Öyle ki düş gerçek, gerçek oyun, oyun ütopya... olurken bir takım insanlar geçmişi ve şimdiyi demleyemeden ölecekler. Ne mutlu homo sapiens!
Büyük kapılar ve onlarca başka büyük kapılar ve yeniden kapısız onlarca gotik salonu geçerken, avluların süslemeleri içinde yitikleşmeye başlayan hayal, yine yeniden o yerle, iç mekanın kapısı ile karşılaşacak.
Ruhlarda korkunç esrime! Bozulmamış kadife bir yatak ve pencere dibinde cennetin son pandorası. İşte yazmak o esrimenin içindeyken bir çocuğun yapamayacağı varoluşsal bir gerçeklik, ama yine de mermer saraylar çocukların oyun bahçesi olamayacak kadar küçük. İşte bütün bunlardan daha fazlasından dolayı yazmak, çocukluktan kalan yaşanmamış bir esrimenin çabayla işlenmesinden başka bir şey değildir.
Her insanın kendini gerçekleştirmesi bu dünyada nasıl olanaksız görünmekteyse, (bir takım) insanların da yazma yoluyla kendini gerçekleştirme çabası yeniden geçmişin yolculuklarını, oradaki gel gitleri ve şimdideki demlenmeleri yaşamadan olgunlaşamayacaktır. Ne mutsuz homo sapiens sapiens!
* * *
Nazım Hikmet'in ölümünden hemen sonra büyük ozan Louis Aragon'dan bir dergi Nazım hakkında bir yazı yazması için istekte bulunuyor. O da üç gün sonra şöyle bir yazı yazıyor:
"Hayır, olmaz, yazamam, rica ederim, şimdi olmaz. Bırakın benim için bütünüyle ölsün, yoksa daha önce, hapishanenin, hastalığın, yaşlanmanın etkileyemediği bu altmışlık delikanlı, bu sarışın boğa taptaze yaşadığı sürece yazamam. Şimdi olmaz. Daha sonra. Söz veriyorum, yazacağım, hem de bu dergide daha başka bir konuda: ölümünden değil, yaşamından söz edeceğim."
Evet, dost ve Nazım yoldaşı Aragon böyle diyordu, Nazım'ın "uçsuz bucaksız hayat"tan dev bir çınar gibi ayakta devrilerek aramızdan ayrılması karşısında. Her dostun dostuna karşı biraz sitem ve biraz da hayranlıkla olan serzenişi gibiydi yazdıkları.
"Bundan on sekiz yıl önce hapishanede, büyük Türk gizemcisi Mevlâna Celâleddin ya da İranlı Ömer Hayyam gibi yazdığı şu dörtlüğün bir falcılık olmaktan çıktığını anlayacak kadar zaman bırakın bana:
"Paydos - diyecek bize bir gün tabiat anamız,-
'gülmek, ağlamak bitti çocuğum'..!
Ve tekrar uçsuz bucaksız başlayacak:
görmeyen, konuşmayan, düşünmeyen hayat..."
* * *
Bir kaç gün oluyor, duydum, yazar olarak bir insan ölmüş: Ulus Baker. Hiç kendisiyle karşılaşmadım. Oysa karşılaşabileceğim kadar yakındı, yıllardır tanıdığım arkadaşlarımın arkadaşıydı, çat kapı bir mesafedeydi. Olmadı heybetinden korktum. Ardından konuşmak istemiyorum, çünkü hem karşısında hiç konuşamadım hem de bir yazarın ardından konuşmayı değil yazmayı tercih edenlerdenim.
Çünkü onların kaderi yazmaya başladığı andan itibaren toplumdışı bir toplumsallıktan, okurunun ruhu da toplumsal bir toplumdışılıktan beslenir. Böylece yazar yazarken kendine gömdüğü toplumsalın yalnızlığından topluma, okur da kendine gömdüğü yalnızlığın toplumsallığından yalnızlığa gider. Ortaya birbirine dokunan hem tekillikler hem de toplumsallıklar çıkar.
Bir yazarı anlamanın en içten yollarından biri yazarla bu zıt yolları karşılıklı arşınlamaktan geçer. O zaman tanışıklık katmerleşir ve yazar için okur okur için yazar, ikisi için hayat anlam kazanır. Ne mutlu yoldaşlık kazanana.
Orhan Veli yazılarından birinde şöyle der: "Her şey birdenbire oldu". Evet sevgili Ulus, hayatımızı bu derece fazla rastlantıyla yaşadığımız için birdenbire yitmek kaderimiz olmaya devam ediyor. Bu yitişler birbirimize ve yoldaşlıklarımıza küçük aşınmalar armağan ediyor ve dünya büyüdükçe biz küçülüyoruz, oysa bu dünyanın her yeri bizim içindi, unutmadım sözlerini, sen de unutma gittiğin yerlerde...
* * *
Elbette şimdi sorunuz daha büyük bir yumak, hayır abartı değilse çığ kabul edilsin! Gelmeyin kalem oynatmayı öğrenmiş çocukların üstüne, herkesin vardır yoldaş, yol arkadaşı olan küçük dünyasına sığmayan bir Nazım'ı, Ulus'u.
Unutmayın! Mezarlıklar soğumadan ruhun üşümesi bitmez. Bağışlayın, geçmiş ebedi bir dönüş içinde olmasa da üzerinden basılarak geçilecek bir yer değildir.
Şimdi yazamam. Mermer duvarlı kocaman kapısız odalardan, süslemeli salonlardan denize uçmak göğe dalmak istiyorum.(GGT/EÜ)
* Gonca Gül Taşçı, felsefe grubu öğretmeni