Sayın Milletvekilleri,
Çok önemli bir kararın eşiğindesiniz.
Bizi bir daha dinleyin.
Geçen oylama Türkiye'de demokrasinin bir dönüm noktasıydı. Biz halk olarak ilk defa size, tüm millet vekillerimize, yüreğimizi açtık. Bizi dinlediniz çünkü içinizden haklı olduğumuzu biliyordunuz.
Eminim ki evet diyenler de sonuca sevindiler. Ama şimdi belki artık yapacak bir şey yok diyorsunuz. Sizi ikna etmeye çalışıyorlar. Siz de kendinizi ikna etmeye çalışıyorsunuz.
Bizi dinleyin. Kendinizi dinleyin.
Aklınızın ve vicdanınızın sesini dinleyin:
Akıl ve vicdan adına:
Böyle durumlarda akıl ve vicdan birdir. Bireyler ve ulus olarak en temel, en can alıcı noktaya sıkıştık. Bu noktada kısa vadeli hesapların, dar bağlılıkların yeri yok. Evet, aklın ve hesabın yeri var.
O hesabın görüldüğü yerde yüreğinizin sesini dinleyin.
En derin çıkarlarınızın hesabını yüreğiniz tutar.
Bütün dinlerde, bütün felsefelerde Allah'ın bahşettiği ya da dünyanın insana tanıdığı bir irade ve bir akıl var.
Her birimiz tek tek irademize sahip çıkmakla, aklımızın ve vicdanımızın ışığında yapabileceğimizi yapmakla sorumluyuz.
İnsanlığın ortak paydası bir ahlak var:
Öldürmeyeceksin. Haklı savunma dışında hiçbir sebeple öldürmeyeceksin.
Bir de hukuk var. İç hukuk var. Anayasa var.
Uluslararası hukuk ve dünyanın düzeni var.
Artık kalmadı demeyin. Bu parlamentonun önüne bir karar imkanı geliyor.
Mesulüz.
Akil ve adil olacağız. Olabiliriz.
Gerçek ve güven adına:
Türkiye tarihi bir dönüm noktasında. Milli birliğimiz için, demokrasi için, parlamentomuz için, Cumhuriyet için, kendi öz güvenimiz için, bağımsızlığımız için, egemenliğimiz için.
Bize şimdi "gerçekçi politika" diyorlar.
Atatürk'ü hatırlıyoruz. Kurtuluş Savaşını hatırlıyoruz. Gerçekçiliği, aklı, ve kendine güveni hatırlıyoruz.
Sayın Genel Kurmay Başkanımız kötü ile daha kötü arasında kalmaktan söz ediyor.
Bu seçim Amerikanın şimdiki yönetimince dayatılıyor.
Neden başka bir seçimimiz yok?
Türkiye bir büyük ülke, bir büyük devlet, bir büyük ulus değil mi?
Kendi önceliklerimizle kendine güvenerek kendi problemlerimizi çözmemizden başka bir yolumuz var mı?
Devletimizin halkımızın esenliğinden başka çıkarları olabilir mi?
Kendi saygınlığımız, bağımsızlığımız ve özgüvenimiz olmazsa halkımızın esenliği ve devletimizin çıkarları savunulabilir mi?
Bu özgüven uzun vadeli çıkarlarımız açısından en önemli varlığımız değil mi?
Türk Silahlı Kuvvetleri Kuzey Iraktan gelebilecek saldırılara, teröre, PKKya karşı tedbir almıyor mu? Burada durumu kontrol etmeye zaten muktedir değil mi?
Kuzey Irak'taki Türkmenler nasıl biz Türklerin soydaşı iseler, Kuzey Irak'taki Kürtler de bizim Kürt yurttaşlarımızın soydaşı değil mi?
Bizim kendi halkımızın esenliği ve gönenci açısından, teröre ve şiddete engel olmak açısından hangisi daha gerçekçi: tüm yurttaşlarımızın birliği ve gönenci için çalışmak, teröre karşı haklı tedbirlerimizi almak ve sınırlarımız dışındaki Türkmenler ve Kürtlerle barışı koruyucu, karşılıklı çıkarları gözeten bir güçlü büyük devlet ilişkisini sürdürmek mi? Yoksa Bush yönetiminin başka seçenek yok dayatması ile "önleyici müdahale" ("pre-emptive strike") doktrininin Kuzey Irak uygulamasını başlatmak mı?
ABD güdümünde sağlanan bir koordinasyon içinde Irak'ta silahlı Kürt gruplarla ayni ortamda bir silahlı hareket içinde olmak Türkiye'ye kendi çıkarlarını daha iyi sağlama, hatta kendi çıkarlarını anlama, görme ve kendi başına hareket etme imkanı verecek mi?
Neden?
Tarih ve gelecek adına:
Dünya globalleşecekse, toplumlar daha demokratik, daha açık olacaksa, bu elbette ki Bush yönetiminin açık emperyalist ve tek kutuplu hegemonya girişimiyle olmayacak. Globalleşme teslimiyet değil, kendi gönencini gözeterek, çalışarak, rekabet içinde tartışmanın, alış verişin, barışın içinde yerini almak olmalı. Kendi özgüvenimizle ve kendi irademize hakim olarak.
ABD'de eski başkan Jimmy Carter, dünyanın en ünlü işadamlarından George Soros Bush yönetimine karşı çıkıyorlar. Amerikan çıkarları ve dünya barışı açısından.
Evet orada ok yaydan çıktı.
Burada siz yarın oy vereceksiniz.
Dün 18 Marttı. Çanakkale'yi hatırlayın. Sir Winston Churchill'i hatırlayın, ki büyük bir devlet adamıydı. Onun Çanakkale'deki hatasını hatırlayın.
Ve Mustafa Kemal'i hatırlayın.
Bir de George W. Bush ile Sir Winston'ı karşılaştırın.
Ve Türkiye üzerinde kendi ekonomik zafiyetinin getirdiği ağır bir baskı var. Bize "mecbursunuz" diyorlar.
Sayın milletvekilleri,
Bu savaş olmasaydı ekonomik kriz konusunda ne yapacaktınız?
Savaş için gelecek (tekrar pazarlığı yapılabilecek) hibe ve kredi, Türkiye'nin İÇ borç yükünün kaçta kaçı? savaşa girmenin maliyetleri hesaplanabiliyor mu? Savaş zararlarını karşılasa bile bu destek, savaş yüzünden oluşacak kayıpları, ekonomik krizin derinleşmesini, kronikleşmesini önleyecek mi?
Savaş olmasa dahi, bu krizden borç döndürerek çıkmak mümkün mü?
Milletçe ekonomik sıkıntıya katlanarak, bunu adilce paylaşarak, üretkenliğimiz artırmak dışında bir yol var mı?
Devlet ne için vardır?
Böyle zamanlarda barışı sürdürmek, krizi yönlendirmek için (iç borç yerine) vergi dahil politika belirlerseniz bunu halka anlatabilirsiniz. Sürüp giden krizi savaş kredileri ile ve daha fazla borçlanmayla çözemezsiniz.
Kurtuluş Savaşı ve Cumhuriyet'in ilk yıllarını hatırlayın.
Türkiye'nin İnönü yönetiminde 2. Dünya Savaşı dışında kalmasının ekonomik bedelini de hatırlayın.
O zaman da yapılan "dışarıda kalırsanız sonunda söz sahibi olamazsınız!" baskısını ve sonra ne olduğunu da hatırlayın.
Evet tezkereyi reddetmenizin bir bedeli olacak.
İpotek mi? Fedakarlık, dayanışma ve özgüven mi?
Krizden hangisi ile çıkılabilir?
Sayın Milletvekilleri,
Bu tezkere ikinci kez önünüze geldiğinde ilkinin aynisi olmayacak. Bu durum Türkiye Büyük Millet Meclisinin 1 Mart kararı ile gerçekleşti. Onun için ikinci kararınızın etkisi olacağına inanın.
Evet Türkiye dünyada önemli konumda. Evet Türkiye ABD'nin stratejik ortağı.
Ve Evet, Türkiye Büyük Millet Meclisi de Türkiye için, biz Türk halkı için önemli.
İlk tezkere bir emr-i vaki yarattı. Şimdi bu oylayacağınız tezkere de içine girilmiş olan bu durumdan ötürü savunulmamalı.
Artık başladı bir kere denilmemeli.
Ve geleceği düşünün. Sınırlı olarak vereceğiniz yetkiler de ilerde savaşın öngörülemeyen gelişmeleri ile önünüze daha kısa vadeli, daha kanlı ültimatomlar olarak dönecek. Türk halkının ve askerlerinin kanı döküldükten sonra artık buna misilleme olarak yapılacak hareketlere, hemen istenecek yeni yetkilere hayır diyemezsiniz.
Ondan sonra daha çok kan dökülür.
Savaşlar böyle olur.
Bize emrivakiler yapılacak. En kabasından provokasyonlar da yapılıyor. Bayrağımızı yakanların ve onları destekleyenlerin size, sizin akl-ı seliminize ve onurunuza saygıları yok. Onların yapmanızı istedikleri şey sizin bu savaşa evet demeniz.
Tekrar tarihi hatırlayın. Osmanlı Devletinin güçlü devletler arasında seçime zorlanarak nereye geldiğini hatırlayın. İngiliz taraftarlarını, Alman taraftarlarını, kısa vadeli akılları ve çaresizliği hatırlayın.
Goeben ve Breslau gemilerini hatırlayın.
Kancaları, çelmeleri, teklifleri, pek akıllıca pek gerçekçi görünen lafları
bir kefeye koyun.
Biz dostlarınızı, ailenizi, halkınızı, insanlığı öbür kefeye koyun.
Vicdanınızın ve aklınızın sesini dinleyin.
Saygıyla, güvenle ve umutla,
M. Ali Alpar
Yurttaş
(Sabancı Üniversitesi öğretim üyesi/Türkiye Bilimler Akademisi üyesi)
Birkaç alıntı:
"Bağımsızlıktan mahrum bir ulus uygar
insanlığın önünde uşaktan yüksek bir muameleye layık değildir."
Mustafa Kemal Atatürk, Nutuk
"Kuvvetlisin ama kuvvet hak değil"- Fazıl Hüsnü Dağlarca
" Teksaslı çobanların bilemediği, can vermediği
Özgürlük gülü, bağımsızlık gülü.." - Ceyhun Atuf Kansu
"Şu Dünyada bir nesneye
Yanar içim, göynür özüm,
Yiğit iken ölenlere
Gök ekini biçmiş gibi" - Yunus Emre
"Düşlerinde bile göremez işler
Düşlerin gördüğü işleri" - Behçet Necatigil
ve uzun görüşlü çıkarlarımız konusunda Sayın Erdal İnönü'nün 1 Mart 2003 sabahı Cumhuriyet'te yayınlanan yazısını alıntılıyorum:
Yanlış yoldan dönmek için son fırsat
Irak ile ilgili dış politika gelişmelerinin vardığı son aşamanın, bir vatandaş olarak beni son derece rahatsız ettiğini söylemek istiyorum. Girmekte olduğumuz yanlış yoldan dönebilmek için son umut TBMM'nin, gönderilen hükümet tezkeresini onaylamamasında toplanıyor.
Tezkere onaylanırsa, kısa bir süre sonra, kendimizi, Irak'a demokratik bir düzen getirmek için saldırı düzenleyen bir grup güçlü devletle aynı safta, savaşın içinde bulacağız. Onun için, her türlü kişisel kaygı ya da çekingenliği bir tarafa bırakarak sormalıyız:
"Biz bu savaşa niçin giriyoruz?"
Ülkemizin varlığını tehdit eden bir açık tehlike karşısında olduğumuzu kimse iddia etmiyor. Birleşmiş Milletler'den tüm ulusları Irak'a savaş açmaya ya da böyle bir savaşı desteklemeye çağıran bir karar çıkmamıştır.
Ne NATO antlaşmasında ne de ABD ile stratejik boyutu da olan işbirliğimizde böyle bir savaşa girme yükümlülüğü yoktur.
Savaşa karar vermiş güçlü devletlere bazı kolaylıklar göstererek ulusal çıkar sağlama yolunu Cumhuriyet hükümetleri geçmişte benimsememişlerdir. Bu politikadan sapıldığı bir-iki istisnai halde sonuç hep aleyhimize olmuştur.
Hiç kimse hayal etmesin! Savaşı kendi iradesiyle başlatan güçler, savaş sonunda bir kazanç sağlarlarsa bu kazançtan kimseye pay vermezler. Yok eğer kaygımız istemediğimiz durumların ortaya çıkmasını önlemek ise, bunu ancak kendi gücümüze dayanarak ustalıklı bir diplomasi ile sağlayabiliriz. Kendi gücümüzü geçici yardımlarla arttıramadığımızı da artık herkes anlamış olmalıdır.
TBMM'nin bizi hiçbir geçerli nedeni olmayan bu savaştan uzak tutacak
kararı vermesini umutla bekliyorum. (AA/NM)