Tam bu meseleler üzerine kafa yorarken, "sözün doğrusu"nu söyleyen Erdal Billalar Bey'in bir yazısını okudum. Erdal Bey, "Devletin polisi; öyle mi? Gidin İşinize başlıklı" yazısında şöyle diyor:
"Devletin kollamadığı, korumadığı, en zor koşullarda çalıştırıp emekliliğinde de açlığın koynuna attığı tek zümre polisler! Sözün özü, çalışırken de emekli olup köşesine çekildiğinde de süründüreceksin, sonra da polis teşkilatından hizmet bekleyeceksin öyle mi?... Polislerin bellerindeki silahların çoğu 3 mermiden sonra namlusu şişenlerden... Hatırlayın; Çevik Kuvvet polisleri tabancaları ellerinde yürürken, "Bizi bu silahlarla milleti korumayı mı, eşkıyaların karşısında şehit olmaya mı gönderiyorsunuz" diye haykırmıştı!...
Milliyet asker ocağına yazıldı
Şimdi Emniyet Müdürü telefon açıp "Erdal Bey bir maruzatımız vardı, bizim bu silahlar 4 mermi atsa güzel olmaz mı" diye sormuş olamaz, olsa olsa Erdal Bey "Toplumsal bir yaraya parmak basmış" deyip geçerdim ama gazetelerin ilk sayfalarında, köşe yazılarında Irak operasyonuna ilişkin yazılanları okuyunca kafam biraz karıştı.
Milliyet, "Biz De Varız" diye başlık atmış, hatta bak ne güzel tahlil yapıyoruz kabilinden "Havaya evet karaya hayır" başlıklı eski haberini de hatırlatmış. Habere göre; Bir hükümet görevlisi (kim olduğu Milliyet tarafından bilinen kişi) "Gireceğiz ve izleyeceğiz" demiş. Sonra "ABD'nin taleplerine Türkiye'nin yanıtlarına" yer vermiş gazete. Yanıtı veren kim, nerede verdi, niçin Milliyet'e verdi meçhul.
Hürriyet Gazetesi de, JDAM güdüm sistemleri, JSOW füzeleri, B2 hayalet uçakları gibi ismini telaffuz ettiğinizde bile akıl melaikelerinizi yitirmenizin muhtemel olduğu silahlarla "Saddam'ın ilk defa tanışacağı" yollu haberini veriyor. Hürriyet demek ki savaşa girileceğini, en son moda teknolojik silahlarla Saddam'ın karşı karşıya geleceğini iyi biliyor, acaba ABD Savunma Bakanı, Ertuğrul Özkök'ü arayıp "Bir maruzatımız var Ertuğrul Bey, şu bizim silah deposundaki malzemeleri sayalım" demiş olabilir mi?
Aynı gazetede Kadir Ercan'ın haberinde ise "MİT'in (Milli İstihbarat Teşkilatı) eskiden İran'da eğitim görüp Türkiye'ye giren sleeper'lar(uyuyan) üzerinde durduğu öğrenildiği" ifadesi yer alıyor. Haberin devamında ise, "Hablemitoğlu suikastinde MİT'in asıl olarak uyuyan ajanları takip ettiği"ni öğreniyoruz. Demek ki MİT adlı kişi, gazetecinin kulağına "Biz asıl İran'da eğitim gören ajanlar üzerinde duruyoruz onlara da sleeper diyoruz" demiş.
Star Gazetesi ise, muhabirlerin her başı sıkıştığında hatırını sorduğu vatandaşlara "Kimyasal silaha karşı önlem aldınız mı" diye sormuş, daha doğrusu cevapların ortaklığından bu sonucu çıkarıyoruz. Kısacası; Star'a göre savaş çıktı, savaşta kullanılacak silahlar belli oldu şimdi ne gibi önlemler alınacağına sıra geldi.
Cinnah fısıltıları ya da gazeteciliğin şahikası
Gazetecilikte bu tip haberlere "özel" diyorlar, biz de okuya okuya öğrendik tabii bunları, tıpkı Hürriyet'in "Cinnah fısıltıları" başlıklı sayfasında olduğu gibi. Gazete, Abdüllatif Şener'in nasıl doktora verdiğini, Milletvekili Safter Gaydalı'nın eski partili arkadaşlarını görünce nasıl sevindiğini yazdıktan sonra, Ali Erdoğan'ın (Recep Tayyip'in gezilerinde yanında gezen kişiymiş) "Abla bir emrin var mı" diyecek kadar etrafındakilerle samimi olabildiğini belirtiyor.
Şimdi; Hürriyet'in bu "yer altında" kalmayı yeğleyen yazarı ya da yazarlarının "fısıltı" haberleri ben kulunuza göre "en dürüst" haber ödülüne layık, çünkü kaynağının meçhul olduğu, yer, kişi, zaman açıklamanın zorunlu olmadığını baştan belirtiyor, yani adı üstünde "fısıltı" yapıyor...
Reha Muhtar Bey'in programa çıkartacağı konuğuna tecavüz edildiğine ilişkin haberleri okumuşsunuzdur. Sağdan soldan "Tavsife abla bu işin aslı ne, bir tahlil et de, rahatlayalım" diyenlerin hatırını kırmamak için birkaç kelam edeyim:
Biliyorsunuz, parkta bir kızcağızı duyarlı bir vatandaş görüyor ve Alo Reha Muhtar hattına telefon ediyor. Duyarlı vatandaşın neden ilgili mercileri değil de TV programını aradığına gelince, ben yarım aklımla her haber parayla ödüllendirildiğinden şüpheleniyorum. Sonra kız bir otele (anlaşmalı) getiriliyor, sonrasını ise biliyorsunuz...
Bir kere Reha Bey ve onun muhabiri gazeteciyse işlerini (haberi) yapmaları gerekirken, başka "işlerle" meşgul olmuşlardır, ikincisi, bir kişinin özel hayatına, onuruna basit bir "haber nesnesi" olarak bakmışlardır, dahası "haber nesnesini" kendi çıkarları için kullanmışlardır. Sağda solda duyardım da inanmazdım. Bilmem hangi firmanın haberini yapan gazeteciye patron kıyak çekmiş, yılbaşlarında sepet sepet hediye gönderip muhabirlerin gönlünü almış, magazin muhabirleriyle anlaşmalı mankenler varmış... Hepsi aynı kapıya çıkıyor, yani gazetecilik dışında başka işlerle meşgul olma durumu...
Gazetecilik üzerine düşündükçe ben de bir şeyler öğreniyorum, olur da ilerde gazeteci olursam nelere dikkat etmem gerektiği konusunda epeyce fikir sahibi oldum:
Birincisi yaptığım haberin nerede, nasıl geçtiğini, kim tarafından, niçin yapıldığını yazacağım. ABD'nn talebine Türkiye'nin yanıtı değil, mesela Türk hükümetinin yaptığı açıklamaya göre demeye gayret edeceğim.
Yaptığım habere uygun başlık atacağım.. Biz de Varız derken, "Biz"in kim olduğunu bilmiyorsam, savaşa gitmeye hevesli kişi ve çevrelerin ismini zikredeceğim, mesela X partisi savaşa gitmemiz gerektiğini belirtiyor diyeceğim.
Saldım çayıra mevlam kayıra! deyip haber yapmanın sakıncalı bir hal alacağını unutmayacağım, haberciliğin kamusal bir iş olduğunu, etik değerlerin, bilgi alma hakkı kadar bilgiyi yayma biçiminin de önemli olduğunu bir kenara not olarak yazacağım. Düşürmüşüm "haberi" önce bir nefsimi körelteyim, üzerine sigara içerim demeyeceğim.
Velhasıl paşa dedemin de söylediği gibi "kişi kendi işini yapmalı", Emniyet teşkilatı kendi polisinin kaç mermiyle daha iyi hizmet verdiğini kendisi söylesin, savaşa gitmek isteyen, çıksın Taksim'in göbeğine "Biz de varız" diye nara atsın,
Erman Toroğlu Bey fetva verme işini Diyanet İşleri'ne bıraksın, spor yazarları büyük kulüplerin başkanlarıyla yemek yemeden arta kalan zamanlarını futbol yorumuna harcasın, magazin muhabirleri "gece gezmelerine" değil habere çıksın, Fatih Altaylı, "Ne Zaman Adam Oluruz: Yavşakların, yavşadıkları kişinin kim olduğuyla ilgilenmediklerini anladığımız zaman" cümlesinin ne anlama geldiğini daha açık anlatsın... (TS/NM)