Anne tarafımın hikayesi ise farklı, biraz anormal ama bu nedenle ihmal edilmesi gerekmiyor. Annemin babası, ailesi önünde, hamile karısı (yani benim büyükannem) ve yaşları 2 ile 8 arasındaki dört çocuğun gözleri önünde idam edilmiş. Dedemin bir iş arkadaşı varmış Hacı Halil.
Dedeme, başına gelecek kötü bir durumda tüm bir aileye bakacağını, gözünün arkada kalmaması sözünü vermiş. Tahmin edilebilecek felaketlerin en kötüsünden bile daha dehşetli olan bu felaket meydana geldiğinde ise Hacı Halil sözünü tutmuş ve evinin çatısında bizim aileyi tam bir yıl boyunca saklamış. Ailenin saklandığı yer lojistik bakımdan oldukça tehlikeli imiş.
Anneannemin yeğeni de dahil toplam yedi kişi imişler çatı katında. Kimsenin dikkatini çekmeden yedi kişi için alış veriş yapmayı, her gün, bir sonraki geceye yetecek kadar yemek hazırlamayı Hacı Halil aylarca yapmış. Arada bir, iki karısını ve hizmetçilerini akrabalarına yollayarak saklananların aşağıya inmesini, elbiselerini yıkamalarını ve banyo yapmalarını da sağlamış.
Çocuklardan ikisi öldüğünde onları da gizlice gömmüş. Tüm bunları yaparken çok büyük riske girdiğini biliyordu Hacı Halil. Üstelik hizmetçileri ne yaptığından haberdardılar ve eğer yakalansaydı onun da kaderi Ermenileri bekleyen kaderle aynı olacaktı.
Ben kendi kuşağımın, amca ve teyzeleriyle birlikte büyüyebilen çok az çocuğundan birisiyim.
Tüm bunlar bana hep Türk Hacı Halil'i hatırlatıyor. Tanrının rahmeti onunla olsun. Daha sonra Halep ve Beyrut'ta Ermenilerin yoğun olarak yaşadıkları bölgelerde büyüdüm, okula gittim, Zavarian hareketi gibi örgütlere katıldım.
Özgür ve Bağımsız Ermenistan rüyası ile Türkler tarafından yapılan Soykırımın kabusu, gördüğüm eğitimin iki temel direği idi.
Hem Ermeni örgütlerinden hem de hayatta kalanlardan Türklerin insanlık dışı yaratıklar olduklarını öğrendim... Ama Hacı Halil'in anısı benim bilincimin bir parçası idi ve ben bu insancıl Türkün, onun ailesinin varlığının bende yarattığı ikilemi bilerek büyüdüm.
Ben de içselleşmiş olan bu ikiliğin bana öğrettiği bir gerçek var. Gerçeklik ve adalet o kadar kolay değil, bu mutlaka araştırılmalıdır...
Elimi buradan Türkiye'nin insanlarına uzatmak istiyorum. Hatırlamaları için rica ediyorum; bir zamanlar devletleri (Osmanlı TA.) belki katiller tarafından yönetilmişti ama onların Hacı Halil'leri de vardı.
Jenosit gerçeğini kabul etmek, üzüntüyü dile getirmek bu sonuncuların anısının şerefine yakışan şey olacaktır. Bizler arasındaki iyileşme süreci de belki böyle başlayacaktır..."
1995 Nisanında, Erivan'da, "Ermeni Soykırımının 80. Yıldönümü" nedeniyle düzenlenen Uluslararası bir Sempozyuma katılmıştım. Yukarıdaki konuşmayı, Sempozyumun düzenleyicilerinden, Zoryan Enstitüsü Başkanı Creg Sarkisyan, toplantıyı niçin desteklediğinin gerekçesini açıkladığı kapanış konuşmasında yaptı.
Ertesi gün, Ermeni Kırımının sembolik başlangıç tarihi olarak kabul edilen 24 Nisan'da öldürülenler anısına yapılan anıtı ziyaret ettikten sonra Eçmiyazin'e gittik. Burası Ermeni Kilisesinin merkezidir. Tarihi mimari yapılar bloğundan oluşan bu merkezde bir ayin düzenlenmişti.
Tablo çok etkileyici idi. Yüzlerce insan ellerinde çiçekler ve mumlarla kiliseye giriyorlar, ayini izliyorlar ve öldürülenlerin anısına mum yakıyorlardı. Bir koro sürekli çeşitli parçalar okuyordu.
Biz, ayini, Sempozyuma katılanlar için ayrılan özel bir yerden izliyorduk. Creg Sarkisyan yanıma geldi. Elimden tuttu, beni mum yakan kalabalığın arasına soktu. Elimi bırakmadan bir mum yaktı ve kulağıma eğilerek "Hacı Halil'in anısına" dedi.
Yanan mumu kumun içine beraberce koyduk.
24 Nisan günü, idam edilen, öldürülen, aç bırakılarak veya hastalığa tutularak imha edilen yakınları anma günüdür. Ölenlerin hatırlandığı böyle bir yerde beklenen, en azından o an için, öldürenlere karşı biraz soğukluk duyulması, onların hafif bir öfkeyle anılmasıdır.
Ama Hacı Halil'in hayatı ve yaptıkları Sarkisyan için öylesine önemiydi ki, o benimle birlikte Hacı Halil'i hatırlamayı ve onun anısına bir mum adamayı daha önemli bulmuştu.
Olay çok ani ve çabuk olmuştu. Yaptığım şeyin anlamının farkına ancak otele döndüğümde vardım. Eçmiyazin'de, Ermenilerin en kutsal kilisesinde, bizim resmi tarih yazımında, "fesat yuvası" olarak tanımlanan yerde, resmi Osmanlı istatistiklerine göre öldürülen 800.000 kişinin anısına yapılan bir ayinde, bir Müslüman, Urfalı bir Hacı için dua etmiştik.
Bu olağanüstü bir şeydi. Uykum kaçtı, ağladığımı hatırlıyorum. Sarkisyan'ı aradım. Gecenin saat üçüydü. O da uyuyamamıştı. Hacı Halil'in anısını yaşatmamız gerektiğini söyledim. Bu olay bir tek bende kalmamalı, herkes bilmeliydi.
* Taner Akçam: insan Hakları ve Ermeni Sorunu, imge Yayınları, 1999 Ankara, Önsöz