*Fotoğraflar: Cevdet Acu.
Makalenin İngilizcesi için tıklayın
Aralık 2019'da Çin'in Wuhan şehrinde başlayıp nerdeyse tüm dünyayı etkileyen koronavirüs krizinin negatif yan etkilerine daha önce hiç adımımı atmadığım ve dilini dahi bilmediğim bir coğrafyada hazırlıksız yakalanmıştım.
Evet, üçüncü ve son cemrenin suya düşmesinden iki gün sonra; yani 8 Mart 2020 tarihinden itibaren Ürdün'ün başkenti Amman'da gönüllüden zorunlu kalma statüsüne evrilen ikametgâhıma devam ederken, yağmurun bardaktan boşalırcasına yağıp yeryüzündeki kötülüğü temizlemeye çalıştığı bir günde kaleme alıyorum bu yazıyı.
Oysa buraya sadece iki haftalık yapmam gereken bir iş için gelmiştim. Tüm planlarımı ve hatta giyecek elbiselerimi bile ona göre ayarlamış; altı üstü iki hafta kalacaktım.
Ürdün'e geldiğimde sadece vücudunuzu değil aynı zamanda ruhunuzu da ısıtan güneş henüz ortalıkta pek görünmüyordu; çünkü o aralar yerkürenin başka bölgesindeki insanların canına can katıyordu. Güneş, aynı zamanda parıltısıyla onlara umut oluyordu; çünkü güneş aydınlık, aydınlık da umut demekti.
Ancak vakit geçtikçe güneş o yöredeki insanların da sıcaklığını yanında getirerek her gecenin sabahında Amman'da yeri ve göğü aydınlatmaya başlar.
Salgının ne zamanı, ne yeriydi
En nihayetinde Ürdün'de mevsimlerin en güzeli bahardan yaza geçiş dönemindeyim; zaten her şey zamanında ve yerinde güzeldir.
Peki ya bu ölümcül korona krizi?
Amman'da ne zaman korona krizi ve bu krizin ortaya çıkardığı sonuçları mülahaza etsem, Ahmet Telli'nin bir şiirindeki "yanlış adresteydik, kimsesizdik belki" dizesi aklıma geliyordu.
Kısacası; hayatımda ilk defa geldiğim bir mekânda bu salgının ne zamanı ne de yeriydi, ancak hayat işte her zaman arzulandığı gibi gitmiyor.
Dürüst olmak gerekirse, salgın sürecinin en başlarında bu ölümcül yeni virüsü yeteri kadar dikkate almıyor; hatta insanların bu krizi biraz abarttığını düşünüyordum.
Ben ve benim jenerasyonumdaki insanların daha önce bu kadar kitlesel anlamda hemen hemen dünyanın her yerinde görülen öldürücü bir virüse şahit olduğu tek alan, izlemiş olduğu bilim kurgu filmlerindeydi.
Belki de en romantik haliyle, içimizden bazılarının da izlemiş olduğu "Kolera Günlerinde Aşk" filmindeydi; reel hayatın içinde değil.
Genç yaşıma rağmen büyük sosyal veya siyasi kriz(ler)e tanık olmuştum, ancak bu krizlerin hiçbirisi şu anda olduğu gibi dünyanın neredeyse her yerinde aynı anda gerçekleşmemişti.
O yüzden de korona krizinin ilk günlerinde bu yeni virüse ve onun ortaya çıkarmış olduğu sosyo-ekonomik kriz sürecine yabancı birisi olarak biraz kuşkuluydum.
Ancak aradan zaman geçtikçe bu yeni virüsten kaynaklı hızla artan ölüm oranları ve virüsün yayılımını engellemek için alınan sert önlemler beni bir ikileme sokmuştu.
Her sokağa çıkışta ikilem
Amman sokaklarında bu "yeni hayatın" demirbaşları arasında sayılan yüzümde maske ve ellerim cebimde yalnız başıma dolaştığım anlarda hemen hemen her market ve fırın önünde gördüğüm uzun kuyruklar, market önlerindeki itişmeler, sıra için tartışmalar, ve insanların yüzlerinde çok açık bir şekilde görülen korku ve tedirginlik hali beni bazen içinden çıkılmaz bir girdabın içine sokuyordu.
Bu süreçte Amman'da sokağa her çıktığımda, Çinli bilge Chuang Tzu'nun "rüyamda bir kelebek olduğumu mu gördüm, yoksa şu an insan olduğunu düşleyen bir kelebek miyim, bilmiyorum" ikileminde hissediyordum kendimi. Kısacası, ben benliğimden çıkmıştım artık.
Ürdün'de sokağa çıkma yasakları başlamadan hemen önceki gün, sokaklarda az da olsa her biri korku ve tedirginlikle usulca adım atan erkek kadın her yaştan insanlar görüyordum sürekli.
Tüm bunlara ek olarak, Ürdün'den ayrılmam için çok geçti artık; çünkü Ürdün hükümeti yeni tip koronavirüsün yayılımını engellemek için apansız aldığı bir kararla tüm hava, kara, ve deniz yollarını kapatmıştı.
Ülkenin en tepedeki yetkilisi Kral Abdullah'tan emir gelmiş; Ürdün'de dört gün dört gece kimse evinden dışarı adımını dâhi atmayacak denilmişti. Evet, Ürdün hâlâ krallıkla yönetilen Orta Doğu ülkelerinden birisidir.
Sokağa çıkış yasağının başlamasını yetkililer, 21 Mart 2020 tarihinde, tanyeri ağardıktan hemen sonra sabahın tam yedisinde ülkenin tüm sınırları içerisinde uçsuz bucaksız çöllerde bile duyulabilecek siren sesiyle duyurdular.
Tarihin en karanlık dönemlerine de tanıklık etmiş ve binlerce yıldır hâlâ dimdik ayakta duran İslam'ın kayıp kutsal kenti olduğu iddia edilen Amman'a 200km uzaklıktaki kadim Petra şehri, kim bilir en son ne zaman böyle bir siren sesini duymuş ve hüzünlenmiştir.
En nihayetinde Petra onlarca değişik halk topluluğuna ev sahipliği yapmış gizemli bir sevda şehridir.
Dünyanın en sert korona krizi önlemlerini uygulayan ülkelerden biri olan Ürdün'de bu uygulamalar sorunsuz bir şekilde yürütülsün diye Kral, yazılı belgelerde var, ancak pratikte olmayan Ürdün Başbakanına Ulusal Savunma Kanununu kullanma yetkisi vermişti.
Bu şekilde yaşadığım şehir bir anda kuş uçmaz kervan geçmez bir görüntüye bürünmüştü. Milyonlarca Filistinli ve Suriyeli göçmene ev sahipliği yapan Ürdün'de, artık göçmen kuşların bile ülkeye girmesine veya ülkeden çıkmasına izin yoktu adeta.
Her şey yerli yerinde kalacak, hiç kimse ilgili bakanlıktan özel izin almadığı müddetçe evinden dışarı adımını atamayacaktı. Resmen her şey irademin dışında ve hiç planlamadığım şekilde art arda geliyordu.
Bu şekilde, Ürdün'de kalma zorunluluğum gayri ihtiyari bir şekilde başlamış oldu.
Yapal illüzyondan kaçış noktası
Şu ana kadar milyonlarca insanın devasa şehirlerin yapay illüzyonundan kaçıp, özellikle gece yıldızları seyretmek için gittiği dünyanın en hayranlık verici çöllerinden biri olan Wadi Rum ara ara çıkardığı kum fırtınaları ile yalnız bırakılmaya olan itirazını kendi dilinde ifade ediyor, bu itirazı araçla yaklaşık dört saat uzaklıkta olan Amman semalarına kadar toz şeklinde ulaşıyordu.
Yüzey şeklinden dolayı "Ay Vadisi" olarak da adlandırılan Wadi Rum'un kendi dilinde gözyaşlarını gönderdiği Amman'da bu salgın sürecinde, tüm bu olup bitenlere karşı elimden ne gelir, hiçbir şey.
Sadece bir gün her şey olağan akışına dönene kadar sabırla beklemekten ve pozitif düşünmekten başka çarem yok. En nihayetinde mutluluk var olan koşullardan ve yaşam tarzından ziyade, biraz da hayata bakış açınla ilgilidir.
Tüm bu süreçlerden dolayı ben de çoğu insan gibi bugüne kadar sürdürdüğüm yaşam şeklimi ve alışkanlıklarımı değiştirip "yeni hayata" adapte olmak zorunda kaldım.
Her gün olmasa da iki günde bir gece yarısında kaldığım evin terasına çıkıp kimsesiz yalnızlığımı gökte parlayan yıldızlarla paylaşıyorum; bazen neredeyse tüm şehri ve geceyi aydınlatan dolunay da eşlik ediyor sohbetimize.
Ben onlara kimseye söyleyemediklerimi yani içimdekileri haykırıyorum, onlarda bana koronavirüs salgınından dolayı azalan çevre kirliliğini ve bunun sonucunda daha rahat nefes aldıklarını tebessümle söylüyorlardı.
Kısacası, bu korona krizi kimimizin derdi kimimizin de devası olmuştu. Kim bilir belki de tüm bu korona krizi ekosistemi biraz da olsa düzeltebilmek içindi.
Son olarak, şu an güneşin sofrasında dünyanın en eski yerleşim yerlerinden birisi olan ve bu anlamda muhtelif halklara ev sahipliği yapmış kadim Amman şehrinde, karanlığın en karanlık olduğu noktanın hemen sonrasında ortaya çıkacak olan aydınlığın pırıltılarını dört gözle beklerken, küçük bir tavsiye ile yazımı sonlandırmak istiyorum.
Zamanımızın çoğunu evde geçirmek zorunda kaldığımız şu salgın günlerinde; sinema tarihine damgasını vurmuş ve günümüzdeki birçok insanın ilham kaynağı olan Andrey Tarkovski'nin ifadesiyle: "kendinizi, kendinizle zaman geçirmeyi yalnızlık sanmayacağınız şekilde yetiştirin". Sevgi, sağlık ve bir de dayanışma ile kalın...
(CA/PT)