Siirt'ten kalkan uçak önce Batman'a iniyordu. Bu ilk kez oluyordu ve ben bundan da sevinçliydim. Çünkü, bu vesileyle dostlarım THY acentası sahipleri İbrahim Geylani ile Zeki Seven'i de görüp hasret giderecektim. Ama olmadı, bizi uçaktan indirmeden Batman yolcularını bindirdiler.
Kendilerine, yolcuları saymaya gelen esmer-kumral saçlı yer hostesiyle not yazıp selam göndermeyi düşünüyorum. Fakat bayanın, kağıt bulamayıp avucuna rakamları yazmasına takılıp kalıyorum. Çünkü hatırıma gelen, Siirt Petrol'ün ünlü sembolü rahmetli Kezo ve onun meşhur ettiği "severu goşt(*) yolcuları" deyimiydi ve onlardan farksızdık.
Ezan sesine karışan yabancı melodiler
Uçağımızı Ankara'da değiştirip İstanbul'a varıyoruz. Havaş'ın otobüsüyle Taksim'e çıktığımda saat akşam sekizi bulmuştu. Elimde çantam, yağmura aldırmadan yaya olarak İstiklal caddesine dalıyorum. İnsana neşe ve heyecan veren bu yoğun kültür ve eğlence merkezini temaşa ederken, Ağa Camiinden yükselen ezan sesine sokak çalgıcılarının akordeon, gitar, Türkçe-Kürtçe ve Arapça şarkılar, yabancı melodiler karışıyordu .
Caddeler, yağmura rağmen tıklım tıklımdı. Arasıra kara dönüşen yağış altında genç sevgililerin sarmaş dolaş geçişlerine yol açıyor ve Emek sinemasına varıyorum. İğne atılsa yere düşecek gibi değil . Biletler günler öncesinden bitmiş. Bense bilet alma sırasına zor giriyorum. Herkes başka günlere bilet ayırtıyor. Etrafta benim yaşımda kimse yok . Gençler cıvıl cıvıl. Çoğu beni elimdeki çantam ve takım elbisemden bir kamu görevlisi sanıp laf atıyor:
-"Bankaları boşaltıp, enerji hortumlama kafi gelmedi. Şimdi de sıra sanatçıların alınterine geldi."
Onlara, bu alınterine saygımı kanıtlıyor,ertesi günü Siirt'e döneceğimden Vizontele'yi izlememe yardımcı olmalarını istiyorum. Herkes kendi aleminde. Duymuyorlar bile.
Girişteki biletçiye yanaşıp "derman" istiyorum. Başını imkânsız anlamında sallıyor. Gişe sorumlusunu arıyor. "Çıtı pıtı bir kız" diyor bir bekleyen. Onu büfede buluyor ve bilet dileniyorum.
"Ah", diyor "Sadece bir bilet var, üzgünüm".
-Hayır üzülmeyin ben çok sevindim. Çünkü tek başınayım . Ayıp olmasa şıkır şıkır oynayacağım.
17 sıralı sinemanın 16. sırasındaki 5 nolu koltuğa oturuyor ve kendimi dünyanın en mutlu insanı sanıyorum.
Ohh be!
Film başlıyor. Tanıdık bir konu, tanıdık insanlar ve çok tanıdık bir coğrafya. Konu da yabancı değil, hemen Siirt'i hatırlıyorum. Biz de televizyonun ilk günlerinde aynı mecarayı yaşamıştık.
Filmdeki kahramanları hemen özdeşleştiriyorum. Vizontele'deki Belediye Başkanının yerine , hemen o yıllardaki Siirt Valisi M. Turan Beyazıt'ı koyuyorum. O da iyi bir görüntü için şehrin etrafındaki tepeleri tek tek arşınlamıştı.
Radyocu deli Emin'in görevini de Mahfuz Erten üstlenmişti. Ekrandaki bozuk çizgileri "çizgi film" sanan da bizdendi.
Cumhuriyet okuyan matbaacı da benden başkası değildi.
Sitti bacı kimin anası değildi ki? Zagros Dağı'ndaki şok başarı, Kıbrıs Çıkarması'ndaki şehit Serdar'la filmin en dramatik bölümünü oluşturuyor ve bize şimdi adını Bağtepe (Hadenze) köyü okuluna adını veren Naci Varola'yı anımsıtıyordu.
Kıbrıs'taki ilk Siirtli şehit Naci'nin Girne'deki mezarını ziyaretimi de bu vesileyle hatırlıyor ve onun boynu bükük nişanlısının yara kabuğundan bir muskası olup olmadığını düşünüyorum.
Özel İdare Müdürü de bizim o zamanki Dursun müdürden farklı değildi. Hatta Douglas bıyıkları , filmdeki sinema sahibinin tıpatıp aynıydı.
Oğlunun katili olarak televizyona mezar kazıp gömen Sitti anaya, gelişimin kesin zaferini kanıtlayan düğündeki FİLİPS marka dayı hediyesi Vizonteleydi. Bizim mahalle dilimizdeki tilivizyon ...yani TELEVİZYON ...
Filmin kahramanı "Kucel Velet", Yılmaz Erdoğan, bir söyleşide "Bu filmin tadına varmak için iki kez izleyin" diyor.
Ben de filmle ilgili duygularımı ikinci keze bırakıyor ve sizin gibi o anı özlemle bekliyorum. Bu filmi Siirt'te birlikte izlemek temennisiyle....
--------
Severu goşt: Etli bulgur pilavı anlamına geliyor ve Siirt'te köylü kesiminin hemen hemen günde üç öğün yediği bir yemek.