2003'teki büyümede ise yavaş yavaş iç talebin, büyümede önem taşıdığını ve bu eğilimin 2004'e taşındığını görüyoruz. Ancak, bu iç tüketimdeki canlanmanın neler getireceği ve ne kadar süreceği sorusu mercek altına alınmalı. 2003'teki büyümede, özellikle ikinci yarıda özel tüketim harcamalarının arttığını ve 2000'deki düzeyine yaklaştığını görüyoruz.
Yine özel yatırımlarda dikkate değer bir kıpırdamanın başladığını fark ediyoruz. 21 aydır küçülen inşaat sektörünün ilk kez son çeyrekte büyümeye geçtiğini ve bu eğilimin 2004'ün ilk çeyreğinde de sürdüğünü görüyoruz.
Kredi kartları, tüketici kredileri
İç talepte göreli canlanmanın bir göstergesi kredi kartları ile yapılan alışverişler. Geçen yılın ilk çeyreğinde toplam 7.7 katrilyon lira olan alışveriş ve nakit avans tutarı, 2004 yılının ilk çeyreğinde yüzde 64'e yakın artarak 12.6 katrilyon liraya yükseldi. İşlem adetleri ise yüzde 39 arttı.
Bankaların tüketici kredilerine bakıldığında yıl başından bu yana bir tırmanmanın yaşandığı gözleniyor. Geçen yıl başında 2 katrilyon civarında olan tüketici kredileri bugün 12 katrilyonu aşmış durumda. Tam anlamıyla bir "boom"...
Bu gelişmenin bir nedeni kur. Kur düşük olunca otomotivden çeşitli dayanıklı,dayanıksız eşyaya ithal mallar ucuz kalıyor. Üstelik de yatırım alternatifi olarak faiz, döviz getirisi düşünce ertelenmiş ne kadar talep varsa harekete geçmiş görünüyor.
Sanayi ve dış ticaret
Sanayi üretiminde ve dış ticaretteki veriler de ekonomideki temponun yüksek seyrettiğini gösteriyor. Sanayi üretiminde 2004 yılının Ocak ve Şubat aylarını kapsayan iki aylık artış ortalaması yüzde 11.1 olarak belirlendi. Sanayi üretimi 2 aylık ortalaması, 2003 yılının aynı döneminde yüzde 9.2 olarak tespit edilmişti. İmalat sanayiinde kapasite kullanım oranı ise, Mart ayında son altı ayın en yüksek değeri olan yüzde 82.3 seviyesine ulaşarak beklentilerin üzerinde gerçekleşti. Ocak ayında yüzde 77, şubatta yüzde 73 olan kapasite kullanım oranı martta birdenbire yüzde 82.3'e çıkıverdi. Bu açıkça ortada ciddi bir iç talep artışı olduğunu gösteriyor.
Tempoda hareketlilik, dış ticaret hacminde de görülüyor.
2004 Ocak-Şubat döneminde; 2003 yılının aynı dönemine göre ihracat yüzde 23.6 artarak 7 milyar 966 milyon dolar, ithalat yüzde 39.6 artarak 11 milyar 843 milyon dolar olarak gerçekleşti.
2003 Ocak-Şubat döneminde 2 milyar 37 milyon dolar olan dış ticaret açığı, 2004 yılı Ocak-Şubat döneminde yüzde 90.3 oranında artarak 3 milyar 877 milyon dolara yükseldi. İhracatın ithalatı karşılama oranı ise 2003 yılının ilk iki aylık döneminde yüzde 76 iken, 2004 yılının aynı döneminde yüzde 67.3'e düştü.
Yılın ilk iki ayında sermaye malları ithalatı yüzde 72.1, ara malları ithalatı yüzde 32.6, artarken tüketim malları ithalatının yüzde 106.3 oranında artış göstermesi de önemli. İç tüketimde canlanma, ithalat ile de besleniyor.
Özetle 2002'de başlayan can havliyle ihracata ve stoka dönük üretimden kaynaklanan büyüme, 2003'te iç taleple beslenmeye başladı ve bu eğilim, 2004'ün ilk çeyreğine de taşınmış durumda. Özel tüketim ve yatırımdaki kıpırdamaya karşılık, devletteki tüketim ve yatırım harcamalarında ise , "IMF'nin mali disiplini" gereği, fazla bir hayat belirtisi yer almıyor.
Bu 24 aylık büyüme temposunun, ne tür bir "dış kaynak" ilişkisi ile yürüdüğünü de analize katmak gereklidir. Çünkü, değirmenin suyu buradan gelmektedir ve şu soru sorulmalıdır: Bu su daha ne kadar gelecektir?
Cari açık alarm veriyor
Dış dünya ile gerçekleştirdiği cari işlemler sonucunda Türkiye hem 2002'de hem de 2003'te açık verdi; ancak geçen yıl bu açık dört buçuk kat artarak 7 milyar dolara yaklaştı. 2000'deki 9.8 milyar dolarlık açığı saymazsak bu rakam bir rekordur.
Dış açıklardaki bu hızlı artış, 2004 için kötü sinyaldir. 1993 ve 2000'de cari işlem açıkları 6-7 kat büyümüş ve 1994 ile 2001'deki krizleri hazırlamışlardı. Gerçi, 2003'teki açık, bu boyuta ulaşmış değil, ama yine de alarm vericidir.
2003'ün sonlarında hızlanan ve 2004'e taşınan, özel tüketim ve yatırım harcamalarındaki artışa dikkat çektik. Bu harcamanın kaynağı nereden geliyor? Bunun için dış ödemeler dengesi analizine ihtiyaç var.
2003'te Türkiye 4 milyar dolarlık rezerv biriktirmiştir. Cari işlem açığı ile birlikte 10.8 milyar dolara ulaşan döviz gereksiniminin (yaklaşık) yarısı sermaye giriş-çıkışlarının net bilançosundan, diğer yarısı ise "net hata/noksan" kaleminden sağlanmıştır. Ödemeler dengesinin bu "esrarengiz" kalemine "kayıt dışı sermaye hareketleri" de denebilir. Buna göre 2002'nin ilk dokuz ayında, kayıt dışı sermaye hareketlerinin net bilançosu sıfıra yakın iken 2003'te , bu kalem de bir rekor kırarak 5 milyar dolar eşiğini aşmıştır.
İşte, 2003'te yüzde 6'ya yaklaşan büyüme hızının ardında bu net sermaye girişlerindeki artışı gözlüyoruz. Yerli, yabancı, kayıt içi, kayıt dışı sermaye giriş ve çıkışlarının tümünün bilançosu 2002'de 7.7, 2003'te yaklaşık 11 milyar dolara ulaşmaktadır.
Sermaye hesabında iki yıl arasında gerçekleşen 3.3 milyar dolarlık artış, toplam talebi genişletici doğrultuda katkı yapmış; 2003'te yüzde 6'ya yakın bir büyümeye katkı yapmıştır.
Sürdürülebilir mi?
Kaynağı belirsiz çok büyük boyutlu sermaye girişleri, döviz fiyatlarını aşağıya çekmiş; ucuzlayan döviz büyümeyi tetiklemiş, ama bu arada dış ticaret açığının büyümesine de yol açmıştır ve açmaya devam etmektedir.
Toparlayacak olursak, 2002'de yabancı kökenli sermaye girişlerinde en büyük pay 6.4 milyar dolarla IMF kredilerine aitti. 2003'te IMF'nin net katkısı olmadı ama en önemli kaynak, 5 milyar doları aşan kayıt dışı sermaye girişi oldu ve büyümede de bu kaynak etkili oldu.
Ancak, sıcak para için çok elverişli olan 2003'teki faiz ve kur hareketlerinin bir yıl daha tekrarı çok güç görünüyor. Ağır siyasi koşullara bağlı Amerika Birleşik Devletleri (ABD) kredileri ise gündem dışına çıkmaktadır.
Turizm can simidi
Bu arada, yılın ilk iki ayında 3.8 milyar doları bulan dış ticaret açığına karşılık turizmdeki yüksek girişler teselli olarak gösteriliyor. Nitekim,Turizm Bakanlığı istatistiklerine göre, ilk üç ayda turist girişlerinde dikkate değer bir artış var. 2004 Ocak-Mart aylarında Türkiye'yi ziyaret eden yabancı sayısı geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 43 artışla 1 milyon 925 bine yaklaştı.
İlk çeyrekte turist girişinde yüzde 43 artış çok önemli. Geçen yılın ilk çeyreğinde sadece Mart ayı Irak işgalinden etkilenmişti, Ocak ve Şubat sakindi. Bunu dikkate aldığımızda, artışı sadece Irak rüzgarlarının yıkıcı etkisinden uzakta kalışımıza bağlamamak gerekir. Belli ki, başta Avrupa Birliği (AB) olmak üzere Doğu Avrupa'dan Türkiye'ye gelişlerde bu yıl ciddi bir eğilim var. Özellikle AB'de hem ekonomik konjonktürde iyileşme hem de özel tüketim harcamalarının canlanması, Türkiye'ye yönelişte etkili olmuş ve olacak gibi.
İlk üç ayın 2 milyona yaklaşan turist girişlerinden ve geçen yılların ilk çeyrek eğilimlerinden yola çıkarsak bu yılın turist girişini 19-20 milyon olarak tahmin etmek mümkün. Bu da 2003'e göre yüzde 43 artış demektir.
Yılın ilk çeyreğinde gerçekleşen turizm gelirlerini henüz bilmiyoruz. Ama geçen son dört yılın ilk çeyrek verileri bize şunu söylüyor: İlk çeyrekte toplam turizm gelirlerinin yaklaşık yüzde 10'u elde ediliyor. Geçen yılın 9.6 milyar dolarlık gelirinin 803 milyon doları, 2002'nin 8.5 milyar dolarlık gelirinin 895 milyon doları ilk çeyrekte elde edilmiş.
Ortalama turist harcaması aynı kaldığı taktirde, bu yılın ilk çeyreğinde gerçekleşen 2 milyona yakın turist girişinden 1.2 milyar dolar gelir elde edilmiş olsa gerek ve eğer bu, 2004'ün beklenen hasılasının yüzde 10'u demek ise, yılın tümünden 12 milyar dolarlık bir turizm geliri mümkün görünüyor.
Bu da 2003 gelirlerinin yüzde 24 artması demek. 2000-2003 turizm gelirleri yıllık artış ortalamasının yüzde 8.5 olduğu anımsanırsa, bu yılın beklenen artışı olağanüstü sayılabilir.
İki yeni eğilim
Ödemeler dengesine, dolayısıyla 2004'ün büyüme oranına etki edecek iki gelişme var. Bunlardan birisi pozitif diğeri negatif. Önce pozitif olanından bahsedelim. Turizm gelirlerindeki artış beklentisinin yanında, portföy yatırımlarında da artış beklentisi var. Türkiye ekonomisinin bu yıl yüzde 6 büyüyeceğini tahmin eden ve kısa adı IIF olan Avrupa Finans Enstitüsü, faizlerdeki düşüşe paralel olarak işsizliğin azalacağını, bunun etkisiyle yatırımların ve harcamaların artacağını belirtti.
Türkiye'nin de içinde bulunduğu Avrupa'nın gelişen piyasalarına bu yıl net 1.7 milyar dolarlık hisse senedi yatırımı yapılacağını tahmin eden IIF, bu tutarın yarısından fazlasını Türkiye'nin çekeceği öngörüsünde bulundu.
IIF'ye göre, Türkiye'ye olan yatırımcı ilgisinin artması, Avrupa'ya olan ilgili özel sermaye hareketini de olumlu etkileyecek. Türkiye faktörüyle, geçen yıl, toplam küresel net sermaye hareketinden yüzde 25 pay alan Avrupa'ya olan net özel sermaye akışı, bu yıl yüzde 30'a çıkacak. Raporda ayrıca, Türkiye'nin, dış borçlanmada, özel kurumları ve piyasaları daha çok kullanmaya başlayacağı belirtiliyor.
Dünya genelinde, geçen yıl 41.4 milyar dolar toplam özel kreditörlerden borçlanma miktarının, Türkiye'nin de bu piyasaya daha çok girmesiyle, bu yıl, 50 milyar dolara ulaşacağı vurgulanıyor. IIF raporuna göre bu yıl, Türkiye gibi gelişmekte olan piyasaların hepsine, toplam net özel sermaye akışında artış yaşanacak. Geçen yıl, gelişmekte olan piyasalara, toplam 194 milyar dolar olan net özel sermaye, bu yıl 225 milyar dolara çıkacak.
ABD'nin faiz hazırlığı
IIF'nin bu pembe öngörüsüne karşılık ABD'de faizlerin yükseltileceği haberi negatif bir gelişme. ABD Merkez Bankası (FED) Başkanı Greenspan'in resesyonun sonuna gelindiğine dair açıklaması düşük faiz politikasının sonuna gelindiğini gösteriyor. Faizler çıkınca gelişmekte olan ülkelerde, yahut yükselen piyasalarda borçlanma da daha pahalı hale gelecek.
Kısacası, bu ülkelerin tahvilleri değer yitirecek. Ama daha önemlisi tüm dünya ekonomisi bundan olumsuz etkilenecek.Gözlemciler, Fed'in daha sıklıkla faiz artırımına gidebileceği görüşündeler. Daha önce kasım ayındaki başkanlık seçimlerinden sonra yapılması beklenen faiz artışının, olumlu gelen son ekonomik verilerin ardından, ağustosta da yapılabileceği; düşük bir ihtimal olmakla birlikte mayısta da faiz yükselişi olabileceği kaydediliyor. Fed'in faiz toplantısı 4 Mayıs'ta Washington'da gerçekleşecek.
ABD Merkez Bankası, ekonominin 2001'de girdiği durgunluktan çıkabilmesi için faizleri 13 kez indirerek 1958'den bu yana en düşük düzey olan yüzde 1'e düşürmüştü. Düşük faiz oranları gelişmekte olan ülkelere para akışına neden olmuştu. ABD'nin faiz yükseltmesinin bu para akışını tersine çevirmesinden korkuluyor.
Bu arada, Financial Times gazetesinde yayınlanan IMF'nin Dünya Ekonomik Görünüm Raporu'nun taslak metninde, ABD Merkez Bankası'nın (FED) para politikasını sıkılaştırmadan önce gerekli ortamı hazırlaması gerektiği ifade edildi. Raporda, FED'in faizleri artırma aşamasında amacını olabildiğince açık ifadelerle dile getirerek, piyasalar üzerindeki riskleri azaltması gerektiği belirtildi.
IMF ayrıca, ABD'de faiz oranlarının yükselmesinin gelişmekte olan piyasalar açısından zorluklar doğurabileceğinin altını çizdi. Öte yandan, IMF, ABD'nin izlediği maliye politikasının orta vadede ABD ve dünya ekonomisine zarar verebileceğini kaydetti.
IMF raporunda, ABD'nin 500 milyar dolarlık cari işlemler açığında yapılacak ani düzeltmelerin diğer finans piyasalarındaki dengeleri bozabileceği de dile getirildi.
IMF, Avrupa Merkez Bankası'na (ECB) da euro bölgesindeki düşük ekonomik performans sebebi ile faiz oranını indirme konusunu düşünme tavsiyesinde bulunacak.
Uluslararası derecelendirme kuruluşu Fitch'in yayınladığı araştırma raporunda ise, gelişmekte olan ülkelerin finansal açıdan zor dönemlere karşı daha sağlam bir konumda bulunduğu kaydedilmekle birlikte, ABD'nin faiz artırmasının gelişen piyasalara sermaye akışını azaltabileceği belirtildi.
Raporda, bu akışın kısmen, spekülatörlerin gelişmiş piyasalarda borçlanarak başka piyasalarda daha fazla getirisi olan kağıtlara yatırım yapmalarından kaynaklanması gerekçe gösterildi.
Fitch, "Yüksek emtia fiyatları, düşük uluslararası faiz oranları ve küresel ekonomik toparlanmadan en fazla yararlanan Latin Amerika en fazla riski yaşayacaktır. Borç servisinin hâlâ kamu finansmanında önem taşıdığı Türkiye, Lübnan ve Filipinler gibi ülkelerde de durum aynı olacaktır" dedi.
Gelişen piyasalara yönelen doğrudan yabancı yatırımların bu yıl azalacağını tahmin eden Fitch, bu ülkelerin dış borçlanma ihtiyacında yüzde 13'lük artış yaşanacağını öngördü.
Borçlanma ile sermaye gerekli
Özetlenecek olursa, Türkiye ilginç bir döneme giriyor. Bir yandan iç tüketimden rüzgar alarak büyüme yüksek tempoda sürüyor ama bu arada ödemeler dengesi bazı sinyaller veriyor. Yüksek büyüme, yüksek ithalat, yüksek dış açık demek. Bu açığı turizm v.b. gelirlerle kapatmak mümkün olmayınca yabancı sermaye yatırımı ile portföy yatırımları ile dış borçlanma ile girecek sermayeye daha çok ihtiyaç var.
Gelirlerse ne ala, ama gelmez de ABD'nin yükselteceği faizlere dümen kırarlarsa Türkiye'nin hem borç denkleminde, borçları çevirmesinde hem döviz kuru, enflasyon ve büyüme hedeflerinde ciddi sıkıntılar yaşanabilir. Kurlar yükselmeye başlayabilir, bunu frenlemek için faizler yeniden yükseltilebilir. Bunun hem enflasyona hem de büyüme sürecine negatif etkileri olur.
Ekonomi, yaşadığı "yalancı bahar"dan sonra kurak bir yaza sürükleniyor gibi. (MS/BB)