Önceki hafta sonu, bir çeşit bağbozumu özelliği de taşıyan Meryem Ana Yortusu'nu kutlamak üzere, Vakıflı Köylülerle birlikte memleketlerine bir yolculuk yaptık. Yıllardır gazetelerden takip ettiğimiz bu Ermeni köyü, organik tarımı, halen yaşayan Arapça ve Türkçenin karıştığı yerel Ermenice lehçesi ve son seçimlerde bana göre dikkat çekici olan olan dokuz Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) oyuyla ilginçlik katsayısı oldukça artmış bir köydü.
Karışık duygularla gittim oraya, gittikten sonra kafam iyice karıştı. Sonuçta vardığım kanı, Vakıflı Köy'ün, Türkiye'deki sosyal, ekonomik, politik bağlamın dışında tutulamayacak kadar bunlar içinde örülmüş, ancak bütün bunlara bir de Ermeni nüfusu ve kendine has tarihi eklendiğinde, çok zor anlaşılacak bir yer olduğu… Bu köyün sıkça vitrin olarak kullanılışı, vitrinin kırılganlığını bilenler için biraz ürkütücüdür. Vakıflı ya da eski adıyla Vakıf Köy, Türkiye'nin Avrupa Birliği vitrini;. Bu vitrinin arkasında ise her zaman olduğu gibi keskin, gerçek hayatlar var, o vitrini darmadağın eden.
Vakıflı Köy, kalanların köyüdür. 1915'te, Hatay'ın Kebusiye (bugünkü adıyla Kapısuyu), Vakıf, Hıdır Bek (bugünkü adıyla Hıdır Bey), Yoğunoluk, Hablak (ismi iki defa değişir, Hacı Habibli ve Eriklikuyu), Bityas (bugünkü adıyla Batı Ayaz veya Teknepınar) ve Yezur (bugünkü adıyla Azir) köylerinin Ermeni halkı, Anadolu'da Ermenilerin başına gelenleri haber alıp kendilerini bu kaderden kurtarmak için dağa çıkma kararı alır.
Yedi köyden yaklaşık 4500 kişi Musa Dağ'a çıkarak 40 gün burada kalır. Sonunda bir Fransız gemisi tarafından kurtarılır ve Mısır'a, Port Said'e götürülürler. Dört sene burada yaşayan Hataylı Ermeniler, daha sonra köylerine dönerler. Ancak, henüz tercihler bitmemiştir Hataylılar için. 1939'a kadar Fransız egemenliğinde olan Hatay'ın bu tarihte Türkiye'ye katılacak olması yeni bir kararın eşiğine getirir bölgedeki Ermenileri. Gidecekler mi, kalacaklar mı? Sonunda, bir grup gitmeye karar verir. Gidenlerden bir kısmı Lübnan'daki Bekaa Vadisi'nde, Vakıflı'ya benzer, Ermenilerden oluşan bir köy kurar: Ayncar. Kalanlar ise, bugün Vakıflı denen köyde toplanır. Ne de olsa artık yedi köyü dolduracak nüfus yoktur.
Hataylı Ermeniler 40 gün boyunca dağda hayatlarını kurtarma mücadelesi vermelerini ve kurtuluşlarını anmak üzere bir anıt dikerler dağa. Onları kurtaran vapur da vardır anıtta; bir de, kaybedilen 18 kişinin mezarları... Musa Dağlı Ermeniler 80'li yıllara dek, yılda bir gün, Eylül ayında buraya gelir, ölülerine dua okurlar. Ancak 80'li yılların sıkıyönetimi bu anmaya tahammül edemez; anıtı yıktırır ve mezarları dağıtır. Anıt yıkılır, ama tarih insanların hafızalarına kalın çizgilerle kazınır.
Hatay'ın Türkiye'ye katılana dek dini liderliğiyle Antilias'a bağlı bulunan köylüler 1939 yılından sonra İstanbul Patrikliği'ne bağlanırlar. 1950'lerden sonra İstanbul Patrikhanesi ve İstanbul Ermeni cemaati köyle olan ilişkisini sıkılaştırır. Köylü çocuklar, çoğunlukla da erkekler, İstanbul'daki yatılı okula gelmeye başlar. Bir taraftan yurtdışına göç veren köy, bir taraftan da okumaya gönderdiği erkek çocukların köye dönmemesiyle, boşalmaya başlar. 1965'te yapılan nüfus sayımına göre, 120'si Vakıflı'da olmak üzere toplam 1000 civarında Ermeni yaşıyormuş bölgede.(1) Bugünkü Ermeni nüfusu ise, aşağı mahallelerdeki tek tük ailelerle birlikte, yaklaşık 200.
Köyün toplam arazisi 5500 dönüm. Ancak bu arazinin sadece 250 dönümü bugün Ermeni köylülerin toprağı. 200 dönümü Vakıflar Genel Müdürlüğü'nün ve Hazine'nin elinde, gerisi ise köyün kontrolünden çıkmış. Toprakların bir kısmı çevre köylerden insanların mülkü haline gelmiş.
22 Temmuz seçimlerinde Hatay'ın oylarının yüzde 48'i CHP'ye (%31) ve MHP'ye (%17) gitmiş. AKP'nin oy oranı ise yüzde 41. Vakıflı'dan da bu seçimlerde 9 MHP oyu çıkmıştı. Bu oyların nereden çıktığını sormak bile köyün artık tamamen bir Ermeni köyü olmadığını anlamaya yetebilir (MHP'li Ermeniler de var, hepimizin tanıdığı, ama onlar Vakıflılı değiller). Köyün kahvesinden eksik olmayan MHP seçmenini tanımak hiç de zor değil.
Hatay ve çevresinde Nusayri Aleviler, Arap Hıristiyanlar, Ermeniler, Yahudiler, Afganlar, Türkmenler ve Türkler yaşamakta. Musa Dağ'daki altı köyü tek tek gezdik. Altı köyden en büyüğü sayılan, eskiden Ermenilerin kalabalık bir nüfusa sahip olduğu Yoğunoluk, bugün bir Türkmen köyü. 1915 sonrasında "bölgeyi etnik olarak dengelemek için", Ermeni köylerine Türkmen köylüler yerleştirilmiş.(2)
Yoğunoluk'ta, grubumuzla dolaşıyoruz ve taş arıyoruz. Bizi bize hatırlatacak, bizi bizle ilişkilendirecek taşlar, yazılar. Grup birden bir yerde toplanıyor. Bir bakıyorsunuz, herkes koca evin bir taşının fotoğrafını çekiyor. Taşın üzerinde evin sahiplerinin adı ve yapılış tarihi yazılı. Sonra bir bakıyorsunuz, bir çeşmenin arkasına sıkışmış bir taşın üzerindeki yazıyı okumaya çalışıyor bir grup insan. Kendini arkeolojik kalıntılarda aramaya benzeyen bu tablo, karşımıza çıkan asıl 'manzara'yla, tarifi zor bir hal alıyor. Kocaman kemerleri olan bir kilise, üzerine alüminyum doğramalı pencereler eklenerek cami haline getirilmiş. 'Tanrı'ya giden yol birdir' mantığıyla yapılmış olduğunu düşünsek de, iki dinden avare yapı hepimizi sersemletiyor. O sırada etrafımızda dolaşan köyün çocukları, anlıyorlar bizde 'bir gariplik' olduğunu. Muhtemelen onlar hep üst kata gelenleri görüyorlardı, biz ise alt katın ziyaretçileriydik. Çocuklar şöyle diyor: "Buranın eski sahipleri gitmişler, evlerini de biz oturalım diye bize bırakmışlar."
Bugünkü adıyla Hıdır Bey köyünde, köy meydanında büyük bir çınar ağacı var. Ağacın üzerine Jandarma İl Komutanlığı'nın bir hediyesi asılı. 1923 yılında çekilmiş bir fotoğrafı büyütüp köye hediye etmiş Jandarma. İyi de etmiş. O resme bakan bugünün köylüleri ne düşünüyor acaba?
Hıdır Bey köyünde cami bile yokmuş 1980'lere kadar. Ezan saatlerinde hoca büyük bir kayısı ağacına çıkar, cemaate namaz saatlerini hatırlatırmış.
Hıdır Bey köyünün içinden bir kaynak suyu akıyor, bu su Vakıflı'ya da geliyor, tarlaları suluyor. Bu kaynak suyunun hizasında bir Rum kilisesi ya da manastırı bulunuyormuş. 1974'te, Kıbrıs çıkarmasından sonra burası bir gecede yıkılmış. Yani, Kıbrıs olaylarının yaydığı etnik düşmanlık dalgası Hıdır Bey köyüne kadar ulaşmış…
Vakıflı ve gençler
Kilisenin bahçesinde köyün gençleriyle buluşuyor, köyün bugününü ve yarınını konuşuyoruz. Vakıflı'nın dışındaki altı köyde bir tek Ermeni ailesi var bugün, o da Bityas'ta. O ailenin en genç üyesi, 16 yaşındaki Can Çapar. Can, "Ben sonuna kadar burada kalacağım" diyen tek genç, belki de hayat önünde yeni kapıları henüz aralamadığı için... 17 yaşındaki Karolin Kartun, köyde hiçbir fırsat olmadığını, eğitim için ya da başka bir yolla köyden ayrılmak istediğini ifade ediyor.
22 yaşındaki Linda Karakuş, daha önce iki kez yurt dışına gitmiş, yine gitmek istiyor ve buraya sadece emekliliğinde ya da yazları dönmek istiyor. 23 yaşındaki Hayko Kısadur, İstanbul'da veterinerlik okuyor ve yurt dışına gitmek istiyor. "Neden?" diye sorunca, "Evet, burası Türkiye'nin tek Ermeni köyü, bu gurur verici ama tatmin etmiyor" diyor. Ezcacılık okuyan 21 yaşındaki Lerna Kartun da, köydeki olanakların kısıtlılığından dem vurarak "Burada sadece bahçecilik yapılıyor, başka bir şey yok ki" diyor. Halihazırda köyde yaşayan ve Samandağ'da muhasebecilik yapan 27 yaşındaki İndra ise, gençler arasında köyde kalıp farklı bir yerde çalışan tek Ermeni kadın. O da "Kadınlar için fazla seçenek yok, ya evleneceksiniz ya da... Halimden memnunum ama, yerimizde sayıyoruz" diyor.
Gençlerin büyük çoğunluğu okumak için İstanbul'a gelmiş. İstanbul'daki cemaatle bağlantı kurarak bir nebze olsun yabancılık duygusundan kurtulmuşlar ve kendilerini en azından İstanbullu Ermeniler kadar rahat (!) hissedebiliyorlar. Ancak İstanbul dışındaki şehirlerde okuyanlar için durum daha zor. Örneğin 19 yaşındaki Sera Gülenay Eskişehir'de okuyor ve zaman zaman tepkilerle karşılaştığını söylüyor.
Gençler Vakıflı'da büyümenin kendilerine çok şey kattığını, bunun için çok mutlu olduklarını, şehirde kimsenin kendilerinin 'köyden geldiğine' inanmadığını söylüyorlar. Ancak bu mutluluk, geleceği düşündüklerinde bir kördüğüm halini alıyor ve 50 yıl sonra böyle bir köyün halen yaşıyor olmasının dahi bir mucize olacağını ekliyor gençler. Köyün geleceği olan gençlerin gitmesi ile köyün geleceğinin yitmesi arasında elbette doğrudan bir bağlantı var. Ancak Türkiye'de büyük şehirler dışında gençlerin, hele de Ermeni olarak, önünü açacak işler bulmasının zorluğu düşünüldüğünde, söylenecek pek bir şey kalmıyor.
Köyde konuşulan lehçe gerçekten çok ilginç. Arapça seslerin anlaşılmayı zorlaştırdığı yerel dil, yakın zamanda kayda alınıp üzerinde çalışılmazsa izi kaybedilecek.
Köyün gençleri dili ya az biliyor ya da pasif anlamaya geçmiş durumda, yani anlıyor ancak aynı dilde cevap veremiyorlar.
Meryem Ana Yortusu'nun kutlandığı Ağustos ayının ikinci pazarı, (ya da 15 Ağustos'a en yakın Pazar günü) köyün en şenlikli günleri. Hem –yurtiçinden ve yurtdışından– pek çok Vakıflılı, hem de köyün ve kutlamaların ününü duyanlar, köyü bugünlerde ziyaret etmeyi tercih ediyor. İskenderun ve Antakya'dan gelen Hıristiyan cemaatleri ve çevre köylerden ziyaretçilerle köy birden hiç alışık olmadığı bir doluluk ve coşku hali yaşıyor. Patrik II. Mesrob da, altı yıldan beri her Meryem Ana Yortusu'nu Vakıflı'da kutluyor.
Cumartesi gecesi, tüm köy halkı, eski okul binası önündeki bahçede toplanıyor. Davul zurna, halaylar, gençlerin Gökkuşağı Korosu eşliğindeki şarkılarıyla hem turistler hem de yerli halk yılın en büyük eğlencesini yaşıyor. Aynı gece, 150 kilo et ile 70 kilo buğday 7 kazanda pişmeye başlıyor, sabaha kadar çalışan köyün gençleri, 'harisa' yani keşkekin başında duruyor. Sabah yapılan ayinden sonra, Patrik Hazretleri önce üzümü, sonra harisayı kutsuyor ve demlene demlene pişen harisa, son buğday tanesi de bitene dek yüzlerce misafire dağıtılıyor. Etrafta bolca yerli ve yabancı gazeteci var. Birisi soruyor bize "Agop Gazetesinden misiniz?" diye. Bir diğer meslektaş araya sıkıştırıyor: "Keşkek aslında Alevilerin geleneksel yemeğidir."
Köylülerden...
Köyün en popüler ve medyatik simalarından biri, kuşkusuz Avedis Demirci. Yaşı konusunda çeşitli rivayetler dolanıyor. Köyün bir diğer yaşlısı Araksi Kadıyan'a göre, Avedis Amca kendisinden 2 yaş büyük, yani 92 yaşında. Avedis Amca ise 95 yaşında olduğunu, ancak nüfusa geç kayıt ettirildiğini söylüyor. Yaşının etrafındaki bu tartışmalar bir yana, Avedis Amca Musa Dağ'dan kurtulan ve ailesiyle dört sene Port Said'de yaşayıp geri gelenlerden. Osmanlıca, Ermenice, Arapça, Fransızca ve Türkçe biliyor. Türkçeyi sonradan öğrenmiş; "Abese bilirim, abece bilmem" diyor.
Araksi Kadıyan, 90 yaşında. 10 çocuğu olmuş. 1941'de kocasını "9 kura askere" almışlar. O yıllarda doğan çocukları mali sıkıntılardan, gıda azlığından hayatlarını kaybetmiş. 1946'dan sonra doğan altı çocuğu ise hayatta. Vadiye bakan evinde, kızı ve yazları gelen çocukları, torunlarıyla yaşadığı tüm sıkıntılara rağmen mutlu ve dinç bir yaşlı kadın. Yörenin tüm yerel türkülerini yorulmadan söylemesiyle ünlü. Bu keyfi tadan ender kişilerden olmak benim için mutluluk verici.
Kızı Mari Kadıyan, 70 yaşında, 1960'larda yaşadığı köyde feminist olarak nitelendirilebilecek 'Menfaatlerine Alet' başlıklı bir şiir yazmış. İzniyle, bu şiirden iki kıtayı alıntılayalım:
Bir küçük köylü kızı
İçinde yükselme hızı
Okuyacağım...
Kim okutmuş ki kızı
Bekle bekle okuyacaksın
Kardeşinle imtihan vereceksin
Okumazsan bile
Dikiş yurduna gideceksin
Türkiye'de bir köyde, yine 1960'larda, 'Köyümün Modasına' adlı bir şiir yazılmasının ne kadar dikkat çekici olduğunu göz önünde bulundurursak, Mari Hanım'ın bu şiirinden de bir dörtlüğe yer vermek gerek:
Musa Dağı'nda bir köy
Paris moda evlerine benzer
Dekolteler, ökçeler
Yol baylarını gezer
Araksi Kadıyan'ın, ailesiyle birlikte Almanya'da yaşayan oğlu Ayk Kadıyan, 12 Eylül döneminin karanlık günlerinin Vakıflı'daki birinci elden tanığı ve mağduru. Yaşadığı köyün yakın tarihine ilişkin söyleyecek çok sözü var Ayk Kadıyan'ın; kendi kaleminden, kendi diliyle yazılması şart olan...
Ohannes Mardiryan, 62 yaşında. 1960'larda İskenderun'da fotoğraf atölyesi varmış. Yezur köyünde elektrik bile yokken, ne yapıp edip köyde seks filmi oynatmış. Bunu 'yeniliklere olan merakı'yla açıklıyor Mardiryan. Haklı da; sonraları köye kuluçka makinesi getirerek modern tavukçuluğu da başlatmış!
Sonuç yerine
Vakıflı'yı sadece bir vitrin olarak görmek ona yapılan büyük bir haksızlık olur kanımca. Bu köyün, İstanbul'dan 1200 kilometre uzakta Ermenice konuşan halkıyla ayakta durması, bu ülkede sürekli yeniden üretilen resmi tarihin dikişinin neden tutmadığının somut bir kanıtıdır. Yani, Vakıflı halen ayakta durduğu için o resmi tarihin dikişi tutmaz, tutamaz. Ama salt bu gerçekliğe yapışıp ayakta durmaya çalışmak da ironik bir mağrurluk dışında bir şey üretmez.
Köy şartlarında gençlerin orada kalıp kendilerini köyün ayakta durmasına adamalarını beklemek ne kadar gerçekçi ve hakkaniyetli olur? Ama dünyanın neresinde yaşıyor olursa olsun, tüm Ermenilerin, Vakıflı hakkında söyleyecek bir sözü, yapacak birşeyi olmalı. Ayrıca Türkiye, eğer Vakıflı'yı en azından 'Türkiye'nin Ermeni köyü' olarak sunmaya devam etmek istiyorsa, Ermenilerin orada kalmalarını teşvik edici bir tutum sergilemeli. (TS/EÜ)
________________________________________________________
(1) Fulya Doğruel. "İnsaniyetleri Benzer". İletişim Yayınları, 2005, s. 31.(2) a.g.e., s. 31.