Saygon düştüğünde 4 yaşındaydım, o yüzden hiçbir şey hatırlamıyorum. Kendimi şanslı sayıyorum çünkü o savaşın sonunu yaşayıp hayatta kalan pek çok Vietnamlı o dönemde yaşadıkları karşısında derinden sarsılmıştı.
ABD destekli Güney rejiminin çöküşü Vietnam'ın orta dağlık kesiminde bulunan memleketim Ban Me Thuot şehrinde Mart 1975'te başladı.
İki aydan kısa bir süre içinde tüm Güney Vietnam Kuzey Vietnamlılara teslim oldu. Askerler sivillerin arasına karışıp kaotik bir şekilde geri çekilerek kaçtı.
Annem, erkek kardeşim ve ben de kaçanlardandık. Evlatlık kız kardeşimi geride bıraktık.
İlerleyen Kuzey Vietnam ordusundan kaçmak için yaklaşık 200 kilometre yürüdükten sonra üçümüz kıyı kenti Nha Trang'a vardık; sonrasında bizi oradan alıp babamın bulunduğu Saygon'a götürecek bir bot bulmayı başardık.
Biz şanslıydık, diğer pek çok insan değildi. Erkek kardeşim Güneyli paraşütçü askerlerin cansız bedenlerinin ağaçlarda sallandığını hatırlıyor. Nha Trang'da bazı insanlar botlara tırmanmaya çalışırken denize düşüp hayatını kaybetti.
Da Nang'da çaresiz askerler bir uçağın bagaj bölümüne doluşurken geride bırakılanlar uçağa bomba atıp ateş açıyordu.
TIKLAYIN - Vietnam Savaşının Kısa Tarihi
Düşen bedenlerin, çaresizce kaçışan insanların görüntüleri şimdi yine bizlerle; görüntüler bu sefer Afganistan'ın başkenti Kabil'den geliyor. Vietnam-Afganistan karşılaştırmaları ABD'nin Afganistan'daki talihsizliğinin henüz ilk dönemlerinde başlamıştı:
Klasik bir şekilde amacından sapan bir görev, bir bataklık, sonsuza kadar sürecek bir savaş daha... Bu, haklı bir karamsarlıktı.
Geçen yirmi yıl, harcanan milyarlarca dolar ve yaşanan on binlerce ölümün ardından Taliban güçleri baş döndürücü bir hızla ülkenin kontrolünü ele geçirdi ve şimdi Kabil'deler.
Bazı ABD'li liderler buna ne kadar karşı çıkarsa çıksın Saygon'un düşüşü ile on binlerce Afgan'ın muhtemel kaderine ilişkin şimdiden bir fikir veren felaket arasındaki söz konusu benzerlik yine kendisini gösteriyor.
Bu, Biden yönetiminin duymaya meraklı olduğu bir şey değil. Dışişleri Bakanı Antony Blinken haftasonu yaptığı açıklamada, "Bu, Saygon değil" dedi.
Doğru, Taliban Vietnam Halk Ordusu değil ve ABD'nin Saygon'u tahliyesi ne kadar kaotik olursa olsun Kabil'deki son hamlesinden daha iyi planlanmıştı.
Fakat Saygon ile kurulacak benzerlik önemli çünkü hem durumun aciliyeti ve insanların karşı karşıya kaldığı felaket hem de ABD ve diğer ülkelerin Afganların kaderini şekillendirmek için oynaması gereken rol benzer.
Bu yüzden de ABD Başkanı Joe Biden'ın Afganistan politikasını iki alternatife, yani kalıp savaşmaya ya da çekilmeye odaklanarak savunması ve bunu yaparken de suçu öncelikle Afgan hükümetinde ve ordusunda bulması hayal kırıklığı yarattı.
Afganları suçlamak ABD'nin Başkan George W. Bush ile başlayan yanlış hesaplar tarihini örtbas ediyor ve Biden'ın Afgan müttefiklerin tahliyesini bir öncelikten ziyade sonradan akla gelen bir durum olarak ele almasına izin veriyor.
Bu siviller için savaş bitmiş değil ve uzun yıllar boyunca da bitmeyecek.
Gelecekleri ve Biden'ın söz konusu gelecekte yeniden yerleştirme ve yeni başlangıçların mı yoksa korku ve sefaletin mi olacağına karar vermekteki rolü ABD'nin her zaman müttefiklerinin yanında olacağını iddia etmeye devam edip edemeyeceği konusunda belirleyici olacak.
Bellek konusunda çalışan bir bilim insanı ve Vietnam Savaşı hakkında yazmış bir romancı olarak 1975 yılı ve sonuçları hakkında sık sık düşünüyorum.
Saygon'un düşüşü aralarında büyüdüğüm Vietnamlı mülteci toplumunu o kadar derinden şekillendirmişti ki şehrin düştüğü ay Kara Nisan olarak adlandırılıyor ve her sene anılıyordu.
Bu yüzden de Taliban'ın yakın zamanda ele geçirdiği bölgelerden birinde bulunan ve ismini vermeyen Afgan bir gazeteci kadının yazdıklarını okuduğumda Vietnamlı mültecilerden duyduğum tüm hikayelerle birebir örtüştüğünü düşündüm:
Tüm hayatım sadece birkaç gün içinde yok edildi. Öyle korkuyorum ki... Bana ne olacağını bilmiyorum. Bir daha eve gidecek miyim? Anne babamı tekrar görecek miyim? Nereye gideceğim? Yol iki taraftan da tıkalı. Nasıl hayatta kalacağım?
Hayatta kalmak için kaçmaya çalışan ve Kabil havaalanını dolduran Afganların görüntüleri düşünüldüğünde bu sorular özellikle rahatsız edici bir hal alıyor.
Afgan gazetecinin soruları muhtemelen ailemin ve pek çok Vietnamlı mültecinin kendilerine sordukları sorulara benzerdi.
Yeniden ifade etmek gerekirse, bizler şanslı olanlardık. Ailem hava yoluyla kaçmaya çalıştı fakat Saygon havaalanına ulaşmayı başaramadı.
ABD Büyükelçiliğini denedik ama o devasa kalabalığı aşamadık. Sonunda limanda bir mavna bulduk, Saygon'u terk ettik ve nihayetinde ABD'ye, yeni bir hayata başladığımız yere vardık. Biz sivildik ve bu bir savaş hikayesiydi.
ABD'liler kahraman askerlerinin, denizcilerinin ve pilotlarının olduğu savaş hikayeleri hayal etmeyi sever. Gerçek şu ki mülteci hikayeleri de savaş hikayeleridir.
Fakat ülkede büyüyen savaş karşıtı duygulara rağmen ABD savaş alışkanlıklarını bir kenara bırakmakta zorlanıyor.
Bu durum kısmen savaş için inşa edilmiş askeri-sınai kompleksinden, kısmen ise orduyu konu alan savaş karşıtı hikayelerin bile hala ateş gücü, ağır askeri ekipman, kahramanlık ve erkekliğin baştan çıkarıcı cazibesine odaklanmasından kaynaklanıyor.
Çöl Fırtınası Harekâtı gazisi Anthony Swofford anı kitabı "Jarhead"de (Deniz Piyadesi) kendisinin ve diğer deniz piyadelerinin "Apocalypse Now" filmindeki savaş sahnelerini, hatta ABD'li askerlerin öldürüldüğü sahneleri bile izlediğinde neredeyse cinsel bir duygu patlamasına gark olduğunu yazıyor.
Öldürülen, yaralanan, kaçmaya zorlanan ya da savaşta anne babasını kaybeden sivillerin hikayelerinde ne güç var ne de zafer. Asıl savaş hikayelerini şu an pek çok Afgan'ın yaşadığı sivil deneyimlerde buluyoruz.
ABD'lilerin savaş yorgunluğundan mustarip olduğunu duyuyoruz. Peki ABD'nin önderlik ettiği savaşların yarattığı mültecilerin hikayelerine kıyasla savaşan ABD askerlerine ilişkin kaç hikâye okuyoruz, duyuyoruz ya da görüyoruz?
Sivillerin savaş hikayeleri, sorgulanmayan bir Amerikalı ayrıcalığı olarak daimî savaş hali anlayışımızı rahatsız ediyor.
ABD'liler ayrıca savaşların bittiği ilan edildiğinde bittiğini düşünmeyi sever.
Fakat savaşın ikincil etkileri yıllarca sürer. Vietnam'da kazanan taraf sayısız Güney Vietnamlı askeri, siyasetçiyi, din insanını, seks işçisini ve diğer pek çok insanı yeniden eğitim kamplarına hapsetti.
Pek çok kişi bu kamplarda hastalık, açlık ve çok çalışmaktan hayatını kaybetti. Diğerleri ise infaz edildi. Verilen hapis cezalarının süresi birkaç aydan başlıyor, kimisi on yıldan fazla sürüyordu.
O mahpusların pek çoğu muhtemelen bir mülteci haline getirilmenin ve Taliban'ın insafına bırakılmanın şaşkınlığını dile getiren Afgan gazeteci gibi hissediyordu:
Bağırıp ağladığımı hatırlıyorum. Etrafımdaki kadın ve çocuklar dört bir tarafa doğru kaçışıyordu. Hepimiz bir botta mahsur kalmışız da büyük bir fırtınanın ortasındaymışız gibi bir histi.
Afgan gazeteci mecazi konuşuyor, fakat Saygon'un düşüşünden sonraki on yıllarda bir milyona yakın Vietnamlı deniz yoluyla ülkeden kaçtı.
On binlercesi umutsuz çabaları sırasında hayatını kaybetti. Gerçekten şanslı olanlar önce mülteci kamplarına, oradan da misafir ülkelere gitmeyi başaranlardı.
Daha az şanslı olanlar ise yıllarca, hatta on yıllarca o kamplarda yaşadı.
Bu kişiler savaşın resmen sona ermesinden sonra yıllar içinde büyümeye devam eden insan bilançosunun bir parçasıydı. Afgan halkının karşı karşıya olduğu durum da bu.
Şurası da kesin ki Taliban Kabil'i ele geçirdiğinden, ABD'lilerle ittifak yapanlar için korkunç suçlamalar söz konusu olacak.
Haftasonu boyunca Afganların gittikçe artan umutsuz çağrılarını duydukça Saygon'un düşüşü ile yapılan karşılaştırmanın Biden yönetiminde görevini yapıp Afgan müttefiklerinin ülkeden kaçmasına yardım etmek için daha büyük bir aciliyet duygusu uyandıracağını umduk.
Fakat Saygon ile kurulan paralellik şöyle bir tehlikeyi de beraberinde getiriyor: Pek çok kişi Güney Vietnam rejiminin sonunu nasıl izlediyse bu, ABD'lilerin Afganistan'daki trajediyi de sanki bir şovmuş ya da tarihteki eşsiz bir anmış gibi öylece izlemesine izin verebilir.
Gerçekte Saygon'un düşüşü yenilenler için daha uzun yıllar sürecek korku ve umutsuzluğun başlangıcı oldu. Afganistan konusunda Biden belirsiz sayıdaki savunmasız Afgan'ı ülkeden tahliye edip güvene alacağına söz verdi.
ABD belki de ülkedeki göçmen karşıtlığı karşısında pek çok Afgan mülteci için başka ülkelerde ev bulmaya çalışıyor.
Bu, yeterli değil. Roman yazarı Khaled Hosseini, "Afganistan halkı bunu hak etmiyor" dediği twit'ini şöyle sürdürüyor: "ABD'nin ahlaki bir zorunluluğu var: Kabul edebileceği kadar çok Afgan mülteciyi kabul etmek."
Tarih yine cereyan ediyor ve bunu yine trajedi ve kaba güldürü şeklinde yapıyor.
Vietnam ve Afganistan'daki savaşlar ABD'nin güç zehirlenmesi yüzünden meydana geldi; her iki savaşta da ABD'liler çoğunlukla savaşların kendilerine getirdiği siyasi maliyete odaklandı.
Fakat her bir durumda da (Laoslular, Kamboçyalılar ve Hmonglar ile birlikte) Vietnamlılar ve şimdi de Afganlar çektikleri acılarla çok daha büyük bir bedel ödemiş durumda.
Nisan 1975'te ABD ahlaki sorumluluğunu tanıdı ve yaklaşık 130 bin Vietnamlıyı tahliye etti; sonraki on yıllarda da Vietnam, Laos ve Kamboçya'dan yüzbinlerce insanı kabul etti. Şimdi olması gereken de bu.
Bu sorumluluk ve misafirperverlik vizyonundan daha azı ABD'nin Afganistan'daki başarısızlığını artıracak.
1975 yılında senatör olan Joe Biden eminim o dönemde ABD'lilerin çoğunun Güneydoğu Asyalı mültecileri kabul etmek istemediğini hatırlıyordur.
Yine de Kongre doğru olanı yaptı ve sonraki dönemde ülke çapında serpilip büyüyen Güneydoğu Asyalı ABD toplumu o ahlaki kararın hikmetini gösterdi.
ABD'nin kusurlu savaşlarındaki bu iki anın siyaseti birbirinden farklı olsa da aynı şey ahlak için geçerli değil. On binlerce Afgan ABD'nin özgürlük ve demokrasi ile açık ve hoşgörülü bir toplum sözüne inandı. Ve şimdi sıkışıp kaldılar.
Sırf biz Amerika Birleşik Devletleri olarak savaşın bittiğini ilan ettik diye Afganlar için savaş bitmiş değil.
Son ABD'li ülkeden ayrıldıktan sonra Afganlar için kâbus bitmeyecek. Ölüm tehlikesiyle karşı karşıya olan Afganlara yardım etme zorunluluğumuz içinde bulunduğumuz anı aşıp önümüzdeki yıllara uzanıyor.
ABD şimdi on binlerce Afgan müttefikini ülkeden tahliye etme ve ülkesine buyur etme konusunda liderlik etmeli. Aksi takdirde, ülkesinin geleceğini düşünen başka bir genç Afgan kadının sözleri acı verici bir şekilde gerçek olacak:
Biz sayılmıyoruz çünkü Afganistan'da doğduk ... Kimsenin umurunda değiliz. Tarihte yavaş yavaş öleceğiz.
Viet Thanh Nguyen hakkında
Pulitzer ödüllü "The Sympathizer" (Sempatizan) romanının ve devam kitabı "The Committed"ın (Adanmış) yazarı. ABD'nin Güney Kaliforniya Üniversitesi'nde İngiliz ve Amerikan Kültürü ve Edebiyatı ve Karşılaştırmalı Edebiyat profesörü.
(VTG/SD/PT)
*Makalenin orijinaline ulaşmak için tıklayın.