve bir süre cezaevinde kaldıktan sonra "Sabetaycılık" uzmanı kesilip, büyük basının ilgisini çekmiş, tezleri çok satan kitaplara kaynaklık etmiştir. Babasının da Fransız işgali döneminde Antakya'da Fransız işbirlikçisi olduğunu kendisi söylemektedir.
Bunları birleştirip Yalçın Küçük tarzıyla isterseniz bir sentez de siz yapın. Bakalım ortaya ne çıkacak?
Sorun Yalçın Küçük değil, onu önemli bir referans haline getirenler... (OÇ/ÖG)