Bu şehirde binlerce yıldan bu yana yine binlerce yıldır ayakta duran surların içinde bir hayat süreduruyordu. Birileri bura insanlarına hep tek sesliliği reva görmüşlerdi. Tek seslilikle birlikte sıradan ve sürüden hayatlar kısmetlerine düş(ürül)müştü.
Ama şimdi kırıyorlardı işte o tek sesliliği, hem de kültürün ve sanatın her alanında. İnadına kırıyorlardı. Ve inadına sanat diyorlardı. Her şeye rağmen sanat diyorlardı.
43 yıl sonra
Önce klasik müzik dediler Diyarbakır 3. Kültür Sanat Festivalinin açılış resepsiyonunda. Konuk, Borusan Filarmoni Orkestrası ve 43 yıl önce Diyarbakır sur içinden, Melik Ahmet semtinden Ankaraya giden Gürer Aykaldı. 43 yıl önce kentinden ayrılan Urfa kapılı Aykal borcunu çok seslilikle ödemeye gelmişti şehrine.
O denli duygusallaşmıştı ki yıllardır uğrayamadığı şehrine karşı; Hiç kimse, ama hiç kimse Diyarbakırı eleştirmemeli. Benden de Diyarbakırı eleştirmeyi beklememeli diyor ve ekliyordu: Dünyanın bir çok ülkesinde konserler verdim. Ama hiç birisinde Diyarbakır kadar heyecanlanmadım.
Yılların ve insan tekinin olanca acımasızlığı ile yıkımına karşı taşlarından hüzün okunsa da Keçi Burcunda konserin yapılmasına izin verilmemişti. Yeni onarımdan çıkmış! surlar zarar görebilirdi? Oysa ne de güzel yakışacaktı klasik müziğin ahengi kadim şehri(mi)n surlarına. Romalılar da iki bin yıl evvel bu surların gölgesinde Lirleriyle musiki icra etmemişler miydi?
Fındıkkıran ve Kuğu Gölü
Varsın izin verilmesindi. Hemen yanı başındaki beş asırlık kocamış Deliller Hanı, şimdilerin Kervansaray oteli bazalt taş dokusuyla ne güne duruyordu. Hem de surlara bir taş atımlık mesafede... Yıllar yılı bu günü beklememiş miydi? Klasik müziği dinleyecek konukların büyük çoğunluğu ürkek miydi ne?
Belki de klasik müzikle ilk tanış olmanın verdiği ürkeklikti, kim bilir! Yıllardır siyaseten batının modelinin çözüm olacağını, Kopenhag kriterlerini filan dillerinden düşürmemişlerdi de; şimdi sıra Avrupanın müziğindeydi işte. O da gerekliydi doğrusu.
500 yıllık zaman dilimi içinde, yapıldığından yakın zamanlara kadar karşısındaki eski Hacılar Xarabasi (harabesi) ile birlikte hacca giden delillere (rehberlere) ev sahipliği yapmış mekandı bu kez Çaykovskinin Fındıkkıran ve Kuğu Gölü balelerine yol veren.
Dengbej seslerinde serhed ezgileri
Ya sonra! 9 gün sürecek yoğun bir maraton başlamıştı.Kimler yoktu ki; açılış konuşmalarının hemen ardından Hollandadan gelen İlda Simonian Ermenice okumuştu Sar Galini. Erivanlı Feyzoyê Rızo ile Êgidê Cımo da dengbêj sesleriyle serhed ezgilerini Kürdî makamda ve kendi dilleriyle dillendirmişlerdi.
Naşide Göktürk, Selda Bağcan, Xêro Abas, Haluk Levent, Kardeş Türküler, Koma Azad, Sabahat Akkiraz, Moğollar ve daha bir çok grup adeta ikiletmeden davete icabet etmişlerdi.
Hintlisi, Asurisi, Ermenisi, Farslısı, Türkü, Kürdü, Romanı; öyle eften püften değil, adam gibi ete kemiğe büründürerek çok kültürlülüğü yaşatmıştı cümle aleme duyurarak festivalle... Sinema filmleri, tiyatro oyunları, paneller, edebiyat sanat atölyeleri de, gençlerin vazgeçemedikleri olmuştu.
Günşiray lal olur
Diyarbekirdi bu, alt yapısı sağlamdı. Yıllar yılı kan kussa da konuklarının tabiriyle inadına kızılcık şerbeti ya da meyan şerbeti içtim gördüğünüz kan ondandır demeye getirmişti. Kimini müptelası olacak kadar Diyarbakırlı yapıyordu.
Kimini de dili tutulacak kadar lâl... Ondandır ki Mahir Günşiray Uçaklar iner ve kalkarken çocuklar büyüklerin heyecanını ağlamalarıyla dillendirirler. Bense Diyarbakıra her geldiğimde ve bu şehirde her sahneye çıktığımda, Diyarbakıra ve Diyarbakırlılara karşı heyecanlanırım, dilim tutulur, lâl olurum diyordu.
Festivalin açılışını bir güneydoğulu, Diyarbekirli Gürer Aykal yapmıştı. Kapanışı da öyle. Yine bir güneydoğuluya, Siirtliye kısmet oldu. Daha bir hafta önce Eurovizyona mührünü basan Sertap Erenerdi bu kez merhaba diyen. Şansı hiç mi hiç yaver gitmemişti bu şehrin.
Bir şey yapmalı ritminde Bablekan
Ama bu kez tersine mi dönmüştü ne. Sanki bir çoklarından önce Diyarbakır halkı adına festivale davet edenler hissetmişti Sertab Erenerin sesini, soluğunu ve de ününü.
Önce Moğollar bir şey yapmalı demişti. Ama bilmezlerdi ki; Diyarbakır halkı ne yapılması gerektiğini bilirdi. Hem de öylesine bilirdi ki; Moğollar bir şey yapmalı derken on binlerin sesi daha gür bir şekilde Evli Beden burcunda patlıyor ve gençler kendi kavillerince müziğin ritmine uyarak Bablekân oynuyorlardı.
Ve yağmur yağıyordu Diyarbekirin göğüne. Bura insanı yağmur berekettir, temizliktir diyordu. Ve yağmurla çıkıyordu sahneye Siirtli Sertap Erener. Yanarım diyordu. Ne yapsam yanarım diyordu. Yananların üzerine yağmur yağıyordu. Sonra sakin olun diyordu şarkısında Sertab.
Tilili, sonra da Sertaba vokal
Sükunet ne kelime coşku almış başını gidiyordu. Dışarıdan gelen konuklar şaşkındı. Daha 15 dakika önce Koma Çîya ile Kürtçe tilili (zılgıt) çekenler hemen Sertaba vokal yapmaya başlamışlardı. Diyarbakırdı bu, şaşırtırdı işte...
Ve yağmur yağıyordu Diyarbakırın üstüne. Bir yıl önceki Newrozda ustası Sezen Aksunun üstüne yağan Kürdî yağmur bu kez Sertabı ıslatıyordu. Hem de iliklerine kadar. Ve surlar açılışta zarar görmesin! diye selamlaşamadıkları 43 yıl evvel uzak düşen hemşerileri yerine 9 gün sonra yeni konuklara bağrını açarcasına yaslanın bana diyordu.
Binlerce yıldır dayandım. Dimdik ayaktayım. Sizin müziğinizin sesi ne ki ; ben Diyarbakır surlarıyım her makamı bilirim. Yağmur üstüme üstüme, varsın yağsın, ben yağmurdan değil, festivalden sırılsıklamım. (ŞD/NM)