"Ülkelerinden zorla edilen insanların geride bıraktıklarını tamir etmek olası değil. Ülkenin renkli insan mozaiğinin yok edilmesinin kalanda ve gidende oluşturduğu ruhsal deprem. Günlük yaşama yansıyan yeri doldurulmaz boşluklar. Geri dönme olanağı olsa da dönen aynı insan değildir artık."
bir rastlantı sonucu haberdar olduk birbirimizden. sevgili yüksel selek bu rastlantının nedeni ve onun evi de yaşandığı adres. onlar 1999 marmara depreminden sonra önemli bir çalışmaya, kadın dayanışma vakfı'nı (kadav) oluşturan insanlardan ikisi.
yüksel selek, sevgili ayşe yetmen'in kendisi için imzaladığı kitabı bana verdi:
"beğeneceğine eminim mustafa, bunu oku" dedi.
kitabın adı "son vapur"du. okudum. sonrasında o son vapur beni bu söyleşinin yapıldığı büyükada'ya madam sofia'nın kahvehanesine götürdü.
benimle birlikte gümüşlük akademisi edebiyat evi okuma grubunun istanbul'daki üyelerinin bazıları ve sevgili ayşe yetmen'in arkadaşları, tarsuslu ve büyükadalı dostlar vardı orada.
son vapur'dan yola çıkarak keyifli bir söyleşi yaptık. işte sorular ve sevgili ayşe yetmen'in yanıtları.
hemen yanınızda duranla, kaybolmaya başlayan ve yitmiş olanın yarattığı duygu ve özellikle de hüzne dair konuşalım istiyorum. yanımızda duran bize bir kuvvet, varlık kanıtı olma, geleceğe kalma duygusu verirken, kaybolmaya başlayan ve yiten bir eksilme yok olma duygusu yaratıyor.
ancak yaşandığı an içinde ya da sonrasında bunları kaydetmek, kağıda dökmek, kurgulamak ve yeniden biçimlendirmek bu duyguyu biraz da olsa öteliyor, ya da belleğin unutmasına koşut bir yaşanıyor.
ama kaydetme işini ne yazık ki çok az insan yapıyor. ben bunu biraz kayboluş sürecine itiraz etmenin bir yolu, yöntemi hatta rasyonalizasyonu olarak düşünüyorum. siz ne dersiniz? son vapur'da yazdıklarınız, bize gösterdikleriniz anlattıklarınız bana biraz bu itirazın bir ifadesi dışavurumu gibi geldi?
Kitabın temel duygusu geçmişe olan özlem ve yitip gidene itiraz. Günlük tutma gibi bir adetim yok. Hafızam tuhaf bir şekilde kaydediyor yaşananları ya da 'bu yaşımda kaydederdi' demeliyim herhalde.
Yazmaya karar verdiğimde de dökülmeye başlıyor. Unutmanın yaşananlara ihanet olduğunu düşünüyorum. Son Vapur'un hüznü salt geçmişe olan özlemden gelmiyor; Ada, kaybettiğimiz sevgi, aşk, suçluluk duygusu ve vicdan olarak yansıyor satırlarda.
6-7 eylül ve tamir olasılığı
orada gidenler, kaybolanlar, yitenler var. sizce onlar nereye gittiler? neden gittiler? geri dönmeleri olanaklı mı? bazı dönenlerin varlığı aynı hâle dönmek anlamına geliyor mu?
Devlet politikaları maalesef. 1915, 1924, 1942... Bunlar yetmedi 1955' te yaşanan 6-7 Eylül hadisesi, sonra 1964 ve 1974. Ülkelerinden zorla edilen insanların geride bıraktıklarını tamir etmek olası değil. Ülkenin renkli insan mozaiğinin yok edilmesinin kalanda ve gidende oluşturduğu ruhsal deprem. Günlük yaşama yansıyan yeri doldurulmaz boşluklar. Geri dönme olanağı olsa da dönen aynı insan değildir artık.
İmroz'dan gidenlerin bazıları Meryem Ana Şenlikleri için gelip evlerini açıyorlar ama geçici bir süre; tatil için tabii. Özlem giderip gidiyorlar.
Ancak tek tük evlerin verandalarında simsiyah matem giysiler ile oturan 80-90 yaşlarındaki kadınlar vicdanları sızlatmaya devam ediyorlar bence. Ben 21 yaşına kadar Tarsus'ta yaşadım. Geçmiş yaşantımı ve oraları çok özlüyorum. Ama oradaki Ayşe değilim; çok fazla şey değişti...
"çoğalmak ve eksilmek" iki zıt kavram. ama hepimizin yaşadığı bildiği gibi ikisi de yaşamın içinde? sizce ne zaman çoğalıyoruz, ne zaman eksiliyoruz? buna farklı özgünlüklerin, varoluşların, düşünce ve eylemlerin etkisi var mı?
Her şey karşıtıyla yüklüdür. Zıtlıklarla büyüyor ya da küçülüyoruz. Bugün burada dostlarımız kattıklarıyla büyüdük mesela...
bu itiraz kaydının yaşandığı anda değil de sonradan yapılması da sanırım hissettiğimiz boşluklarla ilgili. yaşamımızdaki boşlukları ne zaman hissediyoruz? şimdi olduğum yaşlarda aklıma takılan sorulardan birisi de şu: unutmaya başlamak bu boşlukları büyütüyor mu, yoksa küçültüyor mu?
Daha çok kaybettiğimizde hissediyoruz galiba. Unutabilsem büyürdü sanırım..
bir belge kaydı gibi okunsa da "son vapur" bir kurgusal metin. bir yazın yapıtı. o yüzden 'roman' diyeceğim; ama bu belleğe iz koyduğunun da altını çizerek soracağım: romanınız 2015 ağustos'unda iki kadının, ayla ile naz'ın yaşadıkları adada hemen yanıbaşlarındaki "terk edilmiş ev"e çıkmak isteyenleri getiren bir motorun sesiyle başlıyor ve 60'lardan o güne süren 50-60 yıllık bir dönemi anlatıyor. son vapur'un ortaya çıkma, oluşma ve yazılma sürecinden yazma macerasından biraz söz eder misiniz?
Aslında kitabın adı "Terk edilmiş Ev" olacaktı ama görüşüne güvendiğim bir arkadaşımın önersiyle "Son Vapur" oldu. Evin ihya edilmiş halini gördükten sonra birden 60'lı yıllara döndüm.
Öyle ki, adadan ayrılırken bindiğim motorda çantamda bulduğum bir alışveriş fişinin arkasına yazmaya başladım. Sonra 50 – 60 sayfasını Şişli'deki evimde, kalanını da daha sonra oturduğum Büyükçekmece'deki evime giderken sabah akşam bindiğim metrobüste yazdım.
gündelik olanın, gündelik yaşamın, alışkanlıkların, adetlerin, geleneklerin, örneğin yemeğin nasıl yapıldığını, kahvenin nasıl servis edildiğini, köşklerin bahçelerinde çiçeklerin nasıl koktuğunu, ne zaman ve nasıl uyunduğunu, ne zaman piyasaya çıkıldığını, kimlerden kaçılıp, kimlere görünmek istendiğini, orada yaşayan bir avuç insanın ilişkilerini okuyoruz. bunların bazıları bize tanıdık geliyor, çünkü bazı ritüeller eskisi olmasa da hâlâ sürüyor. ama bazılarını ise hiç bilmediğimizi, hemen dibimizde başka bir yaşamın sürüp gitmiş olduğunu fark ediyoruz. bir anlamda gündelik yaşamın gerçekten de politik bir anlamı olduğunu romanınızı okurken fark ediyoruz. sanırım sizin için de romanın temel amaçlarında birisi de bu bence. bu konuyu büyük felsefeciler de farklı biçimlerde vurguluyorlar. günlük yaşamla, dile getirilmesiyle, günlük yaşamın kaydıyla, politikanın ilişkisine dair neler söylersiniz?
Ne yaşarsak yaşayalım bir politikanın sonucuyuz sadece. Değerlerin kaybolması karşısında hüzne kapılmamak elde değil. Günümüzde neredeyse herkes tarihi kendinden başlatmaya başladı.
Geçmişte yaşananlar ya küçümseniyor ya da görmezlikten geliniyor. Yaşam elbette değişecek. Özellikle günümüz koşullarında her alandaki değişim çok daha hızlı oluyor. Ancak bu değişim değer yitirmeden, geliştirerek olmalı diye düşünüyorum.
"ada"lar sınırları görünür, aynı zamanda korunması da en kolay bir coğrafi bir yapı olarak pek çok gerçekliği ve onlara karşılık gelen anlamları içinde taşıyabiliyor. istanbul'un adaları eski adıyla prens adaları, ama onların içinde de "büyükada" hem herkeste benzer duyguları uyandıran, hem de içinde başka dünyaları eş zamanlı olarak taşıyan bir yer. kalanla kaybolan orada bir arada ve aslında oldukça çok kaydedeni olan da bir yer. bize sizin "büyükada"nızı anlatır mısınız? "son vapur"daki büyükada ile şimdiki ne kadar benziyor birbirine?
Yaşadıkları kara parçasının sınırlarını görebilen ayrıcalıklı insanlardır adalılar. Gece inip son vapur da adadan ayrıldıktan sonra oluşabileceklere karşı bir büyük evde oturan hane halkı gibidir ada insanları. Onun için ana karada yaşayanlardan çok farklıdır birbirleriyle olan ilişkilerinde.
Yozlaşma; Büyükada da ülkedeki diğer yerleşim yerleri gibi nasibini aldı bundan. Önce insan çeşitliği yok edildi tabii onlarla birlikte kimi ritüeller. Birbirleriyle diğerinin lisanında selam alıp vermeler, yeme içme alışkanlıkları, dayanışma ve babalar vapurunu karşılama sırasındaki özen mesela...
*Mustafa Sütlaş ve Ayşe Yetmen.
bu kurgu metinde dikkâtimi çeken yanlardan birisi özgün ve farklı olanlar hem ayrı ayrı, hem de birbirleriyle temas hâlinde ve birlikte, bir "çoğulluk" olarak yaşıyorlar ve bu durum anlatılıyor. çok ince bir ayrım var elbette ama birlikte bir yaşam söz konusu. belki de istanbul'un ana karasında çok olmayan, ya da çok daha önce kaybolan bir birliktelik bu. bugün orada da onların büyük bir bölümü şimdi yok. romanda sözü edilen çoğulluk hâlini yaratanların en azından geride kalanları, onların yokluğuda rol oynadılar mı? ya da ne yaptılar da çoğulluk hâli, tekliğe, tekilliğe, 'bir'liğe ya da azlığa döndü? olumlu ya da olumsuz anlamda buradan geleceğe yönelik bir hayat-yaşam bilgisi çıkarabilir miyiz? nedir o bilgi?
Ahenk içinde yaşayan, sanki ayrıymış gibi duran ama birbirleriyle örülmüş hayatlar. İmtiyazlıların yaşadıkları yermiş gibi duran ama varsılıyla yoksuluyla işi kardeşliğe vardırmış insanlar. Çoğulluk azınlığa ve giderek tekliğe evirildi.
Geride kalanlar tedirgindiler artık. Hiçbir şey eskisi gibi olamazdı. İnsanlara ve değerlere sahip çıkmak, yanı başımızda olanları görmezden gelmemek. Algılarımızı, gözlerimizi açıp gerekeni yapmak. Kaybettiklerimizin farkındalığıyla değerlerimizle sahip çıkmak.
değişen dünya, kapitalizm ve küreselleşme birbirine benzerliği ve farklı yerlerden gelen benzerlerden oluşan bir çokluğu eski deyimiyle söylersek 'kozmopolitliği' yi yaratıyor. ama eskinin büyükada'sında pek çok farklı kökenden, kimisi de çok meşhur insanlar yaşamış olmasına karşın orada yaşanan kozmopolitlik hâlinin bundan farklı olduğunu düşünüyorum. kökenler, etkin yapılar farklı olsa da o bir "birbirine değmeyenlerin biraradalığı" değildi bence. benzetmeye itiraz edenler de var ama bir bedenin uzuvları gibiydi. o uzuvlardan bazılarının kesilip çıkarılmasına beden ve diğer uzuvlar neden izin verdi. oradan buraya nasıl gelindi? neler eksildi ya da neler eklendi de böyle olundu?
Maalesef empati yoksunu bir insan topluluğuz evvel ezelden. Basit bir algı operasyonuyla bir gecede konusuna, komşusuna düşman olabiliyor insanlar. Kaybettiklerinin aslında kendi parçaları olduklarını farkında olmadılar bir süre, belki daha sonra yaşam dayattı onlara ama artık çok geçti.
roman biterken 20 temmuz 2015'te suruç'ta bir bomba patlarken aynı saatlerde galatasaray lisesi'nde romanın kahramanlarından ikisi, süha ile kalyopi karşılaşırlar. hüzünlü bir karşılaşma olur, ama o sırada romanın başında tanıdığımız naz o "terk edilmiş ev"i eski hâline getirmek, bir anlamda ihya etmekle meşguldür. bu yenileme evi eski hâline getirir ama ya yaşam? yaşamı nasıl eski hâline getireceğimize romanın yazarı sanki "son vapur"u yazarak yanıt veriyor ve onların asla eski hâle gelemeyeceğini, kayıtlarda, romanlarda kalacağını anlatıyor. terk edilmiş evleri yeniden yapmak yaşamı geri getirir mi? suruç'ta patlayan bombanın götürdükleri geri gelebilir mi?
Ada'dan yeni dönmüş, çalıştığım yere giderken, önünden geçtiğim kafeden çıkan iki büklüm olmuş genç bir kadın "ölenler varmış" diyordu. Ofise gidince anladım neler olduğunu. Gidenler geri gelmiyor, boşlukları da asla dolmuyor maalesef. Yeniden yapmakla, onarmakla yaşamı eski haline getirmek mümkün değil tabii. Kalıcılık ancak, romanlarda, filmlerde, o da belki.
çok teşekkürler sevgili ayşe yetmen
ayşe yetmen hakkında4 temmuz 1952 tarihinde tarsus'ta doğdu. özel adana ve özel tarsus kolejlerinde okudu. istanbul üniversitesi edebiyat fakültesi'nden mezun oldu. 20 yıl çeşitli fimalarda çalıştı. anabritannica ansiklopedisi'nin yayınlanmasında görev aldı. paylaşım, portreler, d dergi gibi süreli yayınlarda makalaleri yayınlandı. yaşam radyosu'nda bir yıl süreyle, haftada bir gün, yayınlanan "insan sesi" adlı programı hazırladı ve bülent kumral'la birlikte sundu. 80'li yıllardan beri insan hakları savunucusu ve kadın hareketi içinde yer aldı. halen kadınlarla dayanışma vakfı'nda kadın hareketi ile ilgili çalışmalarını sürdürmektedir. istanbul mülkiyeliler vakfı genel sekreteri ve yönetim kurulu üyesidir. tarsus kültür ve dayanışma derneği'nin yönetiminin çeşitli kademelerinde yer almış ve iki yıl başkanlığını yürütmüştür. iki kuleli biyografi-anı kitabını 2010 yılında yayına hazırladı. 2012 yılında "benim tarsus'um" adlı kitabı, 2019 nisanında da "son vapur" adlı romanı yayınlandı. |
(PT)