“Prenses de olsa temizlik kadın işidir.”
“Cadılar çirkindir ve nedensiz kötülük yaparlar.”
“Maceraya atılan kızların başına mutlaka bir iş gelir.”
“Kurtarıcılar daima erkektir ve kadınlar kurtarıcıları olmadan tutsaklığa mahkûmdur.”
Çocukluğumuzda dinlediğimiz "masum" masallar, "prenses" ve "prens"lere giydirilen rollerle kadın ve erkeğe dair kalıpları hayatımızda içselleştirmemize ne derece etkili oluyor? Yazar ve avukat Aslı Karataş, bu sorunun peşine düştü ve "Uyuyan Güzel Uyandı" isimli kitabı yazdı. Nemesis Yayınevi'nden çıkan kitap 93 başlık üzerinden masallardaki cinsiyetçiliğin izini sürüyor.
Kitap, masalların pekiştirdiği toplumsal cinsiyet rollerini eleştirel bir gözle ele alıyor, kahramanları uyandırıyor ve kendi sıfatlarını seçmelerini sağlıyor.
Yazar, "Kadınlar hangi fraksiyondan gelirse gelsin, ister liberal olsun, ister solcu olsun, ister muhafazakâr olsun, ister seküler olsun; cinsiyete dayalı ayrımcılık konusunda aynı gemide olduklarının farkındalar. Bu yüzden her saldırıda bir olup birlik olup birlikte mücadele etmeyi, omuz omuza durabilmeyi başarıyorlar" diyor ve ekliyor: "Bu da hareketi çok güçlü kılıyor. Ben inanıyorum ki dönüşüm yakın."
Yazar Aslı Karataş’la kitabı üzerine söyleştik.
"Herkesin rahatça okuyacağı bir kitap yazmak istedim"
* Bu kitabı yazma düşüncesi nasıl oluştu?
Uzun zamandır toplumsal cinsiyet, işyerinde eşitlik ve feminizm konuları üzerine okuyorum, yazıyorum. Önce bir blog açtım. Sonra bir instagram hesabı. Her ikisi de beklediğimden fazla ilgi gördü.
İnsanlar okumuyor sanıyoruz ama bir kısım insan hala ilgiyle okuyor. Fakat zaman yönetimi ve odaklanma probleminin kol gezdiği bir çağda yaşadığımızı düşünüyorum. Dikkatimiz kolayca dağılabiliyor.
Biraz da bu sebeple nitelikli ama kolay okunacak bir kitap yazmak istedim. Dijital içeriğin yanı sıra elle tutulur bir metnin ortaya çıkmasını istedim. Böylece bu kitabı yazma düşüncesi oluştu diyebilirim.
* Kitap için ne kadar zaman çalıştınız hangi kaynaklardan yararlandınız?
Kitabı yazmam aşağı yukarı bir senemi aldı. Fakat bir sene boyunca bu kitap üzerinde çalıştım demek ne kadar gerçekçi olur emin değilim. Kendimi bildim bileli, sanıyorum 13-14 yaşıma tekabül eder, feminizm üzerine okuyor, düşünüyor, konuşuyor, yazıyorum. Arka planda bir birikim var. Bu kitabın yazımı sürecinde de masallar ve toplumsal cinsiyet alanında ayrıca okumalar yapmam gerekti tabi.
Bir taraftan da bu kitabı yazmaya başladığımda 2.5 yaşında bir çocuğun annesiydim, bir şirkette hukuk danışmanlığı yapıyordum. Bu bir seneyi de kitap yazmak için tam zamanlı kullanabildiğim söylenemez böyle bakınca. Bazen kısıtlı zamanın daha verimli olabileceğini düşünüyorum bu hallerde.
Kitabın uzunca bir kaynakçası var. En kıymetli kaynak Melek Özlem Sezer’in “Masallar ve Toplumsal Cinsiyet” kitabı oldu benim için.
Defalarca okudum diyebilirim. Bu alanda daha çok okuma yapmaya da o kitap itti beni esasen. Akademide bu konuda yapılmış çokça çalışma var. Fakat başta da söylediğim gibi, benim niyetim bu içeriği yalnızca akademik çevrelere hitap etmekten çıkarıp herkesin rahatça okuyabileceği bir formata sokmaktı. Başardığımı da düşünüyorum açıkçası.
“Öğretmenler okul kütüphanesine koymak istiyor”
* Kitaba ilgi nasıl?
Kitabın talihsizliği küresel salgına denk gelmesi oldu. Kitap 8 Mart’ta online satışa çıktı. Daha raflarda yerini alamadan pandemi ilan edildi, dükkânlar süresiz kapatıldı.
Stand kurmayı düşündüğümüz paneller, söyleşiler, kitap fuarları iptal edildi. Bu anlamda şanssız olduğunu söyleyebilirim. Yine de online satışların daha çok rağbet gördüğü bu ortamda çok insana ulaşıyor. Öğretmenler okul kütüphanelerinde bulundurmak üzere satın aldıklarını yazıyorlar bazen, çok memnun oluyorum.
* Kitabın adı neden "Uyuyan Güzel Uyandı"?
Esasen “woke culture” dediğimiz, sosyal adalet arayışı bakımından “uyanış”a işaret etmesi benim açımdan çok cezbediciydi. Kitapta Uyuyan Güzel masalından da çokça alıntı var, bu masal da dâhil olmak üzere Grimm masallarının çoğunun feminist bir eleştirisini içeriyor.
Öte yandan masalların hep uyumadan önce okunduğunu, çocukları “uyutmak” için okunduğunu biliriz. Mecazi anlamda bir uyanışa da işaret etmesini istedim. Bu kitap masalların desteğiyle de bugüne kadar uyutulan bizleri uyandırmak için yazıldı.
"İçselleştirilmiş kapıları değiştirmek istedim"
* Kitap masalların pekiştirdiği bu toplumsal cinsiyet rollerini eleştirel bir gözle ele alarak kahramanları uyandırıyor ve kendi sıfatlarını seçmelerini sağlıyor. Bu yöntemi tercih etme nedeniniz?
Masallara hepimiz çok aşinayız. Gerek sözlü edebiyattan gerekse Disney’in filmlerinden hemen hepimiz bu masallarla büyüdük. Bildiğimiz bir konu. Herkese hitap edebilecek bir çıkış noktası bulmak hedefindeydim, masalları bu sebeple seçtim.
Ben sebuka’daki çalışmalarımda hukuktaki cinsiyetçi düzenlemeler, işyerinde cinsiyetçilik ve cinsiyetsiz ebeveynlik pratikleri üzerine çalışıyorum. Bu başlıkların hiç birinin herkese hitap ettiğinden söz edemem. Hukuki düzenlemeler zaten uzmanlık gerektiren bir alan, her şeyden önce hukuk bilgisi gerektiriyor.
Ücretli bir işte çalışmamış bir kimse ile işyerinde cinsiyetçilik pratikleri üzerinden konuşmak çok verimli olamıyor. Herkesin ebeveyn olmadığı bir ortamda, cinsiyetsiz ebeveynlik başlığı üzerinden toplumsal cinsiyeti konuşmak da yetersiz kalıyor.
Ama masallar öyle değil. Hepimiz masallarda anlatılanları biliyoruz, aynı masalları hepimiz dinledik. Hem masallarda hem hayatta maruz bırakıldıklarımızı karşılaştırmak birçokları için çok aydınlatıcı oldu. Masalları bir de küçük yaşlardan itibaren öğrendiğimiz için içselleştirmemiz de çok kolay oluyor. Tam da o içselleştirilmiş bazı kalıpları deşmek istedim.
"Bazı dönüşümler çok zaman alıyor"
*Sizin kendi hayatınızda bir kadın olarak uyandığınız ve tersine çevirdiğiniz anlar var mı? Neler?
Çok var. Ben kadınların ücretli bir işte çalışsalar bile ev işlerini ağırlıklı olarak tek başlarına yürüttükleri, çocuklara sadece annelerin baktığı, geleneksel bir aileden geliyorum.
Aslında çoğumuz için çok tanıdık bir aile. Herkesin kendi kapısının önünü öncelikli olarak süpürmesi gerektiğinden, evin çocuğu değil de yetişkini olduğum ailede bu rollerin adil şekilde dağıtıldığı bir yaşam kurmak istedim. Elimden geldiğince bunu geniş aileme de yansıtıp dönüştürmeye çalışıyorum. Şanslıyım ki dönüşüme oldukça açıklar.
Ev içi iş bölümünün adil dağılmasının hayatımın en somut kazanımlarından biri olduğunu söyleyebilirim. İlaveten ebeveynlik rolünün sadece annede bırakılmaması, babaların da sürece dahil olması ailemizde hayata geçirebildiğimiz bir pratik. Fakat toplum mutlaka buna bir tepki gösteriyor.
Kadınların da bu tepkiler sebebiyle mücadele azimlerinin zaman zaman kırıldığını düşünüyorum. Örneğin oğlumun kreşe başladığı ilk hafta benim de UNESCO tarafından düzenlenen bir haftalık bir akademik eğitim programım vardı. Eğitim evimize epeyce uzak olan Koç Üniversitesi’ndeydi. Sabahları erkenden evden çıkmam gerekiyordu o hafta. Kreşin ilk haftası oryantasyona ayrılmıştı ve çocuklar gerektiğinde yanlarına gidebilsinler diye velilerin de o hafta okulun bahçesinde olmaları gerekti.
Eşim o hafta bahçedeki tek baba olduğu için okulda bir anda tanındı. Ben okula gittiğimde biraz da kinayeli “sizi de göremedik ilk hafta” cümlelerini duydum, idarecilerden veya diğer velilerden. Bir taraftan “eşiniz çok ilgili bir baba” övgüleri tabi. O hafta bahçede olan annelerin böylesine övüldüğünü pek sanmıyorum. Babanın babalık yapması aşırı görülürken, annelerin her daim yetersizlik tehdidi altında olduğu alanlar buralar. Yılmamak lazım tabi.
'Umutsuzluğa kapılmamak gerek'
Bazı dönüşümler çok zaman istiyor, hızlı sonuç vermiyor. Fakat bazıları ise hemen sonuç veren ve esasen nihai sonuca önemli katkılar da sunan cinsten. Dilinden cinsiyetçi küfrü çıkarmak, yamacında cinsiyetçi küfür ettirmemek bunlardan biri mesela. Yine benzer şekilde “bilim adamı”, “iş adamı” gibi ifadeleri kullanmamaya özen göstermek, onun yerine “bilim insanı”, “iş insanı” demek önemli bir başlangıç noktası.
Ben hukuki danışmanlık esnasında İngilizce sözleşmeleri gözden geçirirken “he” yazan yerleri mutlaka “s/he” olarak değiştiririm mesela. Bunlar küçük küçük ama kendi içinde de anlamlı hamleler. Her zaman yapılabilecek bir şey mutlaka var. “Zaten her şey çok kötü” diye umutsuzluğa kapılmamak gerektiğini düşünüyorum.
"Masallar herkes için zindana dönüşebilecek roller barındırıyor"
* Masallar toplumsal cinsiyet açısından bize ne söylüyor?
Kitapta tam 93 tane başlık var masalların bu alanda söylediği “yalanlar”a dair. Aslında masallar da birebir geleneksel toplumun söylediğini söylüyor. Kadınlar güzel olsun, kadınlar itaat etsin, çocuklara bakım yükümlülüğü sadece annede kalsın, erkekler kurtarıcı şövalye olsun, ev işlerini sadece kadınlar yapsın diyor. Kitap masallardan örnek vermenin yanı sıra günlük hayattan da çokça örneğe sahip.
'Erkeklerin de mücadelede olması şart'
Masalların söyledikleri arasında önemli bir farkındalık yaratması gerektiğini düşündüğüm bir konu daha var. Kitapta da bu başlığa uzun bir bölüm ayırdım: Erkeklik halleri. Erkekler yiğit olsun, kahraman olsun, para kazansın, partnerini korusun diyor masallar. Erkeklere şefkat yerine cesareti öngörüyor masallar. Tam da bu yüzden aslında herkes için zindana dönüşebilecek roller barındırıyor.
Ben hamileyken kızım olacağını sanırdım hep, onunla ileride nasıl mücadeleler vereceğimizi düşünürdüm. Sonra bir oğlum oldu ve fark ettim ki aslında onunla da yer almamız gereken birçok mücadele alanı var.
Toplumsal cinsiyet rolleri dediğimiz kalıplar erkeği de önemli baskılar altında yaşatıyor. Hatta çoğu zaman bu beklentileri gereği gibi karşılayamayan erkeğin şiddete yöneldiğini görüyoruz. Sevgili bell hooks’un dediği gibi “feminizm herkes içindir”. Bu sebeple bu mücadelede erkeklerin de yer alması şart. Erkeklerin de kitabı okumalarını umuyorum.
"Güçlü ve bağımsız olabilen kadınlarla barışmak şart"
*"Karlar Ülkesi"nden "Elsa"
*Siz olsanız nasıl yazardınız bu masalları? Belki birkaç örnek verebilirsiniz?
Öncelikle kalıplardan arındırarak. En başta değişmesi gereken kalıp yargının prenseslik üzerinde toplandığını düşünüyorum. Masallarda alışkın olduğumuz prensesler hep çok güzel ve saf, başlarına gelen her şeye boyun eğen ve koşullarını dönüştürmek için herhangi bir adım atmayıp kurtarıcılarını bekleyen kadınlar.
Neyse ki artık değiştiğini gördüğümüz eserler de var. Örneğin son zamanların favorisi Karlar Ülkesi’ndeki kraliçe Elsa kendini çatışmanın merkezinde buluyor, ülkesinin güvenliği için bizzat mücadele ediyor. Kenarda kurtarılmayı bekleyen kırılgan kadın değil. Hala sarışın, zayıf, güzel ve zengin olması sebebiyle deşilmesi gereken çok yer var ama cesareti ve mücadeleyi kadın figüre aktarmış olması açısından bence anlamlı.
Öte yandan cadı prototipinin mutlaka değişmesi gerek. Masalların kötüleri hep kadınlar. Masallardaki cadı figürünün özelliklerine baktığımızda, kendi başına hareket eden, aile kurmayı tercih etmemiş, kedileri olan, bitkilerin dilinden anlayan bir kadın figürü görüyoruz. Tanıdık geldi mi bu figür? Fakat daha önemlisi bu cadıların başkalarının mutluluğuna tahammül edemeyen, nedensiz yere kötülük yapan insanlar olarak resmedilmeleri.
Bu figür saf kötülüğü temsil ediyor. Kadınların özgürleşmesine, güçlenmesine yönelik bir korku var. Bunu da cadı avlarıyla sönümlemenin yolunu arıyorlar. Masalların da körüklediği bu kadın nefretini dönüştürebilmek için cadılıkla, kadınların güç sahibi olmasıyla, bağımsız olabilmesiyle barışmak şart.
"Masallardaki ebeveynlik rolleri de sorunlu"
"Pamuk prenses ve Yedi Cüceler" Wilhelm Grimm, Jacob Grimm'in yazdığı masal 1812'de ilk olarak yayınlandı.
* Masallara bakınca kadın ve erkek rolleri nasıl biçimlenmiş?
Masalların bir makbul kadın modeli var. Boyun eğen, hatta biraz saf, kolay kandırılabilen, çok güzel, narin ve kırılgan, prenses bile olsa ev işlerinde anlayan, hamarat bir model bu.
Kimi Türk masallarında kahraman kadın karakterlere rastlasak da bu kadınların da evlilikle birlikte maceralarının sona erdiğini görüyoruz adeta. Shakespeare’in “Taming of the Shrew” eseri bile benzer bir gözle değerlendirilebilir. Kadınların bahsettiğim şekilde makbul modele uyması, uymamaları halinde de bir evlilik ve koca kontrolünde “terbiye” edilmesini öngörüyor masallar.
Benzer şekilde makbul bir erkek modelini de görüyoruz. Bu erkekler de korkusuz olmalılar, güçlü olmalılar, gerektiğinde ejderhalarla savaşabilmeliler, zengin olmalılar, mümkünse yakışıklı olmalılar. Erkekliği yeterli olmayan erkeklerin masallarda ödüllendirilmediğini görüyoruz.
Yedi Cüceler fiziksel yetersizliklerinden ötürü, avcı ekonomik sınıfından ötürü Pamuk Prenses’e layık değil mesela. Prenses mutlaka prensini bekliyor evlenmek için.
Güzel ve Çirkin’de, Güzel’in babası ailenin ekonomik refahını sağlama görevini yerine getiremediği için kızını bir canavara teslim etmek zorunda kalıyor. Erkeklere de esasen bir baskı aracı olarak yüklenen roller var.
İlaveten masallardaki ebeveynlik rollerini de çok sorunlu buluyorum. Bir anne güzellemesi var. Öz anneler hep çok iyi. Fakat bir de çok masalda karşımıza çıkan kötü kalpli üvey anne figürü var.
Üvey annenin kötülüğü karşısında babaların etkisiz kalması hiç deşilmiyor mesela masallarda. Babalar evin geçimini sağlamak dışında ev içi hiçbir sorumluluğu üstlenmiyor ve çocuklarına ebeveynlik yapmıyor. Bu da normalmiş gibi resmediliyor, eleştirel bir yan sunulmuyor. Halihazırda zaten kadınlar üzerinde var olan bu “iyi annelik” baskısının masallar aracılığıyla da pekiştirildiğini, babaların yine ebeveynlik sorumluluklarından azad edildiklerini düşünüyorum.
* Sizce masallarda nasıl bir dil kullanılmalı ki çocuklar toplumsal cinsiyet rollerinden azade bir şekilde bu masalları okuyabilsinler?
Açıkçası bu sorunun yanıtını edebiyatçılara bırakmak daha uygun olabilir. Ben naçizane politik eleştirel bir bakışla inceledim masalları ve Uyuyan Güzel Uyandı kitabı ortaya çıktı. Benim odaklandığım kısım kullanılan dilden ziyade, daha çok yaratılan karakterlerin özellikleri, başlarına gelenler, bu olaylara verdikleri tepkiler üzerinde toplandı. Bunları dönüştürdüğümüz zaman cinsiyet rollerinin de dönüşeceğine inanıyorum.
Bunu hayatın her alanına yaymak da çok önemli. Filmlerde, dizilerde, reklamlarda kimi hangi rollerde görüyoruz. Hangi cinsiyetteki kişilerin ne yaptıklarına maruz bırakılıyoruz, hangi hallerde hangi özellikleri güzelleniyor? Bunların üzerine giden çok kurum var, artık çok kaliteli içerikler de yayınlanıyor. Maalesef çoğunluğu yabancı kaynaklardan. Her şekilde önemli bir gelişim döneminde olduğumuzu düşünüyorum.
"Dönüşüm çok yakın"
*Son olarak eklemek istedikleriniz nelerdir?
Feminist hareketin bu dalgasında yaşadığım için çok mutluyum. Kim ne derse desin bu ülkedeki en güçlü muhalefetin kadın hareketi olduğunu düşünüyorum.
Kadınlar hangi fraksiyondan gelirse gelsin, ister liberal olsun, ister solcu olsun, ister muhafazakâr olsun, ister seküler olsun; cinsiyete dayalı ayrımcılık konusunda aynı gemide olduklarının farkındalar. Bu yüzden her saldırıda bir olup birlik olup birlikte mücadele etmeyi, omuz omuza durabilmeyi başarıyorlar. Bu da hareketi çok güçlü kılıyor. Ben inanıyorum ki dönüşüm yakın.
Aslı Karataş hakkında Karataş kendisini web sayfasında şöyle anlatıyor: 3 kız çocuklu bir ailenin ortanca kızı olarak Kocaeli'nde büyüdüm. Koç Özel Lisesi'nde yatılı okuduktan sonra Koç Üniversitesi hukuk fakültesinden mezun oldum. İstanbul Barosu'ndan avukatlık ruhsatımı aldım. Ardından Galatasaray Üniversitesi'nde yüksek lisans yaptım. GSU mezuniyetinde kep atarken oğluma 6 aylık hamileydim. Feminizm ergenliğe girdiğimden beri hayatımda. Hukuk fakültesinde öğrenci olduğum yıllardan bu yana haricen çeşitli sivil toplum örgütleri ile dayanışma içinde çalışıyor ve çeşitli projeler yürütüyorum. 2016 yılında anne olduktan sonra annelik de gündemime girdi ve bu konular üzerinde düşünmeye, yazıp çizmeye başladım. Avukat, anne, aktivist ve çeşitli diğer bütün kimlikleri bir arada taşımaya çalışıyorum. |
(EMK)
* Manşet Görseli: Sivil Sayfalar, haber içindekiler sosyal medya