Birinci hikayemizin kahramanı dört yıllık lisans eğitimini İngilizce mecburiyeti yüzünden zorlukla tamamlamıştır. Birinci sınıftan itibaren aldığı dersleri geçmiş ancak İngilizce kabusu ile dört sene tekrar tekrar yüzleşmek zorunda kalmıştır. Son sınıfta ortaokul arkadaşının onun yerine sınava girip dersi geçmesine kadar devam etmiştir bu tek taraflı ve İngilizce kazananlı düello.
İkinci hikayemizin kahramanı yine dört yıllık lisans eğitimini başarılı bir şekilde tamamlamış ancak Guiness'e girecek performansı sergileyemediği için vekil öğretmenlikle yetinmiştir. Ya da iş aynı, hatta belki daha yoğun olmasına rağmen daha düşük ücretle yetinmiştir desek daha doğru olabilir.
Her iki hikaye de kendi içinde ilginçtir. Ancak ilginçlik hikayelerin devamında tavan yapar.
Birinci hikayemizin kahramanından öğretmen açığından dolayı kendi branşının yanı sıra bir başka derse daha girmesi istenir. İpucu olarak olayın Türkiye'de cereyan ettiğini söylersem sanırım herkes bu dersin "İngilizce" olduğunu tahmin edecektir. Yani dört yıl boyunca sınavını veremediği bir dersten sınava alacaktır öğrencileri!
İkinci hikayemizin kahramanı "Sanat tarihi" mezunudur ve geçtiğimiz eğitim-öğretim döneminde "Tarih", "Coğrafya" ve "Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi" derslerine girmiştir. Akşam çalıştığı konuyu sabah öğrencilerine anlatmıştır diyelim de, daha da somutlaşsın okuduklarınız. Şu sıralar akşamları kim bilir hangi dersleri çalışıyordur!
Gelelim sistemin kendini yeniden ürettiği çarklardan bir başkasına. Her ne kadar ellerinden geleni yapsalar da söz konusu öğretmenlerden ve hikayesi benzer nice öğretmenden ders almakta olan öğrenciler bünyelerinin kaldırmakta zorlanacağı çeşitli sınavlara girecekler yakın gelecekte.
Ve yaşıtlarıyla -belki de eşit oldukları tek değişken- boy ölçüşecekler. Bir kısmı elekte kalacak ve devam edecek, gerisi sistemin kurbanı olacak. Elekte kalanların bir kısmı da sonraki aşamalarda "kurban"ı oynayacak. Çünkü başından beri bir eşitsizlik kol gezmekte ve bu hain doğası gereği hep pusuda bekleyecek "bir tarafı eksik"leri ters köşe yapmak için. Belki dört yıl boyunca bir İngilizce dersi sınavında, belki OKS, ÖSS, KPSS, VS.de; belki 7/24'ün herhangi bir diliminde.
Kesin olan bir şey varsa o da şu ki; bu sondan kurtuluş yok; en görünürde en yürek burkutucu şekilde bir gün mutlaka yüzleşeceğiz onunla. Ve daha acı olan sadece boş geçen veya az önce bahsettiğim şekilde doldurulan (!) derslerle ilgili bir eksiklik olmayacak bu. Pek çok imkandan yoksun, sosyal etkinliklerden mahrum bir yetişmişlik/yetişememişlik de bir başka yüzü olacak gerçeğin.
Bu aralar bir ekinoks yaşayacağız. Bir başka deyişle gece-gündüz süreleri "eşit" olacak. Birbirlerine zıt da olsalar, biri varken öbürü olmasa bile senede iki kere birbirlerine eşit uzunlukta oluyorlar. Üstelik değişmeli bir şekilde birbirlerine saatlerce fark attıkları bile oluyor. Ve bundan herhangi bir rahatsızlık bile duymuyorlar. Ancak "öteki"ler olarak eğitim sistemimizin bazı yerlerinde ne yazık ki sürekli üstü kapatılmamış rögarların içerisinde buluyoruz kendimizi ve "hiç" bir an eşit olamıyoruz. Bırakın birilerinin ilerisinde eğitim olanaklarıyla donatılmışlığı, bunun kıyısından bile geçilmiyor pek çok "öteki" okulda. Yine de acaba nasıldır eğitimde fırsat eşitliği? Hani senede iki değil bir kere bilsek nasıl olduğunu belki hiç de imrenilecek bir şey olmadığını (!) göreceğiz ve kendimizde arayacağız kusuru!
Diyeceğim o ki ya eşit muamele görelim ve mevcut videomuz yenisi ile değiştirilmek üzere YouTube'dan çıkarılsın ya da ne halimiz varsa görelim ve videomuz tıklansın da tıklansın, utancımızı izleyelim hep beraber.(ÖÜ/EÜ)
* Özay Ünsal, Boğaziçi Üniversitesi, yüksek lisans.