Kürtçe yazmaya modern çocuk hikâyeleri yazarak başlayan Leyla Mexso Berazî'nin ilk şiir kitabı "Deng Bi Perên Kevokan Dikeve" (Güvercinin Kanatları Yankılandı) geçen günlerde Avesta Yayınları'ndan çıktı. Kürt kadın şairlerin şiir kitaplarının basıldığı Şahmeran serisinde yayınlanan kitabı üzerine şair Mexso Berazî ile Londra ziyaretinde bir söyleşi yaptık. Söyleşide Mexso Berazî, hikâyesini ve şiir aracılığıyla dünya ile kurduğu bağı anlatıyor.
"Farkı başka yaşamlara dokununca fark ettim"
Leyla Mexso Berazî kimdir? Kendinden bahseder misin?
İnsanın kendini tanıtması ve tanımlaması arasında fark vardır elbette. Kişilere yöneltilen böylesi sorular karşısında benim beklentim hep o kişinin kendini ne olduğu ve ne olarak gördüğü ile ilgili olmuştur. Esas olan da budur sanırım. Hele hele söz konusu şiir ve şair ise eğer, bu durumu gözden kaçırmamak gerekiyor kanımca. Kendini tanıtma bahsine gelirsek; ben Batman'ın Reşkotan ovasına yayılmış ailemin, köklerimin olduğu Birûka (Doluca/Esentepe) köyünde doğdum. Yedi oğlan ve altı kız olmak üzere on üç kardeşli, aşiret değerlerinin olduğu, bu değerlere uygun bir yaşam biçiminin şekillendiği bir ailede büyüdüm. Evrensel insani değerlerin temelinin atıldığı seküler söylemlerin içinde, bu mirası devralan dede, babaanne, halalar, amcalar, anne ve baba ile. Bu farkı ve ayrıcalığı başka yaşamlara karışınca, tanıyınca, dokununca fark edebildim. Bunlar çocukluğumun atmosferine dair durumlar. Kadim Kürt değerlerinin yaşam bulduğu bir aura, bir hafıza, bir zemin.
Batman'ın az yerleşkeli dönemine, aynı bahçede birkaç evin olduğu bir zamana denk geliyor ilkokul sürecim. İlkokul, ortaokul ve lise yıllarım Batman'da geçti. Batman Lisesinden mezun olduktan sonra üniversitede Pedagoji/Eğitim Bilimleri Fakültesinde okudum ve çalışmaya başladım. Şimdilerde Ankara Üniversitesi DTCF'de Etnoloji/Folklor bölümünde eğitimime devam ediyorum.
"Omzuma bir kuş gibi tünedi adım"
Neden Leyla Mexso Berazî? Neden bu mahlas?
Adım Leyla (Leyla Ataş). Doğduğumda Leyla Qasim'dan esinlenerek ve devralarak babamın bana verdiği bir ad bu. Mexso aile adımızdır. Bize Mala Mexso derler, yani Mexso Ailesi derler. Şimdi Reşkotan aşiretinin bir koludur Mexsolar. Kürtçe'de ''bavik'' diyoruz biz buna. Mexso Berazî Reşkon kardeşleriyle Kirmanşah ve Urmiye'den gelip yağmur geçirmeyen siyah keçi kılından olan çadırlarını şimdi Reşkotan dediğimiz bölgeye kurduklarında, aynı zamanda başkentleri oluyor Zêdya (Yağmurlu) ve Lîçikê (Güneşli) köyleri. Buradan çoğalıyorlar amcazadeleriyle. Şimdilerde birkaç kolları var. Yerleşim yerleri, köyleri ve toprakları var. Bilirsiniz Kürt toplumu soyadını genellikle aşiretinin adıyla ya da geldiği aileden alır.
Bu adı kullanma bahsine dönersem, öncelikle bir süreçten ve o sürecin üzerimdeki etkisinden söz etmek istiyorum. Çocukluğum söz ustası olduğunu bilmeden yaşayan yetişkinlerin arasında geçti. Onların kurduğu ve ördüğü o güvenli ve içtenlikli atmosferde bir tarih bilgesi olan babamın amcası Evdirahman Axa, zihnime kurduğu tahtıyla arkaik olanı, bir sisin ardında kaybolmaya ramak kalanı, zamanın tozunu bir arkeolog gibi dağıtıp, kadim bir taşın üzerindeki ayak izlerinin tozunu kaldırarak avuçlarımıza bıraktığı bilgiler ile hep canlılığını korudu. Kürtlerin yaşayan Heredotu idi. Herkesi sosyolojisi ile tanır, bilir ve geçmişteki yedi babalarına kadar sayardı.
Kirmanşah, Urmiye şehirlerini sıralar ve uzaklara bakarak eklerdi bir iç çekişle: ''Biz Berazî aşiretindeniz, oradan geldik, geçmişimiz orada, amcazadelerimiz hep orada'' der ve susardı derinlerde bir yerlere gömerek bakışlarını. Kızına Kurdê adını koyan, belki de sözlü kayıt anlatıcısının son mirasçısı bu çınar, eski bir taştan sızan bellek gibiydi. Buradan uzaklaşmadan, merkezden söz alarak diyebilirim ki bu söz ve anlam dünyasının içinden sızıp gelen, edebi ve yazı bilincim ile ilerleyen sürecin olmazsa olmazıydı bu isim. Sonradan edindiğim bir isim değil ailemin adı budur.
Bu sunakta küçük avuçlarıma bırakılan bir mektuptur ''Mexso Berazî Reşkon'' ismi. Bir halkın yazıya dökülmeyen, tarihinin bir belgesi, bir kaydıdır elimde duran. Görme çerçevesini biraz daha genişletmek gerekirse geçmiş zamandan gelen ve gölgesinde bizlere yer açan bu geleneksel sözlü tarih aktarıcısının bir dinleyicisi ve devralanı olarak, omzuma bir kuş gibi tünedi Leyla Mexso Berazî adı. Bu geçmişe ve tarihe bir selam olsun istedim.
"Yastığımda Kürtçe kelimeler..."
Şiirinde Kürtçe'ye hakimiyetin çok belli oluyor. Kürtçe imgeleri çok güçlü ve ustalıkla kullandığın bariz. Bunun temelini nereden aldığını düşünüyorsun?
Martin Heidegger ''dil varlığın evidir'' der. Kullanılan dilin varoluşsal soruları anlamlandırma ve algılamada çok önemli bir yeri var. Varlığın anlamına ilişkin olan bu öz ve gerçeklikte ben kendi anadilimin evinde ayaklarımı uzatarak yani rahat ederek oturuyorum. Varlığımı çok güçlü hissettiğim bir yerdir Kürtçe. Dilin imkânları ile güçlü imgeler kurulabilir. Dil ile zihnin sınırları genişleyebiliyor çünkü. Kürtçe çok kadim bir dil, bu imkânı bizlere sunuyor. Yanı sıra içine doğduğum söz dünyası ile kurduğum ilişki, bir taşıyıcı olarak şiirimi biçimlendiriyor. Babamın halası olan büyük halamın ve babaannemin, dünyanın çizdiği çemberlere aldırmadan, sınırsız bir hayatın kapılarını hikayeleri ile bizlere açan sözden kaleleri, orada, o anı yaşayan bizler için o söz ve imgeler başka diyarlara gitmenin, zamandan ve mekandan kopmanın birer anahtarı gibiydiler. Odun sobasının loş ışığı yüzümüzü ısıtıp aydınlatırken, merak ve heyecan içinde afallamış gözlerimiz ile başka yerlerde üşüyebiliyorduk mesela. Çocukluğa dair donmuş anların görüntüleri bir fotoğraf gibi kalır zihnimde benim, imgelerim belki de buradan besleniyordur ve şiirde yapmak istediğim hat üzerinden akıyordur.
Bir ırmağın akışı gibi sesten söze, sözden dile, dilden şiire akan bir anlam bütünlüğü bu. Dili nitelikli kullanmak o dilde düşünme kadar o dile bir çalışma mesaisi ayırma ile mümkün olabiliyor ancak. O dilin sözcüklerinin ruhunu sevmek, anlamlarını bilmek, neyi nerede kullanacağın ile ilgili bir fikir veriyor. Dili tanımaktan geçiyor bu. Ben Kürtçe'yi bu anlamda kelimeleri, sesi, ruhu ve ritmi ile seviyorum. Yastığımda Kürtçe kelimeler bırakarak kaldırıyorum başımı rüyadan. Ağzımda bir şeker ile nasıl konuşuyorsam böyle filizleniyor dilimin altındaki Kürtçe ses ve cümleler. Bunun yanında, Kürtçe benim anadilim ve Kürtçe'nin dışında hiçbir dilin konuşulmadığı bir ailede büyüdüm ben, bundan dolayıdır ki kendi doğal mecrasında yeşerdi.
Şiir türü dünya ile kurulan lirik bir ilişki olsa da kullanılan malzeme olan dili ve o dilin sözcükleriyle iyi geçinmek için iyi bir çalışma gerekiyor. Bu da okuma ile mümkün. Nitelikli yazınsal metinler buralardan çıkıyor kanımca. ''Şiire çalışma'' ve ''şiir disiplini'' dediğimiz kavram ile bu lirik bağın biraradalığı ile olabiliyor elbette. Özgün imgeler ancak dert edindiğin bir şey etrafında döndüğü sürece çıkabiliyor. Bende böyle gelişiyor, dert edindiğim, beni rahatsız eden durumun etrafında dolaşıyorum yazdıklarımla.
Şiir, huzursuz ve tedirgin etmeli"
Şiirinden sızanlar nelerdir?
Kendi çağımın tanığı ve yüzlerce yıldır varlığı ile ilgili bir hikâyesi olan halkın ferdiyim aynı zamanda. Bu öyküye ortak olmak, yazdığım şiir ya da öykülerden kopuk değil. İçeriden sesleniyorum. Şiirin gerçekliği içinde var olan samimiyet bunu kendiliğinden getiriyor zaten. Şiir ürkmez, ürkmemeli, aksine huzursuz ve tedirgin etmeli. Şiirimin tınısı yağmura, ovaya, yanmış süt kokusuna eşlik ederken, toplumsal hafızayı da kişisel bellek üzerinden aktarıyor. Yapmak istediğim şey de budur, yaptığım da budur. Bu anlamıyla kayıtlar tutuyorum diyebilirim. Kimlik, varlık, kültürel bellek ve hafıza, kişisel olarak beni kendine çeken ve ilgilendiren konular.
Kitabımın basılma sürecinde Avesta Yayınevi genel yayın yönetmeni ve sahibi sevgili Abdullah Keskin, modern Kürt edebiyatının önde gelen değerli şairlerinden ve benim de şiir dokusundan ve poetikasından çok etkilendiğim değerli şair Şêrko Bêkes ile şiirimi buluşturan ve ortak noktalarının olduğu ile ilgili bir değerlendirme yapmıştı. Bu benim için çok değerli ve kıymetliydi. Böylesi değerlendirmeler eleştirmenlerin işidir elbette, bunu işleyecek ve eleştirecek olan edebiyat tarihçileridir. Zaman kendi şairini vakti gelince görüyor.
Şunu söyleyebilirim; gerçeğe uygun olmayan bir bilgidir şiirin masumiyeti ve naifliği. Şiir hakikati, en dibi, en çelişkili olanı, en berbat olanı çıkarıp işliyor, işlemeli. Bacağı kesilen birine ağıt yakarak acımamalı şiir. Onun başka uzuvlarından saçılan tatminsizlik ve ezikliğin görüntüsünü de çekebilmelidir kaleminin flaşıyla. İşte o zaman bir şiir kumaşından söz edebiliriz. Benim şiirle yolculuğum bu hat üzerinden gidiyor. Şiirin herkes için farklı tanımları ve beklentileri vardır. Yaşamın karanlık yanlarına söz ile damlayan, toplumun ilerisi ile ilgili, sonsuz zamanda evrenle bağ kuran, en samimi ve içtenlikli söz diyebiliyorum şimdilik.
Her şiirin bir hikâyesi vardır, bu duymak ve duyurmak üzerinedir. Hayata söyleyeceklerim var benim ve henüz sözümü bitirmedim şiir üzerinden.
İyiliğe emanet ol!
Şiir kitabından bir şiirin hikayesi ya da anısını bizimle paylaşabilir misin?
''Emaneta Qenciyê''... Bu şiiri küçük bir anı ile paylaşayım. 2009 yılında Şırnak'ta çalışırken bir gün babam aradı. Hal hatırımı sordu. Telefonu kapatmadan önce her zamanki gibi ''Emaneta qenciyê keça min''dedi. Telefonu kapattım. Yanımda oturan arkadaşım sordu ''emaneta qenciyê''nedir, ne demektir? diye. Babamın en çok kullandığı, kültürel belleğinden süzülüp gelen bu deyiş ile bağ kurarken, modern dünya tarafında çok anlaşılmayan bir durum olduğunu fazlasıyla hissettim. Çevirince ''iyiliğe emanet ol'' gibi bir anlam çıksa da, özünde Kürtçenin derin ve güçlü hafızasından gelen ve gerçek anlamıyla ''iyiliği sana emanet'' ediyor. İyiliği koru, muhafaza et, ''iyilik sana emanet'' diyor.
Kelimelerin büyüsü
Sözcüklerle yakın bir ilişkin olduğunu ne zaman keşfettin? Şiir yazma merakın ne zaman başladı?
Şiir imgelerden oluşur, imgeyi de söz ile kurarız ve buradan inşa ederiz şiirin iç dünyasını. Her şair kendi dilini ve sesini kendisi yaratır kanımca. Bana öncesinde bir ritim, bir ses ile gelir şiir ve kendini yazdırır. Bazı sözcükler yan yana gelince birbirini parlatır ya hani, anlamı daha görünür kılar. Hele hele organik sözcüklere dair heyecanım, sözlüklerin söylediğinden daha çok şey söylerler. Sözlük okumayı ve dengbêj dinlemeyi çok severim bu arada, bu beni rahatlatıyor. Büyük halamın (babamın halası) anlattığı hikâyelerden çıkan sözcüklerin içeride yani yürekte ve zihinde önce sevildiğini fark etmem ile başladı merakım. Söz ağzından dışarı çıktığında kımıldayıp canlanıyordu sanki. Kelimelerin büyüsüne orada kapıldım.
"Yazmamak için bir neden yok"
Seni yazmaya motive eden nedir? Şiir yazarken nelerden etkileniyorsun? Nelere dikkat ediyorsun?
Yazmamak için bir neden yok. Yazmak için o kadar çok sebep var ki. Bu kaotik evrende bir anlam arayışı belki de. İnsan neden yazar? sorusunun cevabı herkeste farklı olsa da temele indikçe ortak bir sonuca varılıyor. Bu güdü, bilincin dışına taşabiliyor zaman zaman. Gerçek ise yakıcıdır, yüzünü yazara, şaire gösterir. Bilinenin söylenmesi değildir burada kasıt, bir itiraz olarak belirir. İtici güç budur benim yazınsal serüvenimde, yapmak istediğim budur şiirle. Buna yoğunlaşıyorum. Karanlık ve izbe bir sığınakta açılan bir penceredir şiir benim için. Burada hem nefes alabiliyorsun hem de söylemek istediğini söylüyorsun şiir aracılığıyla. Varoluşsal olarak insanın kendine bu denli yabancılaştığı, gerçeklik ile bağının koptuğu, her şeyin hızla çürüdüğü, ana dilin kullanımının bile toplumsal bir mücadele alanına dönüştüğü bir zaman ve çağ bu. Şiirim bu seslere kulak veriyor, dinliyor.
Üretimlerinde sana rehberlik eden ve /veya ilham veren kişi yada topluluklar var mı?
Elbette... Ailemden edebiyat ile ilgilenen kişilerin motivasyonumu güçlendiren, özgüvenimi artıran destekleri her zaman oldu. Babamın kız çocuklarına ayrı bir desteği her zaman var. Bana güveni ve sevgisi, edebiyatın dışında kurduğu içtenlikli iletişimi ve sağladığı olanaklardan güç aldım hep. Koşulsuz sevginin olduğu en korunaklı ve güvenli yerim onun gölgesidir. Orada dinleniyorum.
Coğrafyamızda en az okunan edebiyat dalının başında şiir geliyor ve şiir kitabı çıkarmak cesaret istiyor. Seni teşvik eden neydi?
Sadece yaşadığımız toplum ve coğrafyada değil, dünya ölçeğinde düşünülürse her yerde şiir türü az okunan bir tür artık. Dünyada az okunur oldu şiir. Oysaki şiir edebiyatın en kadim türüdür, az da olsa iyi bir şiir okuyucusu var. Şiire ilginin azalması elbette yazılmayacağı anlamına gelmiyor. Şiirin ortak bir kavrayış dili var, hangi dilde yazılırsa yazılsın.
Üzerinde çalıştığın yeni projeler var mı? Okuyucularımız için bilgi verir misin?
Daha çok okuyorum şu sıralar. İskeleti görünen, beliren yeni şiir dosyama yoğunlaşmaya çalışıyorum aynı zamanda.
(SA/AÖ)