Hrant bu iki güzel bileşkeden oluşuyormuş. Bir Anadolu güzellemesi -Ermenice'de.
Bu güzelim ateş-atakateş, bir güvercin telaşında kaldırımda, sanki yerdeki nar tanelerini toplarcasına kaldırım taşlarında iki siyah, uzanıvermiş...
Ayakkabılar
Afganistan'ın bir kasabasında ABD uçaklarından bir düğün evine yanlışlıkla(!) atılan bombalar sonucunda cümle kapısı önünde sahipsiz kalakalmış onlarca kadın, kız ve çocuk terlikleri bana hep ölümü anımsatır... Ölüm belki de bir daha ayakkabısını ayağına geçirememek...
Düğün evine gelirken giyilen o allı pullu, cicili bicili terliklerle, bir de altı delik ve kaldırımları boşuna aşındırmamış uçlarıyla, kaldırım taşlarına dokunaklı bir çift dürüst ayakkabı cansızlığı... Sağ tekindeki yara büyük; ilk yağmurda tabana işler su... Sol idare eder biraz; ama o da enine kırgın; nokta nokta tutanakları bir bir aşınmış. Aşınmış ama inadına yaşamış, yürümüş yolları...
Bir çift ayakkabı Hrant.
Ateş renkli kanı öğütür içimize, altı delik bir ayakkabı misali gönlüm. Utancını rüzgardan gizleyen ateş beyaz bir örtü üzerindeki kaldırım taşlarının ağırlığı üzerimdeki...
Ama ille de, o iki boynu bükük altı aşınmış ayakkabısı Hrant'ın. Gönlündeki güvercinin telaşı ve korkusu, hep tandık gelen bir endişe olarak kalacak...
Korku da evrensel; endişe de demek ki...
Gazetecilikteki korku da öyle; endişe de...
Agos benim için bir Anadolu basını; dağ çileği küçüklüğü; dağ çileği kırmızısı; doğal, ekolojik ve etik tadını dayatan inatçılığı.
Bugün sanki ben tıpkı 80'lerdeki gibi Demokrat Karaman Gazetesi'ne ya da Karaman'ın Sesi Gazetesi'ne yazıyorum.
İçimizdeki gazetecilik: "Hu". Ateş yani.
İçimizdeki ateş "Yerant": Atak, canlılık.
Velhasıl Hrant'ız bundan böyle... (ŞY/KÖ)
* Şıhali Yalçıner, 1980 askeri darbesi sonrası Karaman'da yerel gazetecilik yaparken aldığı tehditlerden sonra Türkiye'den gitmek zorunda kaldı. Yıllarca Hollanda'da mülteci statüsünde yaşadı, ülkesine dönemedi. Son on yıldır aralarında Türkiyeli tiyatrocuların da olduğu, kültürlerarası projelerini Türkiye'de ve Avrupa'da sürdürüyor.