Salıncaklar, hamaklar
Havva anan
Dünkü çocuk sayılır
Anadoluyum ben
Tanıyor musun ?" (Ahmed Arif)
Diyarbakır Sur içinin orta yerinde 8 Mart'ta fotoğrafa yansıyan bir kadın yüzüydü o. Onun gibiler şimdilerde şehrin kenar semtlerinde bölük, pörçük, bir de salkım, saçak yaşanan hayatların birer parçasıydılar.
Onlar neredeyse son on yıllardır iliklerine kadar kentin farkındaydılar da, kent onların farkında mıydı?
Fotoğrafa yansıyan yüz onlardan biriydi sadece. Lice'nin dağ köylerinden birinden, köyü boşaltıldıktan sonra apar, topar kentte soluğunu almıştı diğer tüm kaderdaşları gibi.
İlk açlık şehirde
Önce şaşırıp kalmışlardı bu devasa şehrin karşısında. Elde, avuçtakiler ancak birkaç gün yetmişti, şehrin sürekli tüketen aç gözlüğü karşısında. Sonra sokaklardı artık gündelik hayatın her gün değişen yeni yüzü.
Önce onur gitmişti. Açlık başka bir şeydi. Doğrusu kente gelinceye kadar açlığı hiç tatmamışlardı ki! Ama şimdi öyle miydi? Tokluğu, doyunca yemenin tadını unutmuşlardı şehrin hengamesinde.
Her gün aksatmadan dükkan kapılarında avuç açarken görmüştü vitrindeki canlı gibi duran kadın suretlerini. O rutin işini yaparken, mevsimler yaz, kış demeden sürekli değişiyordu.
Dondurmayla inat
Mevsimlerle birlikte vitrindeki suretlerin giysileri de değişiyordu. Ama o hep bakıyordu. Bazen içinden geçmiyor da değildi, ne kadar rahattılar camekandaki yerlerinde.
Ama o giysiler, o giydikleri giysiler yok muydu ? İşte asıl oydu onu telaşa düşüren. Onlar nasıl giyilirdi ki ! O gün onlara nispet bir muziplik yapmak geçti içinden.
Onların al benili kıyafetleri vardı. Ama kendisinin ise gerçek bir hayatı. Elindeki ilk birkaç lirayla bir külah dondurma almış. Ve oturmuştu tam da önlerine. Ağız tadıyla doymamıştı bu şehirde son birkaç yıldır.
Ama ağız tadıyla ve usulünce yalayarak emecekti dondurmasını vitrindeki kadınlara inat! (ŞD/NM)