Davet 8. Mart 2004 için kendilerinden yazılı olarak gelmişti. Her şeyi programlamışlardı. Yemeğe katılmasını arzuladıkları şahsiyetlere davetiyeler bile çıkarılmıştı. (Nacizane bendenize de.)
Ama son anda bir başka haber iletildi: "Verheugen gelemiyordu." Yerine Avrupa Komisyonu Türkiye Temsilcisi Büyükelçi Hansjörg Kretshmer gelecekti Diyarbakır'a. Oysa biz kendimizi Verheugen'in gelişine göre ayarlamıştık.
İki farklı haber
Seçim öncesinde gelmeye karar verişine anlam veremediğimiz gibi, niye vazgeçtiğini de anlayamamıştık. İki ayrı haber gelmişti.
Birileri diyordu ki, bizimle yemek yiyeceği akşam Başbakan randevu vermiş. Bir başkaları da ertesi gün öğlen Brüksel'de çok önemli bir toplantısından söz ediyorlardı.
Avrupa Birliği (AB) Büyükelçisinin gelişinden sonra bizzat kendisinin ağzından Verheugen'in Ankara randevusu doğrulanıyordu.
Oysa gelebilseydi Günter Verheugen'e, ne birilerini ne de ülkemizi şikayet etmeyecektik. Zaten bugüne dek öyle korkulduğu kadar tepkici davranış da yaşanmamış, kimselere de şikayetçi gibi davranılmamıştı.
Seçim öncesi Başbakanın kaygısı boşunaydı. Ama ne demeli, demek ki birilerinin kulağına kar suyu kaçırılmıştı anlaşılan.
AB üzerinden güç taşımak
Ya da sayın Başbakanın 28 Mart yerel seçimlerinde almayı çok arzuladıkları üç ilden biri olan Diyarbakır'da (diğerleri Antalya ve İzmir) kendileri dışındakilere Avrupa Birliği'nin böylesine önemli bir şahsiyeti üzerinden güç taşınmasının önünü kesmekti amaç.
Çünkü bir süre önce 32 sivil toplum örgütünün ortak bileşeni olan Demokrasi Platformu Diyarbakır'da "Demokratik Güç Birliği" adaylarını destekleyeceğini basına açıklamıştı.
İşte Verheugen gelebilseydi beraber yemek yiyeceği 14 kurum temsilcisi de onlar olacaktı.
Ama büyükelçinin Verheugen'in yerine verdiği yemekte yine aynı şahsiyetler bulundu ve hiç de Başbakanın korktuğu gibi seçim meseleleri konuşulmadı. Sadece Türkiye'nin ve bölgenin demokrasi sorunları iki saatlik bir yemek sohbeti şeklinde konuşuldu.
Oysa gelseydi, ne mi olacaktı? Dilerseniz onu da paylaşalım.
Bölgeye pozitif ayrımcılık
Şu Avrupa maceramızı canı gönülden istiyoruz, artık bir sonlandıralım sayın Verheugen, diyecektik.
Avrupa Birliğinin en büyük paydaşı Diyarbakır'dır, diyecektik. Bu baptan hareketle, ekonomik anlamda bölgelerarası dengesizliğin bertaraf edilmesi için bölgeye özel kalkınma programları uygulanmalı, diyecektik.
Özcesi ekonomide, bölgesel kalkınmada "pozitif ayrımcılık"ı belki dillendirecektik.
Avrupa Birliğinin yerel enformasyon ofisleri yetmez, Avrupa Birliği ile olan ilişkilerimizi daha sıcak geliştirebilecek temsilciliklere dönüşmeli diyecektik.
Üyelikte ısrar neden?
AB kaynaklarına nasıl daha rahat ulaşılabileceğinin alt yapısının oluşturulmasını isteyecektik.
Sivil Toplum Örgütçülüğüne önyargılı yaklaşımlardan vazgeçilmeli diyecektik. Uyum yasaları ile uygulamanın arasındaki ayrım bitmeli diyecektik.
Avrupa Birliğinin, insan temelli perspektifinden hareketle istediğimizi yüksek sesle dile getirecektik.
Belki bu taleplerimiz için illa ki Avrupa Birliğine üye olmamızın gerekmediğini bilmemize rağmen, sınırların hızla yerini sınırsızlığa bıraktığı bir dünya ve Avrupa düzleminde "Birliğe dahil olmanın" sistemin dışında kalmamayı beraberinde getireceği için bu nedenle üyeliğin bunca ısrarını önemli gördüğümüzü de söyleyiverecektik.
Keçi Burcu'nda Dilin Gücü
AB Büyükelçisi Hansjörg Kretsmer geldi. Ayağının tozuyla Mardinkapı'daki tarihi Keçi Burcundaki Dilin Gücü sergisinin açılışına katıldı.
Diyarbakır Sanat Merkezinin onuruna düzenlediği açılıştaki Büyükşehir Belediyesi çocuk korosunun konserini izledi. Doğrusu renkli bir görüntüydü.
Çocuk korosu "dilin gücü" sergisine gönderme kabilinden çok dilli ve çok kültürlü bir sunuş yaptı. Kürtçe'nin Sorani, Kurmanci ve Zazaki lehçelerinin yanında Türkçe, Almanca, Ermenice şarkılarını söylediler. Arkalarındaki sur duvarı fonunda da çağdaş sanatın bir figürasyonu Atatürk resmi vardı.
Serginin ertesi günü de Diyarbakır Sanat Merkezinde "Çello" dinletisi vardı. 22 yaşındaki genç sanatçı Çellist Cem Çetinkaya Çello Dinletisi sunacaktı.
Tello yerine çello
Daha konser başlamadan bu çello ne ola ki! diye yanımdakilerden biri sordu. Zaman, zaman tutan muzipliğimle gayet ciddi anlattım. Yahu dedim hani bir türkü var ya! "Tello gider yan gider". İşte o türküyü Çello gider yan gider çello. Açma yaram kan gider çello diye yeniden uyarlamışlar. İşte onu sunacaklar.
Sonra hep beraber bastık kahkahayı. Sonra da salona girip Viyolonsel sesinden Bach'a, bak hele bak deyip klasik müzik dinledik. Ve aynı gün Büyükelçi yemeğinin akabinde bir iki ziyaret yapıp tekrar Ankara'ya döndüler.
Bize kalan ne mi oldu. Biz epeydir. Yani neredeyse devrin Başbakanının "Avrupa Birliğinin yolu Diyarbakır'dan geçer" sözünden bu yana alıştık bu ziyaretlere ve de muhabbetlere.
Günter Verheugen gelmedi/gelemedi. Şimdi bize zatı alileri bir yemek borçlular. Biz hakkımızdan kolay vazgeçmeyiz. Tahsilini arz ederiz sayın temsilci, hem de Brüksel'de...(ŞD/NM)