Yazarlığı, şairliği, tiyatroculuğu, mizahçılığı ve oyunculuğu, tahsilsiz sinemacılığının en önemli kaynakları. Yılmaz Güney'e burada yaklaşıyor, bir de ince, duygusal solculuğunda...
Gece gündüz sahneye çıkmak, bence adına yakışmasa da reklam filmi oyunculuğu yapmak ve harıl harıl yazmak bir ideal uğruna yapılınca, sonuçta emek ürünü bir film çıkıyor ortaya. Egemen film dünyasında kendi başına yani bağımsızca iş yapmanın faturası ağır tabi.
Tahsilsiz dedim diye kimse seçkincilik yaptığımı sanmasın. Fransa'nın en önemli sinemacılık okulu rahmetli IDHEC mezunu olmadan da güzel film yapılacağını kanıtlıyor Erdoğan.
Üstelik sadece içerikle değil biçimle ve üslupla da. İlk filmdeki Kürt Fellini giysilerini biraz kenara koyan Erdoğan, Bergmanvari tank sahneleri, Güney'i hatırlatan düz yeşillik alanda şişman çocuğun koşuşturması sekanslarıyla sinematografik birikimlerini döküyor.
Vizontele'lerin birincisi de ikincisi de bence gerçek ve olumlu anlamıyla yerel filmler. İhracat ürünü tasarlayan yerli oryantalistlerden ayrılıyor Erdoğan.
Cannes'da, Berlin'de film festivallerinde yıldızı parlamasa da, Hakkari'ye daha yakın bölgelerdeki doğu kent ve kasabalarında gösterilse bu filmler, tuttuğu takım gol atmış seyirciye döner büyük ekranın karşısındakiler. Tahta iskemlelerde kah bıyık altından kah kahkahalarla gülüp kofa yoran Kürt, Arap, Farsi hatta Hintli yurttaşlar.
Biçim ve uslup özgün
Deniz Akkaya'dan İclal Aydın'a Nejat Uygur'dan şişman çocuğa kadar ünlü ünsüz tüm oyuncuları yönetimde de son derece başarılı bir Yılmaz Erdoğan görüyoruz.
Çünkü doğal, çünkü gerçek, çünkü inanmış... Tarık Akan da artık olgunluk döneminin yorumlarını sergiliyor. Sade ama çok etkileyici.
Türkiye toplumunu altüst eden 12 Eylül darbesi ve süreci ne yazık ki, ne edebiyatımızda ne de sinemamızda yeterince işlendi. Mağdur kütüphane sahnesi ve Cemselere doldurulan gençlere el sallayan aileler, insanı gözyaşlarına boğabilir.
Aslında katledilerek, idam edilerek, sakat kalarak, zindanlarda çürüyerek, yakınlarını yitirerek, işsiz kalarak, dışlanarak yüz binlerce insanın doğrudan mağdur olduğu 12 Eylül gibi, herkesin vahşetini bal gibi bildiği ama resmi kökenli olduğu için açıkça karşı çıkmaya pek de cüret ve cesaret edemediği bir süreci aktarırken, vurdumduymaz liberallikle dogmatik-şablonculuk arasında sıkışıp kalma tehlikesi var.
Erdoğan iki ucu da hesaba katmış. Somut ve gerçekçi kalarak acıyı ortaya çıkarmış.
Kasaba halkıyla askeri yetkililer arasındaki ilişkiler de gerçeğe uygun ve gırgır bir şekilde yansıtılmış ki, söylentilere göre, Türk Silahlı Kuvvetleri Vizontele Tuuba'dan pek memnun kalmamış.
Ayrıntılarda gizli
Deli Emin'in Tuuba'nın sakatlığına karşı ilgisiz olmayan empatisi, Reis Bey'in hanımının tayin edici siyasi sorusu (Bu Kıbrıs niye ikiye bölünmüş?) gibi sahnelerde, Erdoğan ayrıntılardan büyük sorunlara gönderme yapması da usta işi.
İlk filmde Erdoğan'ın görsellik/medya konusunda önemli bir saptaması vardı: Kasabaya televizyon yeni gelirken, Cem Yılmaz'ın oynadığı esnaf, 'Biz ekranda Zeki Müren'i göreceğiz de, o bizi görecek mi?' diye sormuştu.
Televizyon, Tuuba'da da filmin önemli kahramanlarından biri. Filmin adı, jenerik-casting'in 70'li yılların sonundaki TRT reklam spotlarıyla ve TV ekran görüntüsüyle sunulması, kütüphaneyi cazip kılmak için eski televizyonun gömüldüğü topraktan çıkartılıp adeta yeniden hayata dönmesi bu bağlamda anlamlı.
Kurgu ve akışta televizyon dizi tekniklerinden izler var hala. TV müptelası sıradan izleyici açısından cazip olabilir. Kolay izleniyor...
Umumi arzu üzerine...
Filmde anlatılanlar, özellikle solcu fraksiyonlar arasındaki çekişmeler, 80 öncesi dönemde Ege, Karadeniz, Marmara, Akdeniz ya da Karadeniz'in herhangi bir kasabasında da cereyan etmiş olabilirdi.
Endişeliydim, ama 'Siyasi ağabey'in bir ara kitaptan 'Kolonilerde bağımsızlık...' mealinde bir cümle okumasıyla endişemin yersizliği ortaya çıktı.
Vizontele Triba'da Yılmaz Erdoğan'ın artık Hakkari-Çukurca gerçeğini tüm çıplaklığıyla anlatmasını bekliyorum. Çünkü Ferit Edgü'nün aynı bölgeye ilişkin iki muhteşem kitabı, dışarıdan birinin iç dünyası ve gözlemleriydi. Erdoğan anlattığını içeriden anlatıyor. Sadece bilgiyle, gözlemle değil yürekle... (RD/NM)