Tabiiki, bu dönemde görülen şekli, şiddet karşıtı dini tarikatların askere gitmek istememelerinden kaynaklanan bir direniş hareketi görünümüdür. Bunlardan biri olan Quekar'lar bir tarikat olarak varlıklarını bugüne kadar korudukları gibi, savaşlar karşısında almış oldukları tavırlarıyla cephede verilen sağlık hizmetlerinden, cephe gerisindeki insan hakları hareketine kadar bugün çalışmalarını yürüten bir çok kurumun da yaratıcılarıdırlar. Ancak bu tür dinsel ve insani boyutun giderek politik bir harekete dönüşmesiyledir ki vicdani ret bir insan hakkı olarak uluslararası kuruluşlar tarafından da kabul edilir olmuştur.
Vicdani Ret'in modern tarihi
1.Dünya Savaşı'nda İngiltere'de binlerce kişinin savaşa gitmek istememesi ile başlayan ve 3 bin kişinin hapse atılmasına yol açan bu politik çıkışlar 1921 de Uluslararası Savaş Karşıtları (WRİ)) ile kurumsallaşmıştır.
1968 ve sonrasında bütün Avrupa'yı saran vicdani ret hareketinin sonucunda 1970'li yıllarda Avrupa ülkelerinde vicdani ret hakkının yasallaşmaya başladığını görüyoruz. 1980'li yıllara gelindiğinde ise Yunanistan ve Türkiye hariç bütün Avrupa ülkelerinde yasallaşma süreci bitmişti. Bugün yalnızca Türkiye'de bu hakkın olmadığını biliyoruz.
Birleşmiş Milletler (BM), Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (AGİT), Avrupa Konseyi, Avrupa Birliği gibi örgütlerin, vicdani ret hakkının üye ülkelerin yasalarında düzenlenmesi üzerine bir çok kararı vardır. Türkiye ise halen bu kararların altına imza atmayarak direnişini sürdürmektedir.
Tabii ki, bu yasallık askerlik hizmeti karşılığında sivil hizmeti zorunlu kılmıştır. Ancak gerek Avrupa'da ve gerekse de bir çok Afrika ve Latin Amerika ülkesinde bu sivil hizmeti de reddeden total retçiler vardır ve bunlar da aynı Türkiye'de olduğu gibi çeşitli şekillerde cezalandırılmaktadırlar.
Türkiye'de 1990'lı yıllarda yaşanan iç savaş karşısında bir tavır olarak vicdani reddin de geliştiğini görüyoruz. İzmir ve İstanbul'da savaş karşıtları dernekleri kurulurken, gruplar halinde vicdani ret açıklamalarının da yapıldığını, Demokrasi Partili (DEP) milletvekillerinin Mecliste yasa önerisi verdiklerini, vicdani retçilerin televizyon programlarına çıktığını görüyoruz. Ancak, bu gelişmeler karşısında alınan önlemlerin arttırıldığını, 155. maddenin askeri ceza yasasının içine çekildiğini, gözaltına alınan televizyon program yapımcısı ve kameramanının askeri cezaevinde tutulduklarını ve askeri mahkemede yargılandıklarını görüyoruz.
155.Madde cenderesi
Bütün bunlar bir yargılama, ceza ve salıverme şeklinde yaşanırken, 1996 yılı ekim ayında 155. madde(halkı askerden soğutma)'den tutuklanan vicdani retçi Osman Murat Ülke ile birlikte bir çok değişiklik ve ilkler görüldü. Osman'ın, tutuklu bulunduğu Mamak Askeri Cezaevi'nde askeri yaptırımlara uymama doğrultusunda başlattığı 23 gün süren açlık grevi sonucunda bir "asker" askeri cezaevinde sivil bir hayat sürebilir oldu.
Önce 155. madde'den yargılanan Osman, birliğinde askerlik yapmayı reddettğini açıklaması ile birlikte ayrıca emre itaatsizlikten de yargılanır oldu. Ancak görüldü ki, Osman askerlik yapmayı reddettiği sürece emre itaatsizlikte ısrar suçundan yargılanması sürecek ve O'da hiç bir şekilde askeri cezaevinden dışarı çıkamayacaktı. Bu kısır döngü ancak 2 yıl sonra "birliğine sen kendin git" demeleriyle bozuldu ve Osman birliği yerine evine gitti.
Bu süreç içinde İstanbul, Ankara, İzmir, Antalya, Eskişehir gibi illerde "Osman Murat Ülke ile Dayanışma Komiteleri" kurulmuş, yurt içi ve yurt dışı destek sürekli bir hal almıştır. Vicdani ret artık daha çok konuşulur olmuş, askeri yargı ile siviller daha çok yüzyüze gelir olunca askeri yargı; "vicdani ret hakkının savunulması değil, kullanılması savunulması suç oluşturur" şeklinde bir karar almıştır.
Osman ve Mehmet'den sonra...
Osman ile birlikte gelişen antimilitarist hareket de 1997 yılında itibaren her yıl "15 Mayıs Dünya Vicdani Retçiler Günü"nü kutlar olmuştur.
Osman'ın direnişi karşısında gerileyen yönetim, yeni vicdani retçilerin çıkmasını durduramamış, hatta görmezden gelir bir duruma girmiştir.
Yönetimin bu yüzleşmeme tavrı askerlik yapmakta iken vicdani reddini açıklayan Mehmet Bal ile bozulmuştur. Mehmet de Osman gibi direnişe geçmiş, gördüğü ağır baskı ve işkencelere rağmen 1 ay sürdürdüğü açlık grevi sonucunda askeri yargının ilk kez aldığı bir kararla salıverilmiştir.
Bu kararda askeri yargı: kişisel vicdani ret açıklamasının bir düşüncenin ifadesi olması anlamında suç olmayacağını, 155. maddeye girmeyeceğini, ancak kişi bunu başkaları içinde isterse suç olacağını açıklamıştır.
Memet Bal'dan sonra, savaş karşıtlığının antimilitarist temele dayandırılması ve bu anlamda savaşın insan kaynağının kurutulması anlayışı doğrultusunda yürütülen kampanya çerçevesinde vicdani redlerini açıklayanlar da olmuştur.
Türkiye'de vicdani ret yasal bir hak olarak yasalarda düzenlenmediği, yani karşılığında bir sivil hizmet gösterilmediği için, bütün vicdani retçiler otomatik olarak total retçi durumundadırlar. Bu durum bir zorunluluğu yansıttığı gibi aynı zamanda Türkiye gibi bir ülkede vicdani retçi olmayı göze almış kişilerin politik tavrının da bir ifadesidir.
Bugüne kadar vicdani retlerini açıklamış olanların büyük bölümü anarşist görüşlü olup, bunların vicdani ret açıklamaları da doğal olarak total ret şeklinde olmuştur.
Yine büyük bir kısmı yutdışında yaşayanlar olmak üzere bir kısım vicdani retçi ise varolan iç savaşa karşı bir duruş olarak askere gitmemeyi vicdani ret açıklamalarıyla ortaya koymaya çalışmışlardır.
Bütün bunların yanında yalnızca bir kişi kendi durumundan yola çıkarak, vicdani ret hakkının yasal düzenlemesinin yapılmamış olmasının anayasal bir suç olduğunu ve yasada "kamuda yapılacak vatan hizmeti" olarak ifade edilen askerliğin sivil hizmet olarak yapılabileceğinin de düzenlenmesi gerektiğini TBMM'ye yazdığı bir dilekçe ile kamuoyuna duyurmaya çalışmıştır.(NK)
*İstanbul Antimilitarist İnisiyatifi Aktivisti Oğuz Sönmez'in yazısındaki ara başlık ve vurgular Bianet'e aittir.